"Kezalik, inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhidin eseri olduğunu, vücub derecesinde istilzam ediyor. Aksi halde, suubet, güçlük öyle bir derece-i imtinâ ve muhaliyete çıkacaktır..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

" Kezalik, inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni-i Vâhidin eseri olduğunu, vücub derecesinde istilzam ediyor. Aksi halde, suubet, güçlük öyle bir derece-i imtinâ ve muhaliyete çıkacaktır ki, o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir sed çekilmiş olur. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakkın zatında şeriki olmadığı gibi -çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider- fiilinde de şeriki yoktur. Çünkü, suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur."(1)

Şirk, Allah’a ortak koşmak demektir. Şirk, iki çeşittir. Birisi ulûhiyette şirk, diğeri ise rububiyette şirktir.

Ulûhiyette şirk, ikinci bir ilahın tasavvur edilmesidir ki, Mecusilerin hayra ayrı şerre ayrı iki ilah tasavvur etmeleri buna bir misaldir. Şayet -hâşâ- iki ilah olmuş olsa idi, kâinatta intizam bozulur ve âlem fesada giderdi.

Kâinatın tümündeki hassas ahenk, eşsiz nizam, ince intizam ve mükemmel birlik; Cenab-ı Hakk’ın Vahid, Ehad, Ferd, Samed, tek ve yekta olduğunu kat’î bir surette ispat ediyor. Şayet kâinata çok eller müdahale etse idi, bu muazzam intizam bozulur ve her şey harap olurdu. Zira çok ellerin müdahil olduğu bir yerde, keşmekeş ve ihtilaf hâkim olur. Keşmekeş ve ihtilafın hükmettiği bir yerde de, intizam ve ahenk olmaz.

Bir köyde iki muhtar, bir vilayette iki vali, bir dairede iki âmir olsa, orada intizam bozulur ve kargaşa olur. Birlik ve nizam, hâkim ve müdebbirin tek olduğunu gösterir.

Sonsuz sıfatlar, mutlak irade, nihayetsiz ilim ve kudret ancak bir ilahta bulunabilir. İki ilah tevehhüm edilse, onların ikisinin de sonsuz kudret sahibi olmaları gerekir, bu ise muhaldir. Bu ilahların her ikisinin de iradelerini icra etmeleri icab eder. Bir işi her ikisi farklı şekilde irade ettiklerinde her ikisinin de emrinin yerine gelmesi gerekecektir. Bu ise mümkün değildir. Bu iki zıt irade o şeyin meydana gelmesini imkânsız kılar ve o şey fesada giderdi, var olmazdı.

İnsan bedenindeki bütün atomlar, hücreler ve bunlardan dokunan organlar bir tek ruhun emrindedirler. Böylece bütün beden bir tek hücre gibi kolay idare edilir. O tek ruh olmazsa, bedendeki harika icraatların her biri için ayrı bir ruh gerekir. Bedende iki ruh olursa beden fesada gider. Biri gözleri sağa yönlendirmek isterken, diğeri sola çevirmek isteyecek, biri bir yöne gidilmesini irade ederken, diğeri başka bir menzili arzu edecek ve bedende hiçbir icraat yapılamayacaktır.

Bir tek güneş bütün aynalarda, bütün parlak şeylerde, hatta kar’ın parlak zerrelerinde aksini, tecellisini rahatlıkla gösterebiliyor. Bir iş, diğerine mâni olmuyor. Güneşin bir yaprağa ışık vermesiyle bütün ağaçları aydınlatması arasında bir fark olmuyor; her ikisini de aynı kolaylıkla yapıyor. O tecelliler bir tek güneşe verilmese, her parlak şeyin içinde onu aydınlatacak bir ışık kaynağının bulunduğunu kabul etmek gerekecektir.

Ağaçtaki büyüme kanunu birdir, her yaprağın ve her çiçeğin yanındadır, hepsini birlikte idare eder. O binlerce çiçeğin ve yaprağın o kanunla münasebeti kesilse, onların her biri için ayrı bir ağaç gerekir.

Öte yandan, bir ağaçtan binlerce yaprağın çıkması gayet kolay olduğu halde, birkaç ağacın bir yaprak vermesi imkânsızdır.

Bir komutan bir orduyu “arş” emriyle hareket ettirir. Bir nefer farklı komutanların emrine verilse ortalık karışır, hiçbir iş görülmez. Nizam ve düzen fesada gider...

İkincisi; rububiyette şirk. Tek İlahı kabul etmekle birlikte, Allah’ın rububiyetine ve tasarrufuna bazı mahlûkları ve sebepleri ortak ve yardımcı yapmaktır. Bu türden şirk çoktur. Hatta tarihteki şirk fikirlerinin kahir ekseriyeti bu türdendir, diyebiliriz. Mekke müşrikleri de Allah’ı kabul ediyorlardı, lakin putları ona ortak koşuyorlardı, "Bunlarla biz Allah’a yaklaşıyoruz" diyorlardı.

Üstad Hazretleri her şeyi ancak semavat ve arzın Rabbi olan Allah’ın yarattığını, birbiriyle iç içe bulunan ve yine birbirleriyle çok yönlü münasebet içinde olan varlıkları, büyük küçük, cüz’î küllî diye ayırıp bir kısmını başka ilahlara isnad etmenin mümkün olamayacağını izah ve ispat etmektedir.

Yeryüzündeki canlılar, bir yönüyle sema ve arzın işbirliğiyle vücud buluyorlar, bir yönüyle de gece ve gündüz tezgâhında dokunuyorlar. O halde, dünyayı döndürerek gece ve gündüzü, kış ve yazı getiren kim ise, büyük olsun küçük olsun, bütün canlıların Rabbi de Odur.

Güneş, ışığıyla ve ısısıyla büyük-küçük demeden her canlının imdadına koştuğu gibi, yine hava unsuru da bir ayırım yapmaksızın bütün canlılara hizmet etmekte, dünya bunların tümünü sırtında gezdirmekte, toprak unsuru hepsine analık etmektedir. Bu harika nizamı kuran ve bütün unsurları ve sistemleri emrinde çalıştıran Allah’ın azametine yakışmaz ki, bazı varlıkların yaratılışını, rızıklanmalarını ve idarelerini başka ellere bıraksın. Yani, meyveleri ağaçlar yapsınlar, hayatı cansız elementler meydana getirsinler.  

Allah’tan başka bütün mahlûkatın varlığı “mümkindir.” Mümkin, varlığı kendinden olmayıp, olup-olmaması müsavi olan demektir.  Bunlar bir zamanlar yoktular, sonra var oldular,  tekrar yok olabilirler.

Bir kitaptaki bir cümlenin yazılışı bir başka cümleye isnad edilemeyeceği gibi, bir mümkinin yaratılması da bir başka mümkine verilemez.

Bütün mülkün yegâne maliki ve bütün varlıkların tek Hâlıkı  olan Allah, hiçbir mahlûkunu ve dünyada cereyan eden hiçbir hâdiseyi yahut hüküm süren hiçbir kanunu bu mümkinlerin eline bırakmaz; onlara tevdi etmez.  

“Arşın sahibinden maada, arşın altındaki şeylere bizzât tasarruf eden imkân dairesinde kimse var mıdır!”  (Mesnevi-i Nuriye)

Allah’ın sonsuz kudreti her şeyi ihata etmiş. Bir boşluk yok ki araya bir şerik girsin de o da bir iş  görsün.

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Lem'alar.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...