İmanımızı insanlara da ispat etmekle mükellef miyiz? İnsanların hakkımızdaki zanlarını, inancımızı sorgulamalarını, kınamak için kusurumuzu aramalarını umursamayıp, "Allah bizi biliyor, O'nun rızası daha önemli." diyerek yolumuza devam etmekte normal mi?
Değerli Kardeşimiz;
Bir Müslüman, dünyevi hükümlerin tatbiki ve inanç noktasından insanlar içinde kimliğinin belirgin olabilmesi için, imanını ispat ve ilan etmek ile mükelleftir. Müslüman birisinin imanı gizleyip izharından kaçınması caiz değildir. Hatta ilm-i kelam alimleri, imanı mazeretsiz bir şekilde izhar ve ilan etmemeyi küfür olarak değerlendirmişlerdir. Bu yüzden Müslüman birisi imanını açıktan ve alenen ifade etmekle mükelleftir. Bu hususta tevazu ve riya olmaz.
Diğer bir husus; insanları suizanna götürecek çelişkili davranış ve tavırlardan da uzak durmamız gerekir. Zira insanları suizanna sevk edip, onları hakkımızda gıybet ve dedikoduya sevk etmek, en azından o kardeşlerimizi günaha sokmak olur ki; bu da caiz olmaz. Mümin, her davranış ve tavrında açık, şeffaf ve tutarlı olmalıdır. Bu toplumsal güven ve barış için de büyük bir önem taşıyor. Herkes müphem ve mahfi olursa toplumda ne güven kalır, ne de barış kalır.
Gizlenmesi gereken şeyler; inanç ve farzlar değil, nafile türünden ibadetlerdir. İmam Gazali ve birçok âlim, farzların topluma örnek olması için alenen ve aşikar yapılması gerektiğini söylerler. Bu yüzden değil imanımızı, farzları bile gizlememiz uygun değildir.
Lakin vazife dışında ve nafile türünden olan ibadetleri gizlemek daha güzel ve daha sevaplıdır. Risale-i Nur'da bu husus şu şekilde izah ediliyor:
"Üçüncü nokta: Vazife-i diniye itibarıyla nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve vaziyetler, hodfuruşluk ve riya sayılmaz ve sayılmamalı-meğer o adam, o vazifeyi, kendi enaniyetine tâbi edip istimal ede."
"Evet, bir imam, imamet vazifesinde tesbihatları izhar eder, ismâ eder; hiçbir cihette riya olamaz. Fakat vazife haricinde o tesbihatları âşikâre halklara işittirmeye riya girebildiği için, gizlisi daha sevaplıdır."
"Risale-i Nur'un hakikî şakirtleri, neşriyat-ı diniyelerinde ve ittibâ-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâirdeki takvâlarında, Kur'ân hesabına vazifedar sayılırlar. İnşaallah riya olmaz. Meğer ki, Risale-i Nur'a, başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş ola. Daha yazılacaktı, fakat bir tevakkuf hali kesti."(1)
"İhfâ ve havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır."(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (115. Mektup)
(2) bk. Divan-ı Harb-i Örfî, Sadâ-yı Hakikat.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar