"İnsanın fıtraten yalana yalan demesi"ni biraz açar mısınız? Üstadımız mana olarak, "günümüzde yalan ile doğruluğu aynı dükkândan almak normal bir iş haline gelmiş" diyor; bunu müşahhas misallerle açıklayabilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Çünkü fıtrat-ı beşeriyede, yalana yalan demek bir meyl-i arzusu vardır. Sahabeler ise, sıdk ve doğruluk için, can ve mal ve peder ve validelerini ve kavim ve kabilelerini feda edip, sıdk ve hak için fedai oldukları halde, hem 'Benden bilerek yalan bir şey haber veren, cehennem ateşinden yerini hazırlasın.' mealindeki hadis-i şerifin tehdidine karşı, yalana mukabil sükût etmeleri mümkün değildir." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Sekizinci İşaret)
Asıl konu sahabeler bahsinde geçiyor, o yüzden o kısımla da alakalı düşünmekte fayda olacaktır. Asr-ı saadet ile son asır arasında geçen zaman, insan ve medeniyetler nokta-i nazarından çok farklılaşma getirmiştir. Modernlik dediğimiz ahir zamanın bir nevi ''GÜNDEM'' maddeleri de değişmiştir. Fakat peygamberlerin tesiri ve insanlığın müşterek gayreti ile bazı keyfiyet hükümleri, din ve ırk fark etmeksizin aynı kalmıştır.
Mesela, küçük bir çocuğu düşünelim, dinî terbiye almamış olsa dahi, basit bir suale doğru cevap verecektir; çünkü "vicdan" denilen şey onda hükmetmektedir. Yani fıtrat-ı insaniye yaratılış bakımından temiz olduğundan dolayı, kâinata muvafık olarak "doğruya doğru, yanlışa ise yanlış" deme temayülündedir.
"Birincisi: Fıtrat yalan söylemez. Mesela, Bir çekirdekteki meyelân-ı nümüvv der ki: 'Sümbülleneceğim, meyve vereceğim.' Doğru söyler. Mesela, yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: 'Piliç olacağım.' Biiznillah olur. Doğru söyler. Mesela, bir avuç su incimad ile meyelân-ı inbisatı der: 'Fazla yer tutacağım.' Metin demir onu yalan çıkaramaz; sözünün doğruluğu, demiri parçalar. İşte şu meyelânlar, irade-i İlahiyeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir." (Mesnevi-i Nuriye, Nokt)
Bahsi geçen yerde meseleyi kâinat canibinden de izah etmektedir aslında. Bir incir tohumunun kayısı verdiği, bir aslanın kuzu doğurduğu, elma ağacının nar verdiği görülmemiştir.
''... Zira kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalattan geri bırakan, kizbdir...'' (İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi 9 ve 10. Ayetlerin Tefsiri)
Demek ki, kâinatta var olan hiçbir kanun ve mevcut fıtratının aksini göstermemiştir. Buradan anlıyoruz ki yalan fıtrî bir meseledir ve kâinatta ise, esaslı bir şekilde asarlarıyla cereyan eden sıdk ve doğruluktur. Fakat alakalı bahiste geçtiği gibi:
''Halbuki, şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana geçmek, pek kolay gidiliyor. Hatta, siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte, en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiyatla satılsa, elbette pek âli olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası, o dükkâncının marifetine ve sözüne itimad edip körü körüne alınmaz." (Sözler, Yirmi Yedinci Söz)
Bu bahiste, "bu âlem çarşısında üç şeyin revaçta olup imanın taravetini bozduğu"ndan bahsetmektedir.
"ÜÇÜNCÜSÜ: Nasıl ki, çarşıda, mevsimlere göre birer metâ mergub oluyor, vakit be vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de âlem meşherinde, içtimaiyât-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda birer metâ mergub olup revaç buluyor. Sûkunda, yani çarşısında teşhir ediliyor, rağbetler ona celb oluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Mesela, şu zamanda siyaset metâı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi...'' (bk. age.)
Asr-ı saadette, sıdk, bir güneş gibi tüm cenahlarıyla İslamiyet'in içinden Kur'an vasıtasıyla insanlara akıyordu. Küfür bir nevi yalan gibi tüm ahlaksızlığın madeni ve menşeiydi. Fakat şu zamanda bir kâfirin ruh çarşısında sıdk ve kizb nasıl bulunuyorsa, bir Müslümanın da ruhunda maalesef kizb imanla yan yana durabilmekte, küfrün mahiyeti siyahlıktan gri rengini almaktadır. Yani tam olarak küfür iman ayırımı bedahet kazanmamış olduğundan, bir insan kolayca yalana girebilmektedir.
Bir siyasetçi, dünyevî makam hırsıyla, Müslüman olduğu halde yalan söyleyebilmekte; aynı şekilde bir kâfir hayatı boyunca dürüst tavırlar sergileyebilmektedir. Bu mânâ bir insan ruhunda omuz omuza geldiği gibi, bir cereyanda ya da hizmet tarikinde veyahut belli zaman diliminde görülebiliyor. Yani bu zamanda sıdkın parlaklığı kâfirin, yalanın siyahlığı da mü’minin yanında bazen bulunduğu için, "omuz omuza" ifadesi kullanılmış olabilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar