"Kezâlik, ene ile tâbir edilen enâniyetin kalbi, 'Allah Allah' zikrinin şuâ ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Hâlık-ı Semâvat ve Arza isyan edemez. O zikr-i İlâhî sâyesinde ene mahvolur." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Tohum olacak bir habbenin kalbi, yani içi delindiği zaman, elbette sümbüllenip neşvünemâ bulamaz, ölür gider. Kezâlik, ene ile tâbir edilen enâniyetin kalbi, 'Allah Allah' zikrinin şuâ ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Hâlık-ı Semâvat ve Arza isyan edemez. O zikr-i İlâhî sâyesinde ene mahvolur."(1)

Enaniyet; “kendini hür ve müstakil zannetmek, yani Allah’ın kulu olduğunu, bütün âzalarını ve duygularını O’nun ihsan ettiğini, bütün işlerini O’nun verdiği güç ve kuvvet ile gördüğünü unutarak kendine güvenmek, şahsî kemaliyle övünmek” demektir.

İnsan Rabbini unuttuğu ölçüde kendinde bir varlık vehmeder, yaptığı işleri kendi nefsine vererek gurur ve kibre düşer. Daima ene merkezli olarak düşünen insana, kul olduğunu, sonsuz âciz ve fakir olduğunu, bütün ihtiyaçlarının ancak Allah tarafından görüldüğünü hatırlatan en büyük vesile zikirdir. Zikir, anmak, hatırlamak demektir. Allah’ı anmak nefsin enaniyetini kırar, ona haddini bildirir.

Tarikatlarda “Hu” zikri çokça yapılır. Hu, zamirdir ve O demektir. Bu zamirle Allah kastedilir. Nefis “ben” dedikçe, zâkir “O” der. Bu manevî mücahede her insanın kalbi ile nefsi arasında da cereyan eder. Nefis kendini methetmekten lezzet alırken, kalb Allah’ı anmakla tatmin olur.

Allah’ı anmak, doğrudan, zikretmekle olabileceği gibi, en büyük zikir olan namazda da insan sürekli olarak Allah’ı hatırlar.

Bütün medih ve senanın ancak Allah’a mahsus olduğunu hatırlar.

Bütün âlemleri Allah’ın yarattığını ve terbiye ettiğini hatırlar.

Ancak O’na ibadet edilebileceğini ve ancak O’ndan yardım dileneceğini hatırlar.

Rükû ve secde hallerinde okuduğu tesbih ile Cenab-ı Hakk’ın bütün noksan sıfatlardan mukaddes ve münezzeh olduğunu, bütün kemâl sıfatlarla muttasıf olduğunu hatırlar.

Bunun yanında, her bir sünnete uymak da zikrin ayrı bir şeklidir. Keza, her bir haramdan sakınmak da yine zikirdir. Zira o sakınma Allah’ı ve âhireti hatırlamanın neticesi olarak tahakkuk etmiştir.

Bu ders bir yönüyle de Otuzuncu Söz olan ene bahsinin bir çekirdeği gibidir. O Söz’de güzelce izah edildiği gibi, enaniyet Allah’ı tanıması için insana verilmiştir. İnsan; “Ben kulum” diyecek ki, Rabbini tanısın. “Ben mahlûkun” diyecek ki, Hâlık’ını bilsin. “Ben memluküm” diyecek ki, Mâlikini bilsin. “Ben merzukum”, rızıklanıyorum diyecek ki, Rezzak’ına şükretsin.

Böyle nice ulvî gayeler için insan ruhuna verilen “benlik ve hürriyet”, yanlış kullanıldığında insanı firavunluğa kadar götüren bir kibir aleti haline gelir.

Allah’ı zikretme sayesinde kulluk şuuru inkişaf eden bir insan, artık “Hâlık-ı Semâvat ve Arz'a isyan edemez. O zikr-i İlahî sayesinde, ene mahvolur.”

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.928
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

fakirullah
Cenabı Hak bize ene isminde bir cihaz vermiş. Bu cihaz "ben" dediğimiz mananın içini dolduruyor, öyle ki Rabbimizin bize taktığı maddi, manevi her türlü varlığı bu "ben" sahiplenerek, kendini hepsinin sahibi hatta, kendisinden kaynaklıyor, kendinden çıkıyor zannedebiliyor. Kendisinde bir malikiyet, bir kudret, hatta bir rububiyet görebiliyor. Çünkü bu numuneler eneye derc edilmiş, o numunelerin asıl sahibini tanıttırsın diye. İşte bu hisler "Allah Allah" zikrinin şua ve hararetiyle delinirse, yani kendisine takılan kemalatların Allah'ın mülkü ve sanatı olduğunu anlarsa; kendisinde görünenin Allah'ın sanatından başka bir şey olmadığını hissedip, kendini Allah'a verirse; kendindeki rububiyet, kudret gibi hislerin asıl olmadığını, Allah’ı anlamak için bir kıyas aracı olduğunu anlarsa, o zaman tevhidi bulur, imanı elde eder. Eğer bu "ene" cihazının hissettirdiği manalar temizlenip düzeltilmez de kendi haline bırakılırsa, ene büyüyüp gafletle firavunlaşır. Kendisi mevhum bir şey olduğu halde vücudlar, hayırlar, güzellikler kendinden çıkıyor zanneder; kendi varlığını Allah'ın sanatı olarak göremez, hafi bir şirkte kalır. Sonra gafletle ene katılaşıp, şeffaflığını kaybeder; esbab şirki başlar, sonra daha kalınlaşırsa tabiata icad verir. En nihayet ne kendinde, ne kainatta Allah'ı göremez olur..eliyazubillah. İnsan bu eneyi önce fark eder, şirkli hislerinin hakikate muhalif olduğu anlar ve enesini peygamber(AS)’ın terbiyesinde temizlerse daim Allah’ı kendinde ve kainatta gören bir insan olur. Kalbi ve aklı daim marifetullah nurlarını ruhuna taşır. Cenabı Hak lutfuyla mazhar etsin.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nihat123
Allah razı olsun sizden.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...