"İ’lem eyyühe’l-aziz! Hevâm, balık gibi küçük hayvanların yumurtalarını, haşerat ve nebatatın tohumlarını, pek büyük bir rahmetle, bir lütufla, bir hikmetle hıfzeden Sâni-i Hakîm'in hafîziyetine lâyık mıdır ki..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühel-Aziz! Hevam, balık gibi küçük hayvanların yumurtalarını, haşerat ve nebatatın tohumlarını, pek büyük bir rahmetle, bir lütuf ile bir hikmetle hıfzeden Sâni'-i Hakîm'in hâfiziyetine lâyık mıdır ki, âhirette semere veren ağaçlara çekirdek olacak a'malinizi hıfzetmesin, ihmal etsin? Halbuki sen hâmil-i emanet, halife-i arzsın."
"Evet, her bir zîhayatta bulunan hıfz-ul hayat hissi, vücudun ebedî bir bekaya İsm-i Hayy, Hafîz, Bâki'nin tecellisiyle incirar edeceğine delalet eder."(1)
Bir bitkinin neslinin devamı için onun tohumlarını Hafîz ismiyle muhafaza altına alan, büyük bir rahmet ve hikmetle koruyan Allah, elbette kâinata meyve ve arza halife olarak yarattığı insanların amellerini de muhafaza eder ve etmektedir.
Dünya, ahiretin tarlası olduğundan, insanların amelleri ahirette meyve verecektir. İnsanların iman ve salih amelleri gibi, küfür ve isyanları da neticesiz kalmayacaktır.
“İman bir manevî Tuba-i Cennet çekirdeği taşıyor. Küfür ise manevî bir Zakkum-u Cehennem tohumu saklıyor.”(2)
Cennetteki saraylar gibi, cehennemdeki azap menzilleri de insanların amellerinin meyveleridir. Elbette bu derece ehemmiyetli olan ameller hıfzedilecek ve insanlar bu amellerden hesaba çekileceklerdir.
Kader Risalesinde beyan edildiği gibi, “Sual ve cevap, dâî ve sebep ikisi de Hak’tandır.”
Mide sual ise, rızık cevap; göz sual ise, güneş cevaptır. Öte yandan insan ruhunun ebediyet arzusu da bir sualdir, bunun cevabı ise ebedî hayattır. Üstad'ın buyurduğu gibi, “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
İşte bu duygu, hayatın ebediyete inkılab edeceğinin en esaslı ve en mühim bir delilidir.
Birkaç sene daha fazla yaşamak için bütün maddî varlığımızı göz kırpmadan feda etmemiz gösteriyor ki; en mühim meselemiz hayatımızın muhafazası ve devamıdır.
Sinekten kurbağaya, kediden aslana kadar her varlığın en mühim meselesi hayatının devam ve bekasıdır. Bir insan, hayatına zarar verir endişesiyle yılandan kaçtığı gibi, yılan da hayatına zarar verir korkusuyla insandan kaçar.
Burada konu benzer bir boyutta ele alınıyor ve her bir hayat sahibinin kendi hayatını korumak istemesinin de bir sual olduğu ve bu hissin ebedî bir bekayı netice vereceği beyan ediliyor.
On Yedinci Söz'de ise konu bir başka yönden tahlil edilerek yine aynı neticeye varılıyor; her hayvanın, kendisine verilen vazifeyi yerine getirmekle ibadetini yapmış olduğu ve bunun karşılığını ahirette “mükâfat-ı ruhaniye” ve “ ücret-i manevîye” olarak alacağı kaydediliyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
(2) bk. Sözler, İkinci Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Halbuki, sen hâmil-i emânet, halife-i arzsın." cümlesi ile "Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvâzi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin?" cümlesi çelişkili değil mi?
İnsan iman ederse kâinata halife oluyor, inkâr ederse kâinatın en adi en önemsiz varlığı hâline geliyor. Yani insan potansiyel anlamda hayra da şerre de kabiliyetli bir şekilde yaratılmıştır. İman ve ibadet insanın hayır potansiyelini geliştirirken, inkâr ve küfür de şer potansiyelini tetikliyor.
Yani insan mahiyetinin iki yüzü vardır. Bir yüzü hayra ve kulluğa bakar, diğer yüzü şer ve isyana bakar. İnsan hayır ve ibadet yüzü olarak ahsen-i takvimdedir, yani mükemmel bir kıvamda yaratılmıştır.
Aynı insan iradesini şer ve isyanda kullanır ise, bu kez de insan zalim ve cahil bir şekle bürünür. Yani insan hayır ve şer noktasında nihayetsiz bir kabiliyette yaratılmıştır. Bu kabiliyetlerin hangi yönde kullanılacağı ciheti ise insanın iradesine bırakılmıştır.
İnsan hayır kabiliyetlerini inkişaf ve inbisat ettirir ise insan-ı kamil sıfatını alıp kâinata halife olur. Yok şayet şer kabiliyetlerini inkişaf ve inbisat ettirir ise, bu kez mahlukatın an alçağı ve zalimi olur.
Hazreti Ebu Bekir (r.a) ve Ebu Cehile dikkat ile bakılırsa, bu iki kavramın somut hâli anlaşılır.
Bu sebeple Kur’an da insanı, hem mükerrem ve ahsen-i takvim bir varlık olarak hem de zalim ve cahil olarak nitelendiriyor. Üstadımızın zahiren çelişkili duran ifadeleri de aynı manadadır...