"İ’lem eyyühe’l-aziz! لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّٰهِ cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü’min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letâifi pek çok elem ve emellere mâruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, tesellî-bahş olup şümûlü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Meselâ,
1. لاَ حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ
“Ademden çıkıp vücuda gelmek.”
2. لاَ حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْبَقَاءِ
“Zevale gitmeyip bekada kalmak.”
3. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ
“Mazarratı def, menfaati celp.”
4. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ
“Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak.”
5. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَعَاصِى وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ
“Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek.”
6. لاَ حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ
“Azaba mâruz kalmamak, nimete mazhar olmak.”
7. لاَ حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النُّورِ
“Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek.”Ve hâkezâ, her bir makamda insanın letâifine göre takyid ve tefsir edilebilir."(1)
Havl; güç ve takat manasına gelir.
لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللّٰهِ
“Kuvvet ve kudret ancak Allah’a mahsustur.” “O’nun (izni ve yardımı olmaksızın) hiç kimsede havl ve kuvvet yoktur” demektir.
Bu cümlede “havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır.” Yâni, hangi konuda, Allah’ın havl ve kuvveti dışında kimsede kuvvet ve kudret yoktur? sualinin cevabı herhangi bir şey ile sınırlandırılmamıştır. Mutlak, kayıtsız demektir. Bir kayıt konulmadığına göre “Her şey ve her iş ancak Allah’ın kudretiyle meydana gelebilir” demektir.
Misal olarak yedi mesele nazara verilmiştir. Özet olarak:
1. Ademden çıkıp vücûda gelmek ancak Alah’ın kudretiyle tahakkuku eder. Yok için zâten ne irade söz konusudur ne de kudret. Yok var oluyorsa ancak Allah’ın dilemesiyle ve O’nun kudretiyledir.
2. Var olan bir şeyin de varlığının devamı yine Allah’ın havl ve kuvvetiyledir. En mükemmel varlık olan insan, kendi varlığının devamı konusunda hiçbir güce sahip olmadığına göre, hiçbir şey ve hiç kimse varlığının devamını kendisi temin ediyor değildir.
3. Zararların def edilmesi ve menfaatlerin celbi de ancak Allah’ın kudretiyle, O’nun ihsanıyla gerçekleşir. Zira bütün hayırlar O’nun elindedir. Bütün şerleri def edecek de yine O’nun kudreti ve rahmetidir.
4. “Musibetten uzak olup, matlûba nâil olmak” da ancak Allah’ın havl ve kuvvetiyledir.
5. Günah ve isyana düşmeyip ibadete devam etmek de Cenab-ı Hakk’ın bir ihsanıdır. Nitekim Yusuf aleyhisselâm nefsin kötülüğü emrettiğini ve onun zararından kurtulmanın ancak Allah’ın rahmetiyle olabileceğini beyan etmiştir.
"Muhakkak ki nefis, dâimâ kötülüğü emredicidir; ancak Rabbimin merhamet ettiği (koruduğu kimse) müstesnâ..." (Yûsuf, 12/53)
6, 7. “Azaba maruz kalmamak, nimete mazhar olmak” ve “Zulmete düşmemek, nur ile tenevvür etmek” de mahlûkların kendi irade ve kudretleriyle değil, ancak Allah’ın havl ve kuvvetiyle mümkün olabilir.
Burada hülasa olarak, insanın mazhar olduğu nimetler ve kat ettiği bütün merhaleler hep Allah’ın kudret ve kuvveti ile tahakkuk etmiştir.
Mesela; insanı yokluktan varlık sahasına çıkararak, bütün nimetler ile yüz yüze getiren Allah’ın havl ve kuvvetidir. İnsanın bu hususta hiçbir dahli yoktur.
Yine insanı varlık içinde cansız bırakmayıp, hayat nimetini veren yine Allah’ın havl ve kuvvetidir.
Ruh nimetini verip, nimet dairesini daha da genişlendiren yine Allah’ın havl ve kuvvetidir. Zîruhlar içinde insana şuur ve insaniyet vererek, nimetini bir önceki daireden daha genişine ulaştırıp, insanı kâinata halife olabilecek bir kıvama getiren yine Allah’ın havl ve kuvvetidir.
İnsaniyet ve şuur ile insana iman ve İslam nimetini bahşederek, nimet dairesini kâinattan daha ötelere geçirip bütün gaybî âlemlerle müşerref eden, yine Allah’ın havl ve kuvvetidir.
İman ve İslam içinde insan-ı mü’mine; marifetullah ve muhabbetullah nimetini vererek, onu imkân dairesinin daha öteleriyle, münezzeh ve mukaddes olan vücub dairesi ile muhatap yapan yine Allah’ın havl ve kuvvetidir.
İşte, insan başlangıçta zerre kadarken, sonunda kâinatın Rabbi ile muhatap olacak bir vaziyete ancak ve ancak Allah’ın havl ve kuvveti ile mazhar olabilir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
3. "Mazarratı def, menfaati celp." 4."Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak." iki madde arasındaki farklar nelerdir, bir de 7. "Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek." ile ne denilmek isteniyor?
İlgili i'lemde "LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİ" cümlesinin insana bakan maddi ve manevi tecellisi izah edilmektedir. Devamında ise, bu tecellinin makamları ve taalluk boyutları maddeler halinde ifade edilmiştir. Sual konusu olan bu maddelerin hemen altında kısaca izahlarına yer verilecektir.
"LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAHİ" cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mü'min suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nâzırdır. Şu menzillerde insanın letâifi pek çok elem ve emellere mâruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, tesellî-bahş olup şümûlü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir.
1. "Ademden çıkıp vücuda gelmek."
2. "Zevale gitmeyip bekada kalmak."
3. "Mazarratı def, menfaati celp."
Evet, Cenab-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Herşey, o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki manevi bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve manilerini def eden, şüphesiz, Cenab-ı Hakkın terbiyesidir..
4. "Musibetten uzak olup, matluba nâil olmak."
Bunun en güzel misallerini Efendimizin (sas) hayatında buluyoruz; Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir taifeye, bir kavme, bir kısım ehl-i siyasete veya bir dine, belki umum padişahlara ve umum ehl-i dine tek başıyla meydan okudu. Halbuki onun amcası en büyük düşman ve kavim ve kabilesi düşman iken, yirmi üç sene nöbettarsız, tekellüfsüz, muhafazasız ve pek çok defa suikaste maruz kaldığı halde, kemâl-i saadetle, rahat döşeğinde vefat edip Mele-i Âlâya çıkmasına kadar hıfz ve ismeti, ne kadar kuvvetli bir hakikati ifade ettiğini ve ne kadar metin bir nokta-i istinad olduğunu, güneş gibi gösterir.
5. "Maâsiye düşmemek, ibadete devam etmek."
6. "Azaba mâruz kalmamak, nimete mazhar olmak."
7. "Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek."
Burda geçen zulmet, başta küfür ve dalaletir; nur ise; hidayettir. Küfür karanlıklarında hidayet nuruna çıkmak tamamen onun elindedir ve biz ondan isteriz. Hidayetin ise mertebeleri vardır. Mesela, bir mü'min hidayeti isterse, sebat ve devam manasını ifade eder. Zengin olan isterse, ziyade manasını, fakir olan isterse i'ta manasını, zayıf olan isterse iane ve tevfik manasını ifade eder..
Buradaki evreler nelerdir? İnsanın geçirdiği bu aşamaların evrimle bir ilgisi var mıdır?
Üstad Hazretlerinin yukarıda verdiğimiz ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, insanın bedeni ve bedenini teşkil eden zerreler ilk olarak alemde cansız ve dağınık bir şekilde idiler. Sonra bu zerreler Allah’ın kudret ve irade kanunu ile unsurlara sevk ediliyorlar. Bu unsurlardan yiyecek ve içecek aracılığı ile insanın beline sperm olması ve sonraki süreçler birer evre olarak kabul edilirse, bu evreleri kabaca ve özetle; cansız, bitkisel, hayvani ve insani şeklinde sınıflandırmak mümkündür. Yoksa insanın oluşum sürecinde hakikat noktasında bir evrim geçirmesi söz konusu değildir. Yani insanın aslı önceleri taş idi sonra ağaç oldu, daha sonra balık oldu, en sonunda evrimleşerek insana dönüştü, yaklaşımı materyalist felsefenin mesnetsiz hurafelerindendir.
İnsan fıtratı çok geniş ve her şeyi mizana çekecek bir özelliğe sahip olmasından, kainatta yaratılmış her şeyi anlayacak ve tartacak cihazlarla donatılmıştır. İnsan, mahiyet olarak bütün mahlukatı temsil edecek vasıflara sahiptir. İnsandaki nebati daire, bitkileri temsil eder ve onların temel özellikleri insanda da vardır.
Mesela, insandaki büyüme kanunları bitkileri temsil eder. İnsandaki yemek, içmek ve nikah gibi ihtiyaçlar hayvanat dairesini temsil eder. İnsanın şuur, vicdan ve kalp gibi hissiyatları diğer mahlukattan ayıran, kendine has bir dairedir, yani insani dairedir. İman ve ibadet ise melekleri temsil eden bir yönüdür.
İnsan, adeta bütün mahlukatın bir özeti, bir karışımı gibi mükemmel bir mahiyete sahiptir. İnsan bu daireler vasıtası ile kainatta her şeyi hem temsil eder, hem de o dairedeki mana ve tecellileri tartıp mizana çeker ve külli bir kulluk vazifesini omzuna alarak kainatın halifesi olduğunu ispat eder.
Özet olarak; insanın yemek, içmek ve üreme yönüne hayvaniyet; iman, ibadet ve tefekkür yönüne de melekiyet denir. Buradaki ifadeyi de böyle anlamak gerekir. Yoksa batıl evrim teorisi ile bir ilişkisi yoktur.
(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, Âyet: 28