İnsanların, meleklerin, ruhanilerin Cennette bir anda birkaç yerde bulunması konusunun dini kriterlerle çeliştiği iddia ediliyor, cevap verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İtiraz Edilen Kısım:
"(...) ruhânîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer sûretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i mesâliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl (...)"(1)
"(...) Cebrail hem Sidrede, hem sûret-i Dihyede, meclis-i Nebevîde, hem kim bilir kaç yerde!.. Azrail’in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor. Peygamberin bir anda, hem keşf-i evliyada, hem sâdık rüyalarda ümmetine görünür, hem Haşirde umum ile şefaatle görüşür. Velilerin abdâlı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür."(2)
"Nuranî ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l-emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde Huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda Huzur-u İlâhîde haşmetli kanatlariyle Arş-ı A’zamın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur. Evamir-i İlâhiyyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş."(3)
İddia:
Bütün müminler, Cenab-ı Hakk’ın her yerde hazır ve nazır olduğuna inanır. Böylece, Allah Tealâ’yı her şeyi, her yeri bilmek ve görmekle tavsif ederler. Said Nursî’nin bu ifadelerinden, Allah’ın bu sıfatlarına kullarının da sahip olduğu (?) anlaşılmaktadır. Şimdi, Said Nursî’nin bu çıkarımının öncüllerini ele alalım:..
İddiaya Cevap:
- Allah’ın sınırsız, sonsuz olan sıfatlarının anlaşılmasına bir ölçü birimi / vahid-i kıyasî olsun diye insanlara verilen sıfatlara, bir cihette Allah’ın sıfatlarını çağrıştırır bir nitelik verilmiştir. Diğer bir ifadeyle, insanoğlu taşıdığı sıfatlarıyla Allah’ın sıfatlarının anlaşılmasına hizmet etmektedir. Böyle bir görevi üstlenmek için elbette bazı ortak noktaların olması gerekir. İşte Allah bu sebeple insanı Rahman’ın sîretini, ahlakını, sıfatlarını gösterir şekilde yaratmıştır. Bu yaratılışımız sayesinde; ENE’mize/öz benliğimize bağlanmış olan ufacık bir malikiyetimizle Allah’ın her şeyin maliki, sahibi olduğunu; azıcık ilmimizle Allah’ın sonsuz ilmini; küçücük gücümüzle Allah’ın sonsuz kudretini idrak edebiliyoruz. Bulunduğumuz yeri görmekle Allah’ın her yeri görmekte olduğunu; frekans hattımızın alanı içinde olan sesleri işitmekle, Allah’ın bütün alanlardaki sesleri işittiğini anlayabiliyoruz.
- Bu hakikatlerden anlaşılıyor ki, Allah’ın sıfatlarına ortak olmanın caiz olmaması hususu, O’nun yaratıcılık, icat vasıflarına, mabud vasıflarına, tevhit inancını zedeleyen sıfatlarına ortak olmakla ilgilidir. Yoksa, insanların ilmi, iradesi, konuşması, görmesi, işitmesi, kudreti gibi vasıflarında Allah’ın ilgili sıfatlarına mazhar olması ve onları çağrıştıracak şekilde bir donanıma sahip olması, caiz olmakla beraber, inkârı kabil olmayan bir realitedir.
“O’nun/Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.”(Şura, 42/11)
mealindeki ayette bu realitenin altı çizilmiştir.
Demek ki, insan da görür, Allah da görür; insan da işitir, Allah da işitir; ancak bu iki ilahî ve beşerî sıfatlar görme ve işitme noktasında birleşiyorsa da asla birbirinin tıpkısı değildir. Çünkü “Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur.” Onun görmesi, işitmesi, insanlarınkine benzemez.
- İşte bu misaller gibi, bir meleğin veya insanın birden fazla yerde bulunması, Allah’ın vahdetini zedeleyecek bir vasıf değildir. Bir kere, insan veya melekler kendi başlarına, bağımsız olarak, Allah’ın inayeti olmadan iki yerde değil, bir yerde de bulunamazlar. Kaldı ki, bu yaratıkların birkaç yerde bulunması, her yerde hazır ve nazır olan Allah’ın bu konumuyla asla kıyas kabul etmez. Şunu da unutmayalım ki, Allah ilim ve kudret sıfatlarıyla her yerde hazır ve nazırdır; yoksa, kendi Zat-ı Akdesiyle hiçbir yerde değildir, Çünkü, Allah zaman ve mekândan münezzehtir. Çünkü, zaman ve mekân yok iken de o vardı. Maalesef, kendilerine selefî diyen bazıları Allah’a isnat ettikleri bazı vasıflarla -bilmeden de olsa- bir nevi teşbihe girmişlerdir.
* * *
İddia:
Cebrail (a.s.)’in aynı anda hem Sidretü’l-Münteha’da, hem de meclis-i Nebevîde olduğuna dair ne Kur'an’da ne de Sünnette herhangi bir delil vardır. Şüphesiz ki, Cebrail (a.s.) de zamanla kayıtlıdır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
"Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir."
İddiaya Cevap:
Bu ayette meleklerin birden çok yerlerde bulunamayacaklarına dair hiçbir delil yoktur. Bu ayette özellikle, iki şeyin altı çizilmiştir. Birincisi: Allah’ın sonsuz kudret ve sonsuz ilim ve hikmetini gösteren evrenin genişliği, büyüklüğüdür. Ayette, ferş / zemin ile Araş arasındaki o idrak edilmesi çok güç olan bir mesafeye dikkat çekilmekte ve Allah’ın azameti, saltanatı nazara verilmektedir.
İkincisi: Nurdan yaratılmış olan meleklerin ışık hızından çok daha fazla bir hıza sahip olduklarına işaret edilmektedir. Ve böylece ayette, ışık hızından daha fazla bir sürate sahip olan meleklerin bile ancak elli bin yıllık (belki elli bin ışık yılı) bir mesafeyi bir günde kestiklerine dikkat çekilmekte ve konuya muhatap olan insanoğlunu şaşkına çeviren bir kudretin azametine işaret edilmektedir.
- Adama sormazlar mı; “Meleklerin elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat etmeleri, onların birden çok yerde bulunmasına ne gibi bir engel teşkil ediyor? Böyle bir ifadeden öyle bir mana nasıl çıkarılabiliyor?" Ne olur aklınıza mukayyet olun!..
* * *
İddia:
Azrail (a.s.)’in aynı anda birçok yerde, eceli gelenlerin ruhunu aldığına dair de bir delil yoktur.
Kur'an-ı Kerim’in hiçbir yerinde ve hiçbir sahih hadiste, bütün kâinatta bir tek ölüm meleğinin olduğu bildirilmemiştir. Kur'an-ı Kerim’den bir tek meleğin ruhları kabzettiği manası da anlaşılmamaktadır. Aksine, çeşitli ayetlerde ruhları kabzedip teslim alan meleklerin çoğul çekimi ile zikredildikleri görülmektedir.
"Melekler, canlarını alırken kendilerine yazık eden kimselere: 'Ne işte idiniz?' derler. (...)"
"O (Allah), kullarının üstünde yegâne hâkimdir. Size koruyucu (melek)lar gönderir. Nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz (can almakla görevli melekler) onun canını alırlar, onlar (bu hususta) hiç geri kalmazlar."
"(...) O zalimler, ölüm sekeratı içinde, melekler ellerini uzatmış 'Haydi kendinizi kurtarın; bugün Allah’a karşı doğru olmayanı söylemiş ve onun ayetlerinden büyüklenerek uzaklaşmış olmanız dolayısıyla zillet azabıyla cezalandırılacaksınız.' derken onların hâlini bir görsen..."
"(...) Nihayet (ömürleri tükendiği zaman) elçilerimiz (melekler) gelip canlarını alırken: 'Hani Allah’tan başka yalvardıklarınız nerede?' dediklerinde: (...)"
"Melekler, iyi insanlar olarak canlarını aldığı kimselere de: 'Selâm size, yaptıklarınıza karşılık cennete girin!' derler."
"Fakat melekler, onların yüzlerine, sırtlarına vura vura canlarını alırlarken hâlleri nice olur?"
Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, büyük bir ölüm meleği (Azrail)nin emri altında ruhları kabzedip teslim almakla görevli daha başka pek çok melek vardır. Bu, aynen büyük bir şeytan (İblis)ın emri altında dünya üzerinde yayılmış pek çok şeytanın bulunmasına benzer.
İddiaya Cevap:
İlginçtir, bu itiraz eden kardeşlerimiz canları alan meleklerin çokluğundan söz eden ayetlere yer verdikleri halde, bir tek meleğin canları aldığından bahseden,
“Sen de ki: Sizi, canınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği vefat ettirecek, sonra da Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.”(Secde, 32/11)
mealindeki ayete yer vermemişlerdir. Oysa bu davranış objektif bir ilmî değerlendirmeye aykırıdır. Halbuki, sadece bu ayette “meleku’l-mevt = ölüm meleği” ifadesi kullanılmıştır. Bu meleğin adı Kur’an’da geçmemekle beraber, bunun “Azrail” adında bir melek olduğu hususunda ümmetin icma ve ittifakı vardır.
- İslam alimleri, söz konusu ayetlerde yer alan “canları alan melekler” ve “ölüm meleği” ifadesinden hareketle ruhları kabzeden yalnız Azrail mi, yoksa başka yardımcılarının da olup olmadığı hususunda iki ayrı görüş bildirmişlerdir.(bk. Maverdî, Secde, 32/11. ayetin tefsiri)
- Bir görüşe göre, Azrail ölüm ekibinin komutanıdır, onlara emreder, onlar da canları alır. Onun her tarafa gitmesine gerek yoktur.
Daha sağlam görünen ve delilleri daha kuvvetli olan diğer görüşe göre, bütün ruhları yalnız Azrail tek başına kabzeder. Diğer melekler ise onun yanında bulunan asistanlarıdır. Nitekim Taberî’nin bildirdiğine göre, Mucahid şöyle demiştir: “Yanında yardımcıları olduğu halde, bütün canları Azrail alır. Aynı anda ölenlerin sayısı ne olursa olsun, yeryüzü bir tepsi gibi önüne serilir, o da hemen yanı başındaki adamların canlarını almak için hepsine elini uzatıp canlarını alır.”(Taberî, İbn Kesir, Secde, 32/11. ayetin tefsiri).
- İbn Kesir, alimlerin büyük çoğunluğu, bu ayeti delil getirerek ruhları kabzeden meleğin yalnız bir melek olduğunu ve bunun Azrail adıyla meşhur olduğunu belirtmiştir.(bk. İbn Kesir, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
- Bütün ruhları yardımcılarıyla birlikte Azrail’in aldığına dair bir hadis-işerfin meali şöyledir:
“Berâ b. Âzib anlatıyor : ‘Allah Rasûlü (s.a.v) ile birlikte Ansâr'dan birinin cenazesine gitmiştik. Kabre vardık, henüz kabir yapılmamıştı. Allah Rasûlü (s.a.v) oturdu, biz de çevresinde oturduk. Sanki başlarımızın üzerinde kuşlar vardı. Allah Rasûlü (s.a.v)’in elinde bir değnek vardı ve onunla yere vuruyordu. Başını kaldırdı ve iki veya üç kere: "Kabir azabından Allah'a sığınınız." buyurup şöyle devam etti:
"Muhakkak ki inanan kul, dünyadan ayrılıp âhirete yöneldiği zaman, ona gökten beyaz yüzlü, yüzleri sanki güneş gibi olan melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden bir kefen, cennet kokularından bir koku vardır. Nihayet göz ulaşabilecek bir yerine otururlar. Sonra ölüm meleği gelir ve onun başucuna oturur. 'Ey hoş nefis (rûh) Allah'ın bağışlamasına ve hoşnutluğuna çık.' der. Rûh, su kabının ağzından damlanın aktığı gibi akarak çıkar. Ölüm meleği onu alır. Onu aldığı zaman elinde göz açıp kapayacak kadar dahi bırakmayıp hemen alırlar ve o kefenin içine koyup kokularlar. Ondan yeryüzünde bulunabilecek misk kokusunun en hoşu gibi bir koku çıkar. Onu yükseltirler. Uğradıkları her melek grubu: 'Bu tertemiz rûh kimdir?' derler. Onu alıp götüren melekler onun dünyada iken isimlendirilmekte olduğu isimlerinin en güzeli ile 'falan oğlu falandır' derler. Nihayet dünya semâsına onu ulaştırırlar, onun için açılmasını isterler ve ona açılır(…)."(İbn Kesir, İbrahim, 14/27. ayetin tefsiri).
- Hz. Azrail’in bütün ruhları -yardımcılarıyla birlikte- kendisinin aldığını gösteren değişik merfu ve mevkuf hadisler vardır.(bk. Suyutî, ed-Duru’l-mensur, Secde, 32/11. ayetin tefsiri).
- İşte bütün bu bilgiler gösteriyor ki, Hz. Azrail başkanlığında meleklerden oluşan bir ekip insanların canlarını kabzeder. Asıl canları alan ise Azrail’dir, diğer melekler ise onun yardımcılardır. Buna göre, yardımcılarıyla birlikte de olsa, Azrail her insanın canını almak için aynı anda eceli gelen bütün insanların yanında olması gerekir. Nurdan olan Azrail’in bir anda bir çok yerde temessül etmesinin akla, dine aykırı hiçbir tarafı yoktur. Aksi iddia delilsiz kalmaya mahkumdur.
* * *
İddia:
Cebrail ve Azrail’in yaptığı bir işin bir diğer işe mâni olmadığını iddia etmek de yanlıştır. Gerçi, insanlar da kabiliyetleri ölçüsünde aynı anda birden fazla iş yapabilmektedirler. Cebrail ve Azrail’in de aynı anda yapabileceği iş sayısı, insanlarınkinden fazla olmasına karşın, nihayetinde sınırlıdır. Bizim anlatmak istediğimiz, sonsuz ve mutlak kudretin sadece Allah’a mahsus olduğudur.
İddiaya Cevap:
Risale-i Nur baştan sona Allah’ın sonsuz ve mutlak kudret sahibi olduğunu, ondan başka her varlığın sınırlı bir güce sahip olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır. Böyle bir eser sahibinin meleklerin sonsuz kudrete sahip olduğunu söyleyebileceğine ihtimal vermek, ön yargının kurguladığı bir vehimden ibarettir.
Gözümüz önündeki güneş de bir anda milyonlarca iş görmektedir. Milyarlarca insanların gözbebeğine girmekte, onlara aydınlık vermekte, bedenlerine B vitaminin ulaştırmakta, bitkilerin hayat bulmasına katkı sağlamakta vs. Yani, bir iş bir işe mani olmayacak şekilde iş görmektedir. Çünkü, nuranîdir güneş. Melekler ise güneşten daha nurludur, nurdan yaratılmışlardır. Bunlar da güneş gibi bir anda birçok işi yapabilirler. Fakat bu, hiçbir zaman onların bu gücünü Allah’ın sonsuz kudretiyle bir mukayese manasına gelmez. Yaratılan ile yaratan arasındaki farkı her mümin çocuk bile bilir.
* * *
İddia:
"Göklerde ve yerde olan herkes ondan ister. O, her gün (her an) bir iştedir."
"(...) O, her işi idare edip düzenler. (...)"
"Gökten yere bütün işleri o tanzim eder. (...)"
Allah Tealâ, kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür. Kendisine edilen bütün dualara karşılık verir. Sesleri birbirine karıştırmadan ancak o işitir. Her şeyi ancak o görür, o bilir. Her türlü eksiklikten münezzeh olan sadece o; bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olan da sadece odur. Onun dışındaki herkes ve her şeyin eksiklikten bir nasibi vardır. Melekler ve peygamberler ise onun kullarıdır. Aynı anda birçok yerde olup, birçok işler yapamazlar. Her şeyi işitip, göremezler.
Bir tek meleğin bütün yeryüzünde her ölen kişinin ruhunu tek başına kabzettiğini farz etsek bile yine de bu, Allah’ın o meleğe belirli bir zaman dilimi için bahşettiği güç ve yetki demektir. O hâlde, bütün kâinatta her yerde hazır ve nazır olan Allah’ın bu sıfatları ile o meleğin ne ilgisi vardır? Ve buradan kıyas yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her yerde olduğu, her şeyi gördüğü sonucuna varabilir miyiz? Bu iki konu arasında ne gibi ilgi ve münasebet var ki birbiriyle kıyaslanabilsin, birbirine benzetilebilsin?
İddiaya Cevap:
“Allah’ın izni olmadan hiçbir yaprak bile düşmez.” hakikatini, her Müslüman gibi elbette Bediüzzaman Hazretleri de bilir ve herkesten daha iyi bilir.
- Buradaki mesele, yaratılmış olan bir varlığın birden fazla yerlerde bulunmasının aklen veya dinen caiz olup olmamasıdır. Eğer, Allah güneşe, nuraniyetine binaen bir anda milyarlarca yerlerde yedi ışığı ve ısısıyla temessül edip bulunma salahiyetini vermişse, eğer Hz. Azrail gibi nuranî bir meleğe bir anda milyonlarca yerlerde temessül edip oradaki insanların canlarını alma imkânını vermişse; Hz. Cebrail gibi nuranî bir meleğin bir anda vahiy getirip hatta bazen Dıhye adındaki sahabî kılığında geldiği anda, aynı zamanda kendisine tevdi edilen çok önemli görevlerinin de başında olabilme kabiliyetini vermişse, neden manevî şahsiyetiyle melekten de nuranî olan Hz. Peygamber (asv) ve ona tabi olan nuranî veliler de aynı kabiliyete mazhar olmasınlar? Onlarda olmayan bir sakınca neden bunlarda olsu ki?..
- Şunu da unutmayalım ki, hiçbir mümin Hz. Peygamber (asv)’in veya velilerin kendi başlarına, her zaman veya istedikleri zaman, Allah’ın yardımını almadan bir iş yapabileceklerine veya birkaç yerde bulunabileceklerine ihtimal vermez. Buna ihtimal veren cahiller zaten bizim konumuzun dışındadır.
- İnsanlar şimdi uçakla bir anda buradalar, birkaç dakika sonra başka yerdeler, bir kaç saat içerisinde adeta dünyayı turlarlar. Her insan, hayaliyle bir anda geçmiş ve gelecek zaman tüneline girebiliyor, rüyasında bir dakikada belki senelerce süren bir maceraya katılıyor. Hz. Süleyman (as) bir günde iki aylık bir mesafeyi katedebiliyordu. Hz. Muhammed (asv) çok az bir zaman diliminde Mekke’den Kudüse, oradan da göklere, sidretü’l-müntehaya ve kab-ı kavseyne gidip dönmüştü, daha yatağının ısısı devam ediyordu. Allah’ın lütfettiği bu harikulade tablolar ortada iken, benzerlerinin olamayacağını söylemenin alemi ne?..
* * *
İddia:
Bir diğer öncül, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bütün ümmetinin salâvatını birden işittiğidir. Bu iddia da, Sünnete tamamen aykırıdır ve delilden yoksundur. Hz. Peygamber, kendisine getirilen salâvatı duyduğunu değil, salâvatın kendisine ulaştırıldığını bildirmiştir:
"Bana bir defa salât edene, Allah on defa salât eder. Bir melek, getirdiği salâvata vekil tayin edilmiştir, onu bana tebliğ eder."
"Şüphesiz ki, Allah’ın gezici birtakım melekleri vardır. Onlar, ümmetimin selâmını bana tebliğ ederler."
"Nerede olursanız olun bana salât edin! Şüphesiz, salâvatınız bana tebliğ edilir."
"Muhakkak ki Allah, kabrime bir meleği vekil eder ve ona yaratıkların isimlerini verir. Kıyamet gününe kadar her kim bana salât ederse, o melek bunu bana onun ve babasının ismi ile ulaştırır: 'Şu fulân oğlu fulân sana salât etti.' der."
"Her cuma günü bana salâtı çoğaltınız! Çünkü, o gün meşhûddur, melekler şahitlik ederler. Kim bana salât ederse, bitirinceye kadar salâtı bana arz edilir." Ben (Ebu’d-Derda), Resulullah’a:
- Ölümünden sonra da mı (böyledir)? dedim.
- Şüphesiz, Allah yere, peygamberlerin cesetlerini yemeyi (çürütmeyi) haram kıldı, buyurdu.
"(...) Cuma günü bana salâtı çoğaltınız! Çünkü, salâtınız bana arz olunur." Ashap:
“Ey Allah’ın Elçisi, salâtımız sana nasıl arz olunur? Hâlbuki siz, çürümüş olacaksınız.”, deyince, Resulullah (asv):
- Şüphesiz, Allah Azze ve Celle yere, peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı, buyurdu.
Ara cevap:
Demek ki bu hadis bize bildiriyor ki, -bazılarının iddialarına rağmen- Hz. Peygamber (asv) kabrinde hayattadır. Eğer hayatta olmazsa cesedin çürümesi ile çürümemesi arasında ne fark kalır ki?
İddianın Devamı:
Açıkça anlaşılıyor ki, ümmetinin salât ve selâmlarını Resulullah’a melekler arz ve tebliğ ederler. Yoksa, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi Hz. Peygamber (asv) bunları bizzat işitiyor değildir.
İddiaya Cevap:
Yine itirazcı arkadaşlar, işlerine gelmeyen hadisi yazmaktan özellikle kaçınmışlardır. Onu biz aktaralım:
Hz. Ebu Hureyre’den gelen rivayette Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurdu:
“Herhangi bir kimse bana selam verdiğinde, Allah ruhumu bana iade edecek ve ben de onun selamını alırım / selamına selam ile mukabele ederim.”(bk. Ebu Davud, Menasik, 100).
- Yine Ebu Hureyre’den gelen bir diğer hadis rivayetinde Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurdu:
“…Bana salavat getirin, çünkü siz nerede olursanız olun, salavatınız bana ulaşır.”(a.g.e).
Burada “bana ulaştırılır” denmemiş, “ulaşır” denmişti ki, bu açıkça salavatın kendisine doğrudan ulaşacağı manasına gelir.
Ebu Davud ve daha başka hadis kaynaklarında yer alan,
“...Cuma günü bana salâtı çoğaltınız! Çünkü, salâtınız bana arz olunur…”
hadisin açıklamasını yapan alimlerin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asv) ümmetinin yaptığı iyi amellerinden ötürü sevinir, kötü amellerinden ötürü üzülür. İbn Hacer el-Mekkî’nin belirttiğine göre, bütün peygamberler kabirlerinde hayattadır, namaz kılarlar, yalnız yemek yemez ve içmezler, bir nevi melek hayatını yaşıyorlar. Beyhakî bu konuda hususî bir kitap yazmıştır. (Geniş bilgi için bk. Avnu’l-Mabud).
* * *
İddia:
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüştüğü ve bu görüşmelerin birbirine mâni olmadığı da doğru değildir. Bu da öncekiler gibi mesnetsiz bir iddiadır.
İmam Gazalî, İhya’da "Aklın Hakikati ve Kısımları" konusunda şöyle diyor:
(...) Küçük bir çocuğun, caiz (mümkün) olan şeyleri caiz, muhâl olan şeyleri muhâl kabul etmesi: İkinin birden çok olduğunu, bir adamın bir anda iki yerde bulunamayacağını bilmesi gibi zarurî ilimlerdir.
İddiaya Cevap:
Bu kural genel bir mantık kaidesidir. Bu genel kanun mümtaz fertler için bir istisna teşkil etmeyeceğine dair elimizde ne gibi bir delil vardır? Kaldı ki, bu prensip kesif olan maddî şeyler için geçerlidir. Nitekim, nuranî olan güneş bir anda bütün özellikleriyle milyonlarca yerde temessül etmektedir. Güneşin en bariz özelliği, ısıtıcı bir ateş kütlesine ve yedi renkteki ışıklara sahip olmasıdır. Bu özelliği, güneşin bulunduğu her yerde görmek mümkündür. Bu bir nuranî temessüldür. Cansız bir varlığa bu kabiliyeti veren Allah neden çok sevdiği elçilerine veya salih kullarına bunu vermesin. Bunun şirkle ne alakası var? Maddî teknik ve teknoloji planında bir anda bir insanın temessülü binlerce televizyon akranında görünüyor, ancak insan genel olarak kesif, maddî olduğu için temesüllerinin hepsi ölü hükmündedir. Ancak, güneş, melek, ruh, nuranî ruh sahipleri olan peygamberler ve bir kısım velilerin temessülü ise nuranîlik vasfından ötürü ölü değil canlıdır.
Dipnotlar:
(1) bk. Mektubat, On Beşinci Mektup.
(2) bk. Sözler, Lemeât, Temesülün Aksamı...
(3) bk. age., On Altıncı Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü