Kur'an-ı Kerim'in değiştirilemeyeceğini nerden bilebiliriz, tahrif edilmediğinin akli delilleri nelerdir?
Değerli Kardeşimiz;
Bu konu, çok kapsamlı ve külliyetli bir konu olduğu için, bütün cihetlerini burada yazmak mümkün değildir. Biz sadece maddeler halinde birkaç noktasına işaret edelim. Maddi sebeplere geçmeden önce bilinmelidir ki, Kuran Allahın teminatı altındadır. Zira Allah, "Kur'anı biz indirdik ve biz muhafaza edeceğiz," demektedir. Maddi ve beşeri sebeplere gelince;
Evvela: Kur’an’ın Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Osman (ra) döneminde kayda alınmış ve yazdırılmış orijinal nüshaları elimizde mevcuttur. Üstelik bu nüshalar bütün sahabelerin onayı ve nezareti altında yazılmıştır. Ömürlerini hakka ve doğruluğa adamış yüz yirmi dört bin sahabenin, uğrunda öldükleri kitabın tahrif edilmesine göz yummaları mümkün değildir.
Saniyen: Şayet bu hususta bir ihtilaf ve itiraz vuku bulmuş olsa idi, yani sahabeler döneminde Kur’an’ın bir harfi değiştirildi diye bir olay ya da ihtilaf olmuş olsa idi, tarihler bunu şaşalı bir şekilde ilan ederlerdi. Zira o dönemde de Kur’an düşmanı kafirler ve münafıklar bulunmaktaydı. Onlardan bile böyle bir iddia sadır olmamıştır.
Salisen: Hadis ilminde olduğu gibi, rivayet ilmi, yani ayet ve hadislerin gelecek nesillere aktarılmasında müthiş bir ilim ve disiplin oluşturulmuştur. Öyle ki değil ayeti Peygamber Efendimiz (asv)'in en küçük tavır ve hareketi bile kayıt ve muhafaza altına alınmış ve bunun kritiği mükemmel bir disiplin ile incelenmiş ve zabıt altına alınmıştır. Böyle hassasiyetli bir neslin ve ilmin, Kur’an üzerinde yapılan bir tahrifata kayıtsız kalması kabil değildir.
Rabian: İnsanlık tarihinin tespit ve tahlili belli metotlarla günümüze gelmiştir. Üstelik bu tarih ayet ve hadis kadar günümüze yakın değil ve onun kadar sıkı bir tahlil ve disiplinden geçmemiştir. Hal böyle iken Roma dönemine ait bir çok büyük hadise şeksiz ve şüphesiz tarih kitaplarında doğru olarak kabul edilirken, ondan yüz defa daha kati ve daha musaddak olan Kur’an hakkında şüphe içinde olmak, tutarsızlık ve hezeyan olur.
Hamisen: Kur’an üzerinde tahrifatın olmadığı hususunda dost ve düşman külliyen ittifak etmiştir. En azılı İslam düşmanları bile Kur’an üzerinde tahrifatın olduğunu iddia etmiyor ve edemiyor. Hal böyle iken bu ittifaka bakmayarak şek ve şüpheye düşmek ruhi bir marazdan ötürüdür.
Sadisen: Kur’an’ın yedi yönü ile mucize olması, onun bir zırhı olup tahrifatına set oluyor. Nasıl harici ve değersiz bir demir parçası, elmas ve altınların yanında sırıtır ve kendini ele verir, aynı şekilde beşeri kelam ve sözler de Kur’an ayetlerinin yanında gayet basit ve suni kalacağı için, elbette kendini bunca insana yutturamaz. Üstelik bu insanlar içinde dil alimlerinden tutun da her türlü sahada mütehassıs allemeler bulunuyor, onların külli nazarından böyle bir yutturmacanın geçmesi kabil değildir.
Kur’an’nın yedi yönü ile mucize olması Risale-i Nurlarda kati bir şekilde izah ve ispat edildiği için, tafsilatını oraya havale ederek sadece başlıklar halinde o yedi mucizeyi şu şekilde takdim ederiz:
KUR’AN’IN YEDİ KÜLLİ VECH-İ İ’CÂZI:
1. Lâfzındaki fesahat-i harikası.
2. Nazmındaki cezalet-i harikası.
3. Câmiiyet-i harikulâdesi.
4. Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniye.
5. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti.
6. İhbârât-ı gaybiyesi.
7. Fezlekesi ve meseleleri özetlemesi.
Sabian: Ayrıca Kur’an içinde kırka yakın mucizeler ilmi bir titizlikle tespit ve tayin edilmiştir, şöyle ki:
1. Mânâsındaki belâğatı
2. Nazmın cezaleti
3. Hüsn-ü metaneti
4. Üslûplarının bedâati
5. Garipliği
6. Müstahsenliği
7. Beyanının beraati
8. Fâik ve Üstünlüğü
9. Safveti
10. Maânîsinin kuvveti
11. Lâfzının fesahati
12. Selâseti
13. Lâfzındaki câmiiyeti
14. Mânâsındaki câmiiyeti
15. İlmindeki câmiiyeti
16. Mebâhisindeki câmiiyeti
17. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti
18. Üslûb-u Kur’ân’ın cem’iyeti (bir tek sûre veya ayet, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır.)
19. Âyât-ı Kur’âniye’nin câmiiyeti.("İstediğin her şey için, Kur’ân’dan her ne istersen al”)
20. İ’câzkârâne îcâzı. Kâh olur ki, uzun bir silsilenin iki tarafını öyle bir tarzda zikreder ki, güzelce silsileyi gösterir.)
21. Câmi’ ve hârıktır
22. Makàsıd-ı câmiiyeti
23. Maânî-i câmiiyeti
24. Esâlib-i câmiiyeti
25. Letâif-i câmiiyeti
26. Mehâsin-i câmiiyeti
27. Mesâil-i câmiiyeti
28. Maziye ait ihbârât-ı gaybiyesi
29. İstikbale ait ihbârât-ı gaybiyesi
30. Hakaik-ı İlâhiye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi
31. Hakaik-ı kevniye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi
32. Umur-u uhreviye’ye dair ihbârât-ı gaybiyesi
33. Kur’ân’ın şebâbeti
34. Tabakat-ı beşerin hususi hisse-i fehmi
35. Heyet-i mecmuasında râik bir selâset
36. Fâik bir selâmet
37. Metin bir tesanüd
38. Muhkem bir tenasüp
39. Meziyet-i i’câziye
40. Temsilat-ı Kur’aniye.
Bütün bu mucizelerin içinde beşerin adi ve basit uydurmaları elbette kendini açık edecek ve insanlara kendini pazarlayamayacaktır. Bu gibi düzmecelerin tefrik ve temyizi, Kur’an’nın parlak ifadeleri içinde çok kolay bir şekil olur.
Saminen: Allah ayetlerinde açık bir şekilde kitabını muhafaza edeceğini deklare etmiş iken, şüphe etmek iman ile kabil olmaz. Nasıl insanlar Allah’ın tekvini ayetlerini taklit edemiyorlar ise, mesela elma, bal, yumurta gibi gıdaları yapamıyorlar ise, elbette kelam sıfatından gelen Kur’an ayetlerini de taklit edemezler. Elma, bal ve yumurta Allah’ın kudret sıfatının mucizeleri iken Fatiha, İhlas ve Kevser sureleri de kelam sıfatının mucizeleridir, her iki mucizeleri de taklit ve tahrif kabil değildir.
Tasian: İki sadık şahit nasıl bir olayın vücudunu ispat etmekte kafi ise milyonlarca doğru ve sadık şahitlerin Kur’an üstündeki şehadetleri elbette onun tahrif ve tağyirden münezzeh olduğunu kati bir şekilde ispat eder. Bütün insanlığın nazarından ve gözünden bir hadiseyi saklamak ve onu başka bir şekilde insanlığa yutturmak mümkün değildir. Öyle ise imkan-ı zatı ile imkan-ı akliyi karıştırmamak gerekir. Bir şeyin zatında mümkün olması aklen vaki olmasını gerektirmez. Kaldı ki Allah Kur’an’nın tahrifini zatı noktasında da men etmiştir.
İmkan-i Zihni: Zatında mümkün olan bir şeyin, zihnen olmuş gibi kabul edilme halidir. Mesela Karadeniz’in pekmez olmasını zatında mümkündür diye zihnen de pekmez kabul etmek akli bir hastalıktır. Bir şeyin zatında mümkün olması zihnende olmasını gerektirmez. Bizim bir şeyi zihnen kabul etmemiz bir delil ve burhan ile olabilir. Yani delil ve işaretler Karadeniz’in pekmeze dönüştüğünü gösteriyor ise ancak o zaman zihnen onun pekmez olduğunu kabul ederiz, yoksa delilsiz ve işaretsiz zatında mümkündür diye onu pekmez olarak kabul etmemiz bir hastalıktır. Bu yüzden imkan-ı zati ile imkan-ı zihniyi karıştırmamak gerekir.
İşte bu karıştırmadan dolayı, yani imkan-ı zati ile imkan-ı akliyi bir birine karıştıran "laedri" denilen septik (Şüpheciler) felsefe doğru bilgi diye bir şey yoktur, demek zorunda kalmışlar, her şeyi inkar etmişler.
Mesela, Karadeniz’in zatı itibarı ile pekmez olma ihtimali onun su olduğunu inkar ettiriyor. Bu sofastailer felsefe alemince bile ciddiye alınmamıştırlar. Aynı metot "Kur’an ya tahrif edilmiş ise" meselesinde de caridir. Elimizde bir delil ve işaret olmadan kafamıza gelen her imkanı vaki olarak kabul edecek olursak, ilim ve hakikat diye ortada bir şey kalmaz. Kaldı ki Allah’ın muhafazası olduğundan, Kur’an’nın tahrifi zatında bile mümkün değildir.
İlgili konuyu okumak için tıklayınız:
Sözler, Yirmi Beşinci Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar