"Kinaye veya ta'riz suretiyle, yani gayr-ı sarih bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz." cümlesini açıklar mısınız? Kinaye ve Ta'riz Suretindeki Yalan Ne Demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Sual: Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?"
"Cevap: Evet, kat'î ve zarurî bir maslahat için mesağ-ı şer'î vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği veçhile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medar olamaz; çünkü, miktarı bir had altına alınmadığından suistimale uğrar. Maahaza, bir şeyin zararı menfaatine galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur."
"Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâplar ve karışıklıklar, zararın, özür telâkki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir."
"Fakat kinaye veya târiz suretiyle, yani gayr-ı sarih bir kelimeyle söylenilen yalan, kizbden sayılmaz."
"Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir; çünkü söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır; çünkü İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm'ın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-i kemalâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren, sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâmı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır..." (1)
Üstad Hazretleri içtihadı ile bu zamanda yalanın cevaz verildiği noktaları da men ediyor. Zira bu asrın hususiyetleri ve gerekleri yalanın bazı meşru ruhsatlarını mümkün kılmıyor. Malum içtihada açık hükümler zamanların değişmesi ile değişebilir ki Üstad Hazretleri eski zamanda ruhsat verilmiş noktalara ruhsatı kaldırıyor.
"Sükût etmek" insanın zor durumda kalmasına bir reçete bir çözümdür. Sükût yalan sınıfına girmediği için zor anlarda kullanılabilir. Yalana gitmektense sükûta gitmek daha salim ve ehven olanıdır. Bu sebeple Üstad Hazretleri "ya sıdk ya sükût, yalana asla geçit yok" diyor.
Bu asrın fikri yapısı ve düşünce sisteminde yalan ile doğruluk çok yaklaştığı için yani yalan söylemek geçer akçe hükmüne geldiği, için yalan hakkında verilen bazı şeri izinler mahzurlu bir konuma gelmesi ve yalanı meşrulaştırma riskini taşıdığı için izin kalkmıştır. Ruhsat, yerini azimete terk etmiş ve yalanın her türlüsü haram olmuştur. Üstad Hazretlerinin fetvası bu yöndedir.
"Kinaye", bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır.
"Tariz", birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü, tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tarizde gerçek ya da mecaz anlam yerine, doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur.
Kinaye ve tariz edebi bir sanat noktasından yalan kapmasına girmediği için konunun dışında tutulmuştur. Birisine bir hususta içini boşaltmak istiyorsan kinaye ve tariz sanatını kullanabilirsin. O zaman hem yalana tevessül etmemiş olursun hem de mesajı karşıya vermiş olursun...
Yalana üç yerde ruhsat verilmesi hususunda âlimler arasında farklı görüşte olanlar bulunmakta ise de, hadis ulemasının ekserisinin görüşü şu merkezdedir:
Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak sûrette yasaklanmıştır. Yalan hususundaki hadisteki müsaade ise “tevriye” ve “îhâm” yoluyla söylenmesi halindedir. Tevriye: Birkaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kasdederek söylemesidir. Îhâm ise: İki mânâsı olan bir kelimenin en uzak kullanılan mânâsını kasdederek söylemesidir.
Bu iki söz sanatını bu meseleye getirecek olursak şu şekilde misaller verilebilir:
Meselâ savaş esnasında düşman askerine “Kralınız öldü” denilirken, bununla düşmanın daha önceki krallarından birisi kasdedilmesi gibi.
Yine İslâmın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde, doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.
Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken, “İnşallah-Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Çünkü bu vaâd istikbale mâtuftur.
Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, “falan adam seniniçin duâ ediyor” dese de, bununla o adamın “Allah’ım, bütün Müsltümanları affet” demiş olduğunu kasdetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz. Dolaysıyla yalansöylemenin mes’uliyetinden kurtularak rahatlar. İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz (a.s.m.) “Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.” buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir.
Ancak, bilhassa günümüzde her sahada yalana fazla yer verildiğinden, buna meydan açmamak için bu çeşit meselelerde hassas ve dikkatli davranılmasını isteyen Bediüzzaman şöyle der:
“...Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (hükmünü kaldırmıştır). Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez." (2)
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 9-10. Âyetlerin Tefsiri
(2) bk. Hutbe-i Şâmiye, Üçüncü Kelime.
Yalan ve kizb arasındaki fark nedir?
Yalan ve kizb aynı anlama geliyor. Burada ifade edilen husus ,kinaye veya ta’rizin yasak olan yalan kapsamına girmediğidir.
Kinâye veya alegori: Bir fikri kapalı, dolaylı olarak anlatan üstü örtülü söz demektir. Edebiyatta bir maksattan dolayı sözü hem hakiki, hem mecazi anlamlara uygun olarak kullanmaktır. Bir kelimeyi gerçek anlamının dışında, benzetme gayesi gütmeden ve engelleyici ipucu olmaksızın, mecazlı anlamda kullanmak olarak da tarif edilir.
Kinayeli bir ifadede sözün gerçek anlamı da kastedilmiş olabilir. Kinaye başka bir deyişle gerçeği mecaz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Deyimlerin çoğu mecazlı anlamlarıyla kullanıldıkları için kinayeli sözlerdir.
Tariz, sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetmektir. Tarizde mecaz-ı mürsel ve kinayedeki ilgiler yoktur. Tarizin güzel olması söyleyişteki inceliğe bağlıdır. Bir kişiyi küçük düşürmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi olan bir sözle dokundurma yapmak, sistemli bir biçimde anlatma sanatıdır. Bir kimseyi iğnelemek, uyarmak veya dikkatini çekmek amaçlı yapılan söz sanatı da denilebilir.
Örnek: Kendi kurduğu şirketin başarılarını ballandıra ballandıra anlatan arkadaşıma: "Bu ne tevazu arkadaşım!" dedim.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Lakin üstad hazretleri de bazen bu yola basvurmuyor mu? Mesela "Ben kendimi Seyyid bilemiyorum " Bu da tevriye tarzında bir tabir değil mi? Maslahat için yalan ise zaman onu neshetmiş Evet ama maslahat için tevriye yapmak caiz değildir demek doğru olur mu? Anladığım kadarıyla İbrahim (a.s.) ın zevcesi hakkında o benim kardeşimdir demesi de tevriye kapsamına giriyor. Uzak mana olan din kardeşliği manasını kastederek söylüyor. Ben kavramları mı yanlış anladım yoksa? Açıklayabilir misiniz?
Üstadın bu fetvasından şu manada çıkabilir " Hak için ve hak yolla sadece kendine faydası varsa kullan ama fetva verilmez. Yani bunu umumda yapma" gibi