"Kalp çürümesi" nedir, Risaleler zaviyesinden bakar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kalbin çürüyüp kokuşması, İlahî aşk yerine mecazî aşkla hemhal olması mânasındadır.

Bedenimizin çeşitli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi, imanın mahalli, muhabbetin merkezi ve esmanın tecelligâhı olan kalbimizin de iman, marifet ve zikir gibi manevî gıdalara ihtiyacı vardır. Maddî kalbimiz damarlara kan pompalayıp hayatımızın devamına sebep olduğu gibi; manevî kalbimiz de iman, marifet, muhabbet, zikir, namaz ve şefkat gibi âli hislerle hayatiyetini devam ettirir, bunlarla huzura kavuşur. Bu ulvî hasletlerden mahrum olan bir kalb manen çürür. Kalb sağlam olursa, diğer âzalar da sağlam olur. Resul-i Ekrem Efendimiz (SAV.) şöyle buyururlar: “Vücutta bir et parçası vardır ki, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur; o bozuk olduğu zaman bütün vücut harap olur. Dikkat edin, işte o kalbtir.”

İnsanın, fıtratına konulmuş olan duyguları kökünden söküp atması imkânsızdır ama onların yönünü ve yüzünü çevirebilir. İnsan, Yüce Allah’ın kendisine ihsan ettiği zahirî ve batınî âzâlarını, duygularını, latifelerini ve hislerini O’nun rızası dairesinde kullanır ve yerinde sarf ederse hem dünyada rahat eder hem de ebedî saadete mazhar olur. İnsanın fıtratına konulan, muhabbet, merak, hırs ve inat gibi hisler ebedî âlemi kazanmak için verilmiştir.

Mesela aşk ve muhabbet insanın en köklü ve en esaslı bir duygusudur. Bunun fıtrattan sökülüp atılması kabil değildir. Ama bu duyguyu İlahî veya mecazî aşka çevirmek, insanın iradesindedir. İnsan, kalbini İlahî aşka tevcih etme fırsatı ve imkânı varken, bunu mecazî aşkların dalgasına terk ediyor ise, bu mes’uliyeti gerektiren bir durumdur. Muhabbet etme kabiliyetini Allah kendi Zât’ı ve isimlerini sevmemiz için bize takmıştır. İnsan su-i istimal ile bu kabiliyeti mecazî aşklara çeviriyor. Öyle ise mes’uldür.

“Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikiye inkılab eder.

İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var: Biri mecazî, biri hakikî.” (1)

Allah insana kendi cemal ve kemalini sevecek ve fani güzelliklerle tatmin olmayacak genişlikte bir kalb vermiştir. İnsanın bu geniş kalbi ancak ebedî ve solmayan bir güzellik ile tatmin olabilir. Halbuki kâinatın ve içindeki bütün güzelliklerin üzerinde fena ve fanilik damgası vardır. Sevdiğimiz o güzellik, ya eskir ya pörsür ya da bize karşılık vermez, verse de bizim meftun olduğumuz o güzellik çabuk söner. Demek bize verilen bu kalb o fena ve fani güzellikler için değil, ebedî ve solmayan bir güzelliği sevmek için tahsis edilmiştir.

Biz su i-istimal edip Allah’a tahsis edilmiş kalbimizi fani mahlûkata tevcih edersek, bunun tokadını hem dünyada hem de ahirette yeriz. Kalbimizdeki bu hastalığı tedavi etmenin yolu ise iman ve tefekkür üzerinde yoğunlaşıp, o güzellikler üzerinde fanilik damgalarını okuyarak, sevgi ve aşkımızı hakiki sahibine tevdi etmektir.

İnsanlara verilen bu şiddetli duygular, dünyanın âdi ve basit işlerine sarf olunmak için değil, ebedî olan ahiret hayatının kazanılması için verilmiştir. Cenab-ı Hakk’ın sevgisine mazhar olmaktan daha büyük bir izzet ve âli bir saadet düşünülemez.

Yüce Allah insanın kalbine sonsuz bir muhabbet yerleştirmiştir. İnsan ya Halık’ını sevecek ya da mahlûkatı. Kalb, ulvi hakikatlerle ferahlanır, huzura erer; Yüce Allah’ı sevmekle, O’nu anmakla tatmin olur. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulur:

"Kalbler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur." (Rad, 13/ 28)

Evet, insanın kalbini tatmin edip doyuracak tek maşuk, tek mahbub Allah’tır. Bu sebeple kalbimize giren bu kir ve pasları temizleyip, Allah aşkına yanmamız gerekir. Yoksa insanın fani aşklar içinde boğulup imtihanı kaybetme riski çok fazla olur. Hazret-i İbrahim (as) gibi “Lâ uhibbü’l-afilin” (Fani şeyleri sevmeye değmez) deyip, mecazî aşklardan kalbimizi ve gönlümüzü arındırıp kurtarmalıyız.

Netice olarak, mevcudatı Allah hesabına, O’nun isim ve sıfatlarının tecellisi ve eserleri olduğu için seversek, marifet ve muhabbete vesile olur. Zât’ı için sevmenin bir ehemmiyeti yoktur. Annemizin bize olan müthiş şefkatinde Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin sırrını okuyamıyorsak, bu sevgi fanidir ve mecazîdir.

Böyle bir sevgi kalbimizi çürütüp kokuşturur ki, bunun da cezası ateştir.

(1) Mektubat, Dokuzuncu Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...