"İtikad-ı küfriye, iki kısımdır: Birisi: Hakaik-i İslâmiyeye bakmıyor. İkincisi: Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır: Birisi: Adem-i kabuldür. İkincisi: Kabul-ü ademdir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Üstad Hazretleri, Allah’ı inkâr edenleri aynı kefeye koymuyor, küfrü ve kâfirleri iki kısma ayırıyor. Birisi adem-i kabul, diğeri kabul-ü adem.

Küfrün birinci kısmı ve taifesi; İslam hakikatlerini düşünmeyen taassup ehli olanlardır. Bunlar, ölümü ve ötesini düşünmeden yaşamayı, zevk ve menfaatten başka her şeyi faydasız bulmayı hayatlarının değişmez prensibi kabul etmişlerdir. İşte bu kesimin küfrü “adem-i kabul” olarak isimlendiriliyor. Adem-i kabul, yani kabulsüzlük, iman hakikatlerini düşünmeden yaşamak ve inkâra sapmak. Bu inkâr kolaydır, inkârcıların kahir ekseriyeti bu sınıftandır.

Bunlar, iman ehliyle bir mücadeleye girişmeden, sadece kendi nefsanî hayatlarını sürdürmekle meşgul olan ve iman hakikatlerine karşı lakayd kalan, batıl şeylere körü körüne inanan insanlardır. Bunlar, mü’minlerin el atmaları gereken büyük kesimdir.

İkinci grup ise, iman hakikatlarını kabul etmeyen, aksini ispatlamaya çalışan, küfrü dava edinip, İslam’a ve imana karşı savaş açan, insanları kendi batıl fikirlerine çekmeye gayret gösterenlerdir. İşte İslâm’ın azılı düşmanları bu gruptaki insanlardır. Bunların itikat dünyaları ise, “kabul-ü adem” ile ifade edilir; yani yanlış bir yolu kabul etme, bâtılı dava etme… İşte bizim asıl düşmanımız insanları cehenneme sürüklemeyi bir ideoloji, bir batıl itikad olarak benimseyen bu insanlardır.

Bu yolda gidenlerde düşünmemek değil, kalblere batıl itikadı yerleştirmek söz konusu.

Adem-i kabul’de, bir hakikatı ispat eden delilleri hiç düşünmemek ve onlarla alâkadar olmamak söz konusu. Bu bilgisizlik o adamın inançsız kalmasına yetiyor.

Kabul-ü adem’de ise o hakikatın yokluğuna delil getirilmesi gerekiyor. Mü’mine düşen vazife, Allah’ın kulu olmada birleşen her iki grup insana da ulaşmanın ve onlara hakkı tebliğ etmenin yollarını aramaktır.

Bu yüzden, bu tip insanlara bir şeyi ispat etmeye kalkışmak ve kat’î deliller sunmak fayda temin etmez. Onun içindir ki Üstad, biz onlara karışmayız, onlar da bize karışmaz, diye buyuruyor. İnanmamayı ve yanlışı, sabit bir fikir haline getiren bir insanı ikna etmek mümkün değildir. Delil ve ispat yolları böyle bağnaz adamlara kapalıdır.

"Elhasıl, itikad-ı küfriye, iki kısımdır:"

"Birisi: Hakaik-i İslâmiyeye bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve bâtıl bir itikat ve hatâ bir kabuldür ve zâlim bir hükümdür. Bu kısım bahsimizden hariçtir. O bize karışmaz, biz de ona karışmayız."

Bu fikri savunan kâfirler, düşünmeden, araştırmadan, muhakeme etmeden, körü körüne, küfre teslim olmuşlardır. İslam dini ile fikir ve muhakemeye girişmiyorlar. Dünyanın en parlak delillerini ve mu’cizelerini de getirseniz, gözlerini kapatırlar. Bu sebeple bizim bu kâfirlerle, onların da bizimle işi olmaz.

Mesela, Hindu ve Budistler gibi putperest olan birçok inanç gruplarının İslam ile münasebet ve alakaları yoktur. Bunlar İslam dinine hücum etmedikleri gibi, dinlerinin böyle bir sevki ve gayesi de yoktur. Buna benzer dünya üzerinde çok inanç grupları vardır ki, bunlar muhakeme ve mukayese ile değil, takliden ve örfen inandıkları için, herhangi bir tahkik ihtiyacı hissetmiyorlar.

"İkincisi: Hakaik-i imaniyeye karşı çıkar, muaraza eder. Bu dahi iki kısımdır:"

İkinci kısım kâfirler ise; İslam dinini batıl sayıp, menfi fikirler ileriye sürüyor, kendi küfriyatlarını hak sayıyorlar. Ve bu hususta fikrî bakımdan karşı çıkıp savaş ilan ediyorlar. Bunlar da kendi aralarında iki kısma ayrılmışlar.

"Birisi: Adem-i kabuldür. Yalnız, ispatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir; bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir."

Kabul etmemek; bu kısımda olanlarda bir fikir ve muhakeme yoktur; inat ve cehalet esastır. Bunlar fikren ve muhakeme noktasından İslam’ın karşısında duramadıkları için, küfürlerini muhafaza niyeti ile inat edip iman etmiyorlar; ama düşmanlıklarını da devam ettiriyorlar. Burada inat ve cehalet hükmettiği için, fikir ve muhakeme noktasından yapacak bir şey yoktur. Bu sebeple Üstad Hazretleri; “bunlar da bahsimizin haricindedir” diyor.

"İkincisi: Kabul-ü ademdir. Kalben, ademini tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir itikaddır, bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini ispat etmeğe mecburdur."(1)

Kabul-ü adem ise; olmayan ve olması mümkün olmayan bir şeyi fikren ve muhakeme noktasından ispat etmeye kalkışmak ve öylece dava etmektir. Yani bunlar hem İslam’ı inkâr ediyorlar, hem de kendi batıl davalarını ispata kalkışıyorlar. İşte üstadın muhatap aldığı ve fikirlerini çürüttüğü kesim bunlardır. Bunların küfürleri dava ve fikrî bir hareket olmasından dolayı karşısına fikren ve muhakeme noktasından çıkmak gerekiyor ki; Risale-i Nurlar bunlardan en kuvvetli olanıdır. Bunlar küfürlerini hüküm ve itikada bindirdikleri için, ispat ile mükelleflerdir. Zira müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Mesela; “ahiret yoktur” diyebilmek için, bütün kâinatı gezip dolaşması gerekir ki, ondan sonra hüküm verebilsin. Yoksa bir yere bir noktaya bakıp yok demek, ispat noktasından makbul değildir.

İkisi arasındaki en büyük fark; birisi düşmanlık etmeden küfründe ısrar ediyor, değeri ise düşmanlık ile beraber küfrünü devam ettiriyor.

(1) bk. Şualar, Yedinci Şua.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 17.161
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

MEKKE
ALLAH SİZİ BÖYLE HİZMETLERDE MUVAFFAK ETSİN .HEPİMİZİ AYDINLATIYORSUNUZ..ALLAH RAZI OLSUN...
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
taner_tonkur

Allah razı olsun.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...