İnsanın kendini beğenmeme, kusurlu görme olarak tanımlanan "Dismorfofobi" hastalığı hakkında Nurlardan reçete var mı?

İnsanın kendini beğenmeme, kusurlu görme olarak tanımlanan
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İnsan" dediğimiz varlık esas olarak ruhtan ibaret olup, cesedi onun elbisesi veya binası gibidir. Bu nedenle cesedin güzelliği veya zahiri çirkinliği bizim elimizde olmayıp kaderle takdir edilmiştir. Fakat ruhumuzun şekillenmesi bize bırakılmıştır. İnsanın iman, takva ve ibadetlerle ruhunu fevkalade güzelleştirebildiği gibi, küfür ve isyanlarla çirkinleştirebileceği çok ayet ve hadislerle sabittir.

İşte insanın nazar edeceği, bedenden ziyade ruh olmalıdır. İnsan ruhu, ebede namzet olduğu ve onu güzelleştirme imkânı bize verildiği için buna yoğunlaşmak ve güzelleştirmeye çalışmak lazımdır. Böylece bu inanç ve düşüncede olunca "Dismorfofobi" denilen hastalığa yakalanması söz konusu olmaz. En güzel kıvamda yaratılan bir insanın kendisini beğenmemesi söz konusu olamaz:

"Biz insanı en güzel biçimde yarattık." (Tin, 95/4)

Evet, insanoğlu ceset ile ruhtan mürekkep bir varlıktır. Ruhsuz insan yaşayamaz; ama cesetsiz insan, ruhuyla birlikte hayatı vardır ve yaşar. Binaenaleyh insanoğlu için en kıymetli şeyi ruhudur. Çünkü insanda esas olan ruhtur, beden değildir.

"İnsanın en kıymetli ve üstünde titrediği malı, onun ruhudur..." (Şualar, On Birinci Şua, On Birinci Mesele)

"Vücudun kemali, hayat iledir. Belki vücudun hakiki vücudu, hayat iledir.
Hayat, vücudun nurudur. Şuur, hayatın ziyasıdır. Hayat, her şeyin başıdır ve esasıdır."
(Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksat)

"Bilbedahe madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemalât ondan istenilsin.
Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur."

"Hem bizzarure madde lüb değil, esas değil, müstekar değil ki, işler ve kemalât ona takılsın, ona bina edilsin; belki yarılmağa, erimeğe, yırtılmağa müheyya bir kışırdır, bir kabuktur ve köpüktür ve bir surettir." (bk. age.)

Madem en kıymetli malımız ruhumuzdur, o zaman değeri de önemi de ona vermeliyiz. Nazarımız da ona müteveccih olmalıdır.

"Evet, her bir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği hâlde, bilbedahe aynen bâki kalmıştır. Öyle ise madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz. Yalnız müddet-i hayatta tedricî cesed libasını değiştiriyor.
Mevtte ise birden soyunur."
(bk. age., İkinci Maksat)

Ruhumuzun değeri ve kıymetini artıran, ondaki istidat ve kabiliyetlerdir. Bu kabiliyetlerin inkışafıyla şeref kazanır ve mertebeleri yükselir. Yani iman ve amellerimiz ile ruh ve kalbimiz değerlenir. Unutmayalım ki, kıyamet gününde Allah, bizim dış görünüşümüze ve mallarımıza bakmayacaktır. Ama Allah bizim kalp ve işlerimize bakacaktır.

"Evet, şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet, insanın cevheri büyüktür. Öyle ise ebede namzeddir. Mahiyeti âliyedir, öyle ise cinayeti dahi azîmdir. Sair mevcudata benzemez." (bk. age., a.y.)

"İşte aynen onun gibi; insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş." (bk. age., Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas)

Şimdi dikkat edilmesi gereken husus şudur; kendi bedenimize ve vücudumuza bakışımız, başkası adına olmaması gerekir. Yani vücudumuzu beğenmemenin sebebi, başkasının teveccühü ve takdiri ise bu hodfüruşluk ve hodendişliktir. Sadece kendini düşünür, gaflet nazarı olan mana-yı ismi ile bakıştır. Bu çok zararlı ve gurura inkılab edebilecek bir durumdur. Bundan sakınılması gerekir.

"İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz'î-küllî arzu vardır."

"Hatta o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i ahiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlak-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaif damarıdır." (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale)

"Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimi sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile belki yalanlarla nefsini medh ve tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ âyetinin bir tokadını yer."

"Temeddühü ve sevdirmesi ise, aksü'l-amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür." (Lem'alar, Yirmi Sekizinci Lem'a, Yirmi Yedinci Nükte)

Ama vücuduna nazar, mana-yı harfi ile olursa o zaman mevtini düşünür. Emanetini sahibine verir ve bu kötü hastalıktan ve teveccüh-ü nas hastalığından kurtulur. Yapmacık, riyakârlık ve tasannu' gibi hastalıklardan uzak durur. Beğenmek, beğenilmek ve beğenmemek gibi hastalıklara yakalanmaz.

"Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen, belayı bulur zahmete düşer; kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider." (Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup)

"Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimad eden, bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyardır. Öyle ise, sen bahtiyarsın." (bk. age., Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)

" اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır. Evet, bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur." (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

İnsanın en büyük maksadı ve gayesi, rıza-yı ilahi ve kabul-ü Rabbani olmalıdır. İltifat-ı Rahmani esastır. Diğer tüm beğenmeler geçicidir ve esassızdır; değeri yoktur.

"Evvela rıza-yı İlahî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in'ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir.. çünki kabir kapısında söner, beş para etmez!" (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale)

Ayrıca şuna da dikkat edilmedir. Bedeni de tamamen unutmak ve değer vermemek de olmaz. Çünkü Allah'ın ahsen-i takvimde yarattığı tek varlık insandır. Geçici ve arızi durumlar ve hastalıklar, buna engel olmaz. Bu hakikati değiştirmez.

"HAŞİYE: Sâni'-i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halk etmiştir..." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Birinci Mevkıf)

"... ve bedeninde gayet ince bir nizam ve gayet hassas bir mizan ve gayet mühim faideler ile yerleştirilen âlât ve duygularıyla ve cesedinde gayet sanatlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş ve gayet dikkatli bir muvazene içinde konulan cihazat-ı bedeniyesi..." (Şualar, Üçüncü Şua / Münacat)

Üstad Hazretleri de "Ben kendimi beğenmiyorum." demiştir. Ama bu mana, kendi namına ve ene hesabına "beğenmiyorumu" kastetmiş, yoksa Allah'ın esma ve sıfatılarının ayinesi olan cihetle değil. Maddi ve kusurlu nefsi ve amelleri için beğenmiyorum demiştir. Yoksa bedeni ve cesedinin sanat ve güzelliği için beğenmiyorum dememiştir.

"... Çünkü ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenab-ı Hakk'a çok şükür, beni kendime beğendirmemiş." (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)

"Hâlık-ı Rahîm'ime yüz binler şükrolsun ki; kendimi, kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıblarını ve kusurlarını bana göstermiş ve o nefs-i emmareyi, başkalara beğendirmek arzusu kalmamış." (bk. age., İşarat-ı Gaybiyye Hakkında Bir Takriz)

İnsanoğlu fıtraten kendine bakar ve kendini sever ve sevmelidir. Ama bunda ifrata düşerse mana-yı ismi ile bakıp kendine mal ederse, o zaman hastalıklar meydana çıkar. Allah hepimize bütün olaylara ve şeylere mana-yı harfi ile nazar etmeyi nasip eylesin.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...