"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Kur’ânın i'cazı tahrifine bir seddir. Evet, mâdem Kur’ân mu'cizedir, beşer O’nun taklidini yapamaz. Âyetleri başka kelâmlar ile tebdil edilmekle tahrif ve tağyiri mümkün değildir..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Kur’ânın i'cazı tahrifine bir seddir. Evet, mâdem Kur’ân mu'cizedir, beşer O’nun taklidini yapamaz. Âyetleri başka kelâmlar ile tebdil edilmekle tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü, müfessir, müellif, mütercim, muharref üslûplarını, kisvelerini âyatın kisvesiyle iltibas ettiremezler. Âyetlerde i'caz damgası vardır. O damganın altında olmayan kelâmlar âyet addedilemez. Öyle ise i'caz, tahrif ve tağyiri kabul etmez."(1)
İ’caz, Kur’ân’ın mu’cize oluşu, âyetlerinin taklit edilememesi, bir benzerinin getirilememesi demektir. Bir de îcaz var, o da âyetlerin çok veciz olması, az kelamla çok mâna ifade edilmesi mânasına gelir. Kur’ân âyetleri hem îcaz, hem de i’caz yönünden emsalsizdir.
Bu mu’cizeyi hakkıyla anlamamız için Kur’ân ilimlerini çok iyi bilmemiz, Arap edebiyatına tam vakıf olmamız gerekir. Sadece Arapça bilmek yetmez; sadece Türkçe bilmenin edebî eserleri anlamaya yetmemesi gibi.
Üstad Hazretleri kâinata kitab-ı kebir, mahlûkata da ayât-ı tekviniye diyor. Kâinat da Allah’ın kitabı, Kur’ân da. Nasıl kâinat ve ondaki mahlûkat taklid edilemiyorsa, o kitapta bir kelime hükmünde olan bir ağacın ve bir harf hükmündeki bir yaprağın bile taklidi yapılamıyorsa, Kur’ân-ı Kerîm’in ve onun sûrelerinin, âyetlerinin nazîrini getirmek de öyle mümkün olmuyor.
“Kur’ânın i'cazı tahrifine bir seddir.” hükmü tarihin şehadetiyle sabittir. İlk yazılan Kur’ân da elimizde, bugün yazılan Kur’ân da.
“Şüphesiz o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Elbette onu biz muhafaza edeceğiz.” (Hicr, 15/9)
Âyet-i kerîmesi hükmünü bu güne kadar icra ettiği gibi, kıyamete kadar da icra edecektir. Bu âyet başlı başına bir mu’cizedir.
İnsanlar kendi zevklerine ne hoş geliyorsa, yani kendi kabiliyetleri neye elveriyorsa, ona göre yazıyorlar ve konuşuyorlar. Bununla Kur’ân’ın i’cazı anlaşılmaz.
Arapçayı çok iyi bilenler de Kur’ânı taklid edemiyorlar. Bunun bir misâlini Türkçe eserlerde de görmek mümkündür. Hepimiz Türkçe biliyoruz, ama meselâ, Necip Fazıl’ın şiirleri gibi bir şiir yazamıyoruz. O şiirlerde Türkçenin ötesinde bir edebî san’at var, onu taklid edemiyoruz. Bu şiirler başka bir dile tercüme edildiğinde artık o tercüme Necip Fazıl’ın şiiri değildir, onun tercümesidir. Aslında olan birçok meziyet ve güzellik tercümelerde görülemiyor.
Dil bir vasıtadır, onu güzel kullanmak, onunla san’at eserleri dokumak ayrı bir san’attır. Üstadın “kâinat kitabı” misalini tekrar hatırlayalım. Bütün insanlar, hayvanlar ve bitkiler elementlerden yapılmışlar. Her element bu kitabın bir harfi gibi. İnsanların o harfleri kullanarak bir tek çiçek bile yapmaları mümkün olmuyor.
İnsan nasıl, Allah’ın kâinatta "kudret" sıfatı ile icra ettiği fiilleri ve yaptığı eserleri taklid etmekten ve bir benzerini yapmaktan aciz ise; aynı şekilde "kelam" sıfatından gelen, Kur’ân’ın cümle ve âyetlerini de taklid edip, bir benzerini yapması mümkün değildir. Zira üzerinde "Taklid edilemez" mânasında İlahî bir mühür vardır.
“Eğer kulumuza indirdiğimizden bir şüphe içinde iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin.” (İsrâ Suresi, 17/88)
Bu gibi âyetlere “tahaddi âyetleri” denir. Tahaddi, “meydan okumak” mânâsındadır. Kur'ân pek çok âyetinde "Haydi Kur’ân'ın bir benzerini getirin!.." diye meydan okumaktadır...
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü