"Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur." İzah eder misiniz?
- Hani dinde zorlama yoktu, neden insanlar bu şekilde yargılanıyor?
- Namaz kılmayan günümüz Müslümanlarına "hain" hükmü vermemiz doğru mu?
Değerli Kardeşimiz;
"Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur.”(1)
Allah’ın kainatı yaratmasındaki asıl gaye kendini, isimlerini ve sıfatlarını tanıtmak ve sevdirmektir. Bu durumda insanın kainatta en önemli ve en birinci vazifesi, Allah’ı iman ile tanımak ibadet ile kendini Ona sevdirmektir. Başka hiçbir görev, hiçbir ihtiyaç, hiçbir düşünce, hiçbir ideoloji bu görevin üstüne çıkamaz, önüne geçemez. Bu yüzden şu kainat içinde insan için en önemli en yüksek en birinci hakikat imandır.
İnsanın iman ile Allah’ı tanımasından sonraki en önemli vazifesi, ibadet ile Allah’a kendini sevdirmesidir. İbadetlerin ise en özeti en kapsamlısı en sembolik olanı en ısrarla isteneni ise namazdır. Bu yüzden iman sıralamasından sonra ikinci sıraya ne gelebilir denildiğinde akla ilk namaz gelir. İbadetler içinde en çok namaz emri Kur’an da zikredilir.
Namaz sadece bir ibadet, değil insanı bütün kötülüklerden koruyan ve alıkoyan bir kale bir zırh gibidir.
"Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir." (Ankebût, 29/45)
Namaz kılmak, imandan sonra gelen en büyük hakikattir. Bundan dolayıdır ki, Kur’ân-ı Kerim'de yüze yakın yerde namazdan bahsedilmektedir. Hiçbir ibadete bu kadar ehemmiyet verilmemiştir. Çünkü namaz, müminin Rabbiyle olan en yakın münasebetidir. Namaz kılmayan insan bu münasebeti zayıflatmış, kendisini nefis ve şeytan gibi düşmanların arasına atmış olur ki, asıl büyük tehlike budur.
Buradaki "hain" ifadesi, vazifesini ifa etmeyen adamın durumuna işaret ediyor. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin ana sebebi ve ana gayesi ibadettir. Şayet insan bu ibadet vazifesini ifa etmez ise, gönderiliş gayesine ve hedefine hainlik etmiş olur. İşte buradaki hainlik bu manayadır.
Merdut ifadesi ise, vazifesine dikkat etmeyen ve hain durumuna düşen bir adamın ciddiye alınacak bir tarafının olmadığına kinayedir. Yani lafına ve sözüne itibar edilmez demektir. Toplumda bile cüzi bir işe ihanet eden hain adamlar ciddiye alınmaz. Namaz gibi önemli bir vazifeyi terk eden bir insanın ihaneti daha büyük bir hainliktir.
(1) bk. Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı.
- Hani dinde zorlama yoktu, neden insanlar bu şekilde yargılanıyor?
"Dinde zorlama yoktur." hükmü, başka dinde ve inançta olan kimselere zorla İslam’ı kabul ettirme anlamındadır. Yani bir Yahudi ya da Hristiyan’ı zorla Müslüman yapamazsın, denilmek isteniyor. Zira iman gönül ve kalp işidir, insanların kalp ve gönlüne baskı ile bir şeyi kabul ettiremezsin. Baskı ile onu ancak iki yüzlü yaparsın, gerçek iman ancak severek ve isteyerek gerçekleşir.
Mesela, bir Amerikan vatandaşını zorla Türk vatandaşı yapmak, sonrada Türk kanunlarına onu uymaya zorlamak haksızlık ve hukuksuzluk olur. Ama bu vatandaş kendi hür iradesi ile Türk vatandaşlığını kabul edip Türkiye’ye yerleşirse o zaman Türk kanunlarına riayet etmek mecburiyetindedir. Vatandaşlığa zorlamak ayrı bir şey -ki bu haksızlık ve hukuksuzluktur- vatandaş olduktan sonra kanunlara uymaya zorlamak ayrı bir şeydir. Kimse kalkıp ben vatandaş, olurum ama kanunlara uymam diyemez. Asıl tutarsızlık ve çelişki buradadır.
Bir kimse severek ve isteyerek Müslüman olduktan sonra Müslümanlığın gereklerini yani emirlerini ve yasaklarını yerine getirmek zorundadır. Şayet bu gerekleri yerine getirmez ise bunun müeyyideleri vardır. Tıpkı yukarıda vermiş olduğumuz örnekteki gibi.
"Müslüman’ım ama faiz yerim, adam öldürürüm, namaz kılmam, kimse bana karışamaz." demek, tıpkı "Türk vatandaşıyım, ama Türkiye Cumjuriyeti kanunlarını takmam, kimse da bana müeyyide uygulayamaz." demek gibidir ki, bu hakikaten ahmaklık olur.
Namaz her Müslüman’a farz kılınmıştır, bunu mazeretsiz terk etmenin belli müeyyideleri vardır. Bu müeyyideler fıkıh kitaplarında etraflıca izah edilmiştir.
Mâlikîler, Şâfiîler ve Hanefîler “inkâr” olmadıkça, namaz kılmayanın küfrüne hükmetmemişler, ancak namaz kılmayanın hemen tövbe etmesini teklif etmişlerdir. Tövbe etmediği takdirde, her üç mezhepte de tövbe edene kadar ta’zir cezâsı gündeme getirilmiştir. Ta’zîr cezâsı ise, hâkimin ve ulu’l-emrin takdirine göre verilebilen bir cezâ türüdür.
Diğer yandan İslâm Tarihi boyunca irfan ve irşad müesseselerinin beyaz sayfaları, namaz konusunda teşviki, kolaylaştırmayı ve sevdirmeyi birinci plâna alan sayısız irşâd örnekleriyle doludur.
Şu halde günümüzde de namaz hususunda gözüken tek çözüm yolu, aydınlatmak, irşad etmek, bilgilendirmek, kolaylaştırmak, sevdirmek, teşvik etmek ve müjdelemekten geçmektedir. Korkutmak, kabir azabıyla veya Cehennem ateşiyle tehdit etmek, zor kullanmak, küfürle itham etmek, kınamak, küçümsemek, dışlamak; Peygamber Efendimiz (asm)'in
“Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”(1)
emrine aykırı fiiller olur. Ki, gâyet nâzik ve nezih bir ibâdet olan namaz için aslâ tasvip edilmez! Bilhassa namazın, kul ile Rabb’i arasındaki en sıcak ve tam huzuru içeren bir iletişim bağı olduğu düşünülürse; çok ehemmiyetli olan bu ibâdetin, insanlara behemehal sevdirilmesi gerektiği daha iyi anlaşılmış olur. Namaz hususunda, vahye dayanmayan bir takdîrî cezâyı telaffuz etmenin bile, bilhassa günümüzde, büyük sancıları ve sakıncaları berâberinde getireceği açıktır. İnsanları namazdan, daha da tehlikelisi dinden soğutmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
(1) bk. Buhari, İlim 11; Müslim, Cihad 6.
- Namaz kılmayan günümüz Müslümanlarına "hain" hükmü vermemiz doğru mu?
"Hain", kelime olarak emanete hıyanet eden, iyiliğe karşı kötülük ile mukabele etmek demektir.
Bu cümlede kullanılan "hain" kelimesini iki şekilde anlamak mümkündür.
Birincisi, Allah’ın, insana vermiş olduğu sayısız nimetlerine karşı nankörlük etmektir ki bu anlamda namaz kılmayan herkes hain sayılır. Çünkü namaz, bu nimetlere karşı insanın külli bir şükrüdür. İnsan namazı terk ettiği zaman şükrü de terk etmiş oluyor ki bu özü itibarı ile hainliktir.
"Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız."(1)
İkincisi, namazın farz oluşunu, İlahi bir buyruk oluşunu inkâr ederek namaz kılınmıyor ise, bu her tarafı ile bir ihanet tam manası ile bir hainliktir. Bu manası ile Müslümanlara hain demek doğru olmaz. Çünkü fasık bir Müslüman, namazı inkâr ettiği için değil, tembellik ve gafletten dolayı terk etmektedir.
(1) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
DİNDE ZORLAMA YOKTUR ÂYETİ
“Dinde ikrah (zorlama) yoktur.” — Bakara Suresi, 256 Bu ayetin nüzul sebebine bakıldığında, ayet-i kerimede Hıristiyanlara ve Yahudilere İslam Dini’ni kabul etmeleri konusunda bir baskı yapılamayacağı bildiriliyor. Bununla birlikte, müfessirlerimiz bu ayetin her çeşit baskı için de geçerli olduğunu önemle vurguluyorlar ve “Dinde zorlama yoktur.” ayet-i kerimesini, “zorlamanın her çeşidinin dinde yeri olmadığı” şeklinde yorumluyorlar. Bunlardan sadece ikisini takdim ediyorum: “İslamiyet’i kabul etmesi için kimseye cebredilmez ve din-i İslam hiçbir muamele hakkında ikrahı tecviz etmez. Gerek din hususunda, gerek başka hususlarda ikrah cihetine gidilmez.” — Ömer Nasuhi Bilmen, 267 “Aslı mana “ikrah, dinde yoktur” demek olur. Yani sade dine değil her neye olursa olsun cins-i ikrah din-i hak olan İslam’da mevcut değildir. Dinin mevzuu efal-i ızdırariye değil, ef ’al-i ihtiyariyedir.” — Elmalılı Hamdi Yazır, 860 Elmalılı, konunun devamında şu önemli noktaya da dikkat çeker: İkrah ile vaki olan amelde, dinin vadettiği sevap bulunmaz. Alimlerimiz bu ayeti tefsir ederken, bir kaideyi de önemle hatırlatarak bu ayet-i kerime ile zorlamanın her çeşidinin yasaklandığına vurgu yaparlar. Kaide şudur: “Nüzul sebebinin hususiyeti hükmün umumiyetine zarar vermez.” ••• Ruhu’l-Beyan tefsirinde şöyle buyrulur: Bu ayet kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü cizye ancak bunlardan kabul edilip alınır. Bunlar zor kullanılarak İslam’a sokulmazlar. Onlar Arap müşrikleriyle aynı düzeyde tutulmazlar. Çünkü müşriklerden cizye kabul edilmez.” (Sayfa 444) Bu ayet ile Yahudi ve Hıristiyanlara inanç konusunda baskı yapılamayacağı beyan edilmiştir. Ancak, Arap yarımadasındaki müşrikler hakkında hüküm çok farklıdır. Bu müşrikler cizye vermekle harpten kurtulamazlar. Onlar için sadece iki yol söz konusudur; inanmak, yahut Müslümanlarla savaşmaya devam etmek. “Onlarla ya savaşırsınız, yahut onlar Müslüman olurlar.” — Fetih, 16
“Kâfir eğer zimmî olsa, dahilde olsa cizye verse, hariçte olsa musalaha etse İslamiyet’çe hakkı mahfuzdur.” Buna göre, hariçteki gayr-ı Müslimlerle bir anlaşma yapılmışsa, dahildekiler de cizye denilen vergilerini veriyorlarsa bütün hakları koruma altındadır. Bu gerçeği bildikleri haldi aksini savunanların temel hedefleri, İslamiyet’in kılıç zoruyla ve baskı uygulanarak yayıldığını zihinlere yerleştirmektir. Hıristiyan aleminde kendi hür iradeleriyle İslam’ı seçen bilim adamları böyle bir iddianın tutarsızlığının en büyük şahitleridirler.
İstifade etmeMiz dileğiyle.. Selam ve dua ile..