"İşte, bazen şu mertebeyi ispat için âyât-ı Kur'âniye öyle bir daireyi gösteriyor, bütün mahlukatı fenâya gönderip, yeniden getirecek bir kudret ve hikmetin asarını gösterir." Bütün mahlukatın yok olması Kur'an'da nerede bildiriliyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Her şeyin bir anda yokluğa varıp gelmesini ifade eden ayet Kur’an'da şöyle zikredilmiştir:

"...Her şey helak olup gidicidir, ona bakan yüzü müstesna." (Kasas, 28/88)

Bazı âlimler, bu ayette ifade edilen "yok olma" manasının cennet ve cehennemi içine alan beka âleminde olmayacağını söylüyorlar. Yani mana-yı muhalifi ile "helak olma, sadece maddi âlemde olacak." diyorlar.

Bazı âlimler ise, yok olma fiilinin maddi âlemle beraber cennet ve cehennemi de içine alan beka âleminde olacağını, lakin bunun çok hızlı olacağını ve hiç kimsenin yok olduğunun farkında bile olmayacağını ifade etmişlerdir.

Üstad Hazretleri bu ayeti şu şekilde tefsir ediyor:

"Bu ayetin ahirete, cennete, cehenneme ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?"

"Elcevap: Şu mesele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i keşif ve ehl-i velayetin medar-ı bahsi olmuş. Şu meselede söz onlarındır. Hem de şu ayetin çok genişliği ve çok meratibi var."

"Ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: 'Âlem-i bekaya şümulü yok.' Diğer kısmı ise: 'Âni olarak onlar da az bir zamanda bir nevi helakete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki, fenâya gidip gelmiş hissetmeyecekler.'"

"Amma, bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fenâ-yı mutlak ise, hakikat değildir. Çünkü Zât-ı Akdes-i İlâhî madem sermedi ve daimidir; elbette sıfatı ve esması dahi sermedi ve daimidirler. Madem sıfatı ve esması daimi ve sermedidirler; elbette onların aynaları ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekadaki bakiyat ve ehl-i beka, fenâ-yı mutlaka, bizzarure, gidemez." (Mektubat, On Beşinci Mektup.)

Allah’ın isim ve sıfatlarına ayinedarlık yapan mevcudatın yokluğa gitmesine isimler ve sıfatlar müsaade etmez. Bu sebepten dolayı varlığın yokluğa gidip tekrar geri gelmemesi düşünülemez.

"Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden şimdilik iki nokta hatıra gelmiş; icmalen yazacağız."

"Birincisi: Cenâb-ı Hak öyle bir Kadir-i Mutlaktır ki, adem ve vücut, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir."

Üstad Hazretleri burada Allah’ın sonsuz kudretine atıfta bulunarak, varlığın hiç kimse hissetmeden bir anda yok ile var arasında gidip geleceğine işaret ediyor. Bu da Allah’ın azamet ve kibriyası nokta-i nazarından muazzam bir hâdisedir.

"Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhît var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir unvandır. Hatta, bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik 'a'yân-ı sâbite' tabir etmişler. Öyleyse, fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u maneviye ve ilmîye girmektir. Yani, halik ve fâni olanlar, vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u manevi giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer..."

Evet, mutlak mânâda yokluk diye bir şey yoktur. İki zıddın beraber bulunması aklen caiz değildir. Allah’ın mutlak varlığı, mutlak yokluğu imkânsız kılıyor. Zira mutlak varlık, yokluğa müsaade etmez. Allah’ın sonsuz ilmi bütün varlıkları ihata ettiği için, faraza bir eşya cismanî vücut noktasından yok olsa bile Allah’ın nihayetsiz ilminde yine vardır. Yani her şeyin aslı vücud-u ilmîde vardır.

"İkincisi: Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi, her şey, mana-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zâtında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mânâ-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esmâ-i bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu baki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir."

"Hem كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ insanın elini mâsivâdan kesmek için bir kılıçtır ki, o da Cenâb-ı Hakk'ın hesabına olmayan fâni dünyada, fâni şeylere karşı alakalarını kesmek için, hükmü, dünyadaki fâniyata bakar..."

Üstad Hazretlerinin bu ifadeleri hem kalbin marazına bir şifadır hem de âyete farklı bir izahtır. Eşyanın mânâ-yı ismî ve mânâ-yı harfî olmak üzerek iki yüzü vardır. Mânâ-yı Harfî eşyanın Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olmasıdır ki, bu yüzü asla hiçlik ve yokluğa mahkûm değildir. Zira isimler ebedî olduğundan onların aynası olan eşya da onunla birlikte ebediyete mazhardır.

Eşyanın diğer yüzü olan mâna-yı ismî ise, Allah’ın isim ve sıfatlarına değil, kendi zâtlarına ve nefislerine bakan yüzüdür. Eşya bu noktada kendi başına bir varlığa sahip olmadığı için hiçliğe ve yokluğa mahkûmdur. İşte ayette yokluğa mahkûm olacak olan, eşyanın bu fani yüzüdür. Âyetin kılıcı ile başı kesilen de eşyanın bu yüzüdür.

"...Demek, Allah hesabına olsa, mana-yı harfiyle olsa, liveçhillâh olsa, mâsivâya girmez ki, كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ kılıcıyla başı kesilsin."

"Elhasıl: Eğer Allah için olsa, Allah'ı bulsa, gayr kalmaz ki başı kesilsin. Eğer Allah'ı bulmazsa ve hesabıyla bakmazsa, her şey gayrdır. كُلُّ شَىْءٍ هاَلِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ kılıcını istimal etmeli, perdeyi yırtmalı, tâ Onu bulmalı." (Mektubat, On Beşinci Mektup.)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...