İNSAN
(1) KÂİNATIN MEYVESİYİZ
“İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi…” Şuâlar
Yerküremiz Güneş Sisteminden bir dal. Hepimiz yer çekimiyle o dala takılıyız. Ciğerlerimizle havayla alışverişteyiz. Güneş gözümüzün içinde çalışıyor.
Gözümüze güneş kadar muhtacız. Ciğerimize hava gibi ihtiyacımız var.
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz.
Şu görünen âlem, bedenimizin imdadına durmadan koşarken, bedenimiz de her an ruhumuza hizmet etmekte.
Evet, biz kâinatın meyvesiyiz.
Kâinat kimin ise biz de O’nun mülküyüz. Kâinat kime itaat ediyorsa, biz de O’na ibadete mecburuz. Kâinatı kıyamete doğru kim götürüyorsa, bizi de ölüme doğru o sevk ediyor.
Beden ve kâinat... İkisi de ruha hizmetkâr.
Ve ruh, bu hizmetçilerini aşmaya mecbur.
Meyve, ağaç ötesi içindir. Ağacının içinde kaybolan bir meyve düşünebiliyor muyuz? Eğer ruh, bedeni ve kâinatı aşamazsa maddede boğulur gider...
Atmosfer bedenimizi sararken, bakışımız yıldızlarla oynaşır, düşüncemiz âhiretle kaynaşır...
Gökyüzü bütün ihtişamıyla üstümüzde boy gösterirken, biz onu bir kitap gibi okur, mütalâa ederiz.
Bu kabiliyetimizi yerinde kullanırsak, şu âlemi mahlûk bilir, onun Hâlık’ına iman ederiz. Yeryüzünü bir sofra, bir beşik bilir, onun Mâlik’ine hamd ederiz. Maddeyi mahkûm görür, onun Hâkim’ine kul oluruz...
İşte insanın, kâinatı aşması böylece tahakkuk eder.
Meyve, ağacın üstünde bahçeyi seyreder. İnsan da bu dünyadan âhirete nazar ediyor; orası için hazırlanıyor.
Daldan koptuğumuz an, o âleme geçeceğiz.
(2) İNSAN MERKEZÎ NAKIŞ
Bir risalede, insan “merkezî bir nakşa” benzetilir. Bir halının ortasındaki nakış, halının her tarafından uzanan iplerle dokunduğu gibi, insan da bütün bir kâinattaki esmâ tecellilerinin merkezi olmuş, bütün elementler onun imdadına koşmuş, bütün âlemler onda temsil edilmişlerdir. Hafızasıyla levh-i mahfuza, hayaliyle misâl âlemine, bedeninde kaynaşan hissiyatıyla melekler âlemine numune olmuş.
Merkezî nakşın bütün halıya muhtaç olması gibi, insan da bütün bir kâinata muhtaçtır. Bu ihtiyaç, onun mahiyetine İlâhî rahmet ve hikmetle konulmuştur. Zira bu ihtiyaç, mahlûkatı insanın hizmetine koşturmuş ve onu arza halife yapmıştır.
(3) İNSAN AYRI BİR NEV’ GİBİ
“İnsanın bir ferdi, sair hayvanatın bir nev’i hükmündedir.” Mesnevî-i Nuriye
İki insan aynı manzarada farklı şeyler hissediyor, aynı olaya değişik yorumlar getiriyorlar.
Bir hayvan nev’inin, bütün özellikleri o nev’in herbir ferdinde toplanmış bulunuyor. Ama insanlar öyle değil. Kendilerine emanet verilen maddî ve mânevî cihazları birbirinden çok farklı sahalarda kullanmaları, onları sanki ayrı varlıklar hâline getiriyor.
Herkesin elinde aynı marka kalem; ama, herbirinden farklı yazılar çıkıyor. Kıyamete kadar da kim bilir daha ne yazılar dökülecek ortaya.
Ama hayvan nev’i öyle değil. Bugünkü ceylan bin yıl önceki dedesinin yaptığını yapıyor. Güzelliğiyle de onun bir kopyası gibi...
İnsan nev’indeki bu kadar ayrılık, bedenden değil ruhtan ileri gelmekte. Bu ayrı ruhlar; değişik çiçekler, yahut farklı canavarlar gibi.
Tilkiyi kurnazlığıyla, kurdu ise yırtıcılığıyla tanırız. Ama, insan nev’inde öyle fertler çıkıyor ki, tilki nev’inin ilk atasından son torununa kadar bütününün hileleri onların hileleri yanında küçük kalıyor.
Yine insan nev’inde öyle vahşi ruhlar boy gösteriyor ki, kurt nev’inin bütün fertlerinin ruhlarındaki vahşet ve ihtiras, onların topuğuna erişemiyor...
Varlık alemindeki yüksek-alçak, acı-tatlı, sert-yumuşak gibi karakterler de farklı insanlarda değişik tonlarla kendilerini gösteriyorlar.
Kâinatı çok gerilerde bırakacak derecede yüksek insanlar da var; çok alçak insanlar da.
Günlük hayatımızda bunun misalleriyle içiçeyiz. Bazı insanları gördüğünüzde aklınıza namaz gelir. Onlar bu halleriyle bir câmi vazifesi görürler.
Bazı kimselerle konuştuğunuzda kendinizi bir veznenin önünde hissedersiniz.. Kulağınıza gelen sadece para sesidir.
İnsanlar, dış görünüşleri aynı olan farklı fabrikalar gibi. Ürettikleri mamüle, dokudukları kumaşa göre isim alıyorlar.
Bir ömür boyu elimizle göze görünür bir bina kurarken, iç âlemimizde de görünmeyen bir başka eser inşa ediyoruz.
Ve onu burada bırakmayıp, beraberimizde götürüyoruz.
Bu eserin ismi “amel defteri.”
***
İNSANIN FARKLILIĞI
İnsanın bu kâinat tablosunda diğer varlıklardan çok farklı bir yönü, çok değişik bir vazifesi var. O, hem figür, hem seyirci. Kendisine takılan âletlerin herbiriyle başka bir âlemi seyrediyor ve keşfediyor.
Gözün, kulağın, aklın seyrettiği daireler birbirinden ne kadar farklı ve ne kadar uzak! Aralarında ulaşılmaz mesafeler var. İşte bu uzak dairelerin bir arada, iç içe bulunması tabloya ayrı bir güzellik katıyor.
İyi insanlar, hayatlarıyla kâinat yüzüne manevî nakışlar işlemekte, rahmanî çiçekler takmaktalar. Kâinat bu güzel neticeler için yürüyüşünü sürdürmede, zaman bu mahsulleri zaptetmek için akışını devam ettirmede.
Her insan bir fabrika gibi, iyi veya kötü mamullerini piyasaya devamlı sürmekle meşgul.
Doğru veya yanlış, bu kâinatta en fazla mâna neşredenler, zamanda en çok iz bırakanlar insanlardır.
Her insan ayrı bir sanatkâr. Günlük yaşayışıyla kendini işliyor. Öğrendikleriyle aklına, seyrettikleriyle gözüne, sevdikleri veya nefret ettikleriyle kalbine yeni şeyler takıyor, onları ya güzelleştiriyor veya kıymetten düşürüyor.
Dünyaya geldiği günden beri, hem ölüme doğru koşuyor, hem de amel defterini yazıyor!...