"Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan umum ins ve cinnin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin her bir tabakası, her bir âyât-ı Kur’âniyeden hissesini alacak..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Kur’an-ı Kerîm avam ve havas, cahil ve âlim, her kesime hitap eden cami bir kitaptır.
Kur’an-ı Mu’ciz’ül Beyan’ın her bir ayetinin sarahat, işaret, remz, ibham, ihtar gibi birçok manaları vardır. Kur’an’ın her bir suresi, her bir ayeti ve hatta her bir harfi hakikat ve feyiz hazinesidir. Bazen bir tek harf, (“besmele” deki be harfi gibi) bir sahife kadar hakikatleri ders verir.
Kur’ân, uçsuz bucaksız bir okyanustur; her âlim istidat ve kabiliyeti nisbetinde onun derinliklerine dalar ve farklı manalar çıkarır. Yazılan bütün tefsirler o okyanustan ancak bir damladır.
Bu yüzden, herkesin istifadesi ve idraki, istidat ve ilmine göre oluyor. Ama en alt kademedeki bir avam insan da Kur’an'dan istifade edebiliyor ki, bu da onun başka bir mucizesi oluyor.
Bu husus Birinci Şua'da geçen bir hadis-i şerifte şu şekilde beyan ediliyor:
"Birinci Nokta: Hadiste vârid olduğu gibi, 'Her bir âyetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir batını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan her birisinin (hadîsçe 1 شُجُونٍ وَغُسُونٍ tâbir edilen) fürûatı, işaratı, dal ve budakları vardır.' meâlindeki hadisin hükmüyle, Kur’ân hakkında nazil olan bu âyet-i kudsiye fer’î bir tabakadan ve bir mana-yı işârîsiyle de Kur’ân ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe’nine bir nakîse değil, belki o lisanü’l-gaybdaki i’câz-ı manevisinin muktezasıdır." (Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dördüncü Ayet ve Ayetler.)
1 “Her bir âyetin mana mertebeleri vardır; zâhirî (açık), bâtınî (açık ve görünür mânâsının içindeki, ehlinin anlayabileceği mânâ), haddi (kapsamı) ve muttala’ı (anlam çerçevesi) vardır. Bu dört mana tabakasından herbirinin de fürûatı (detayları), işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.” (bk. Ebû Yâ’lâ, el-Müsned 9:287; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 1:236)”
Zahir: Akıl ve mantığın kabul ettiği makul ve faydalı ilimler.
Batın: Eşyanın mahiyetine vakıf olma ve bu sahada terakki etmek.
Matla: Zahir ve batın manalarının birleştiği nokta.
Hadd: Küllî varlığın müşahedesine erdiren yoldur. Kâinat ve kâinatta olan varlıklarda tecelli eden sıfat ve isimleri müşahede etmek.
Evet, Kur’anın sarahat manası olduğu gibi, işarî manaları da vardır. Onun sarahati bir manaya açıkça delalet etmesidir. İşaretinin de remz, ima, telvih, telmîh gibi dereceleri vardır.
Mesela; İhlas suresinde “O doğurmadı ve doğurulmadı.” buyruluyor.
Üstad Hazretleri Lemaat adlı eserinde; “Tagayyür, tenasül, tecezzi edenlerin, Hz. İsa (as.) ve Hz. Üzeyr’in (as.), keza melaikelerin, sebeplerin, tabiatın ve ukul-u aşere safsatasında dile getirilen on aklın” ilahlıklarının da bu ayetin işari ve remzi manalarıyla reddedildiğini ifade eder.
Demek ki, “Doğuranlar ve doğanlar ilah olamazlar” sarahat manasıdır. Hazret-i İsa ve Hz. Üzeyir’in (as.) ilah olamayacağı işarî, meleklerin Allah’ın kızları oldukları vehmini reddetmek remiz, hiçbir sebebin tesirinin olmadığı da ima gibi manaları ihtiva eder.
Ayetlerin zahiri herkesin anlayacağı şekilde açıktır ki, buna muhkem ve zahir mana denilir. Kur’ân-ı Kerîm’in ince ve derin manaları ise müphem ve kapalı olarak ifade edilir. Buna da işarî ve remzi manalar denir. Yani manalar inceliğine göre ifade kalıplarına ayrılır. Bazı manalar vardır ki kökü derindir, her insan onu kavrayamaz. Ona ulaşmak için çok derin bir ilim, küllî bir nazar lazımdır.
Hülasa, Kur’ân öyle ilahi bir sofrasıdır ki, herkes o sofradan nasibini alır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü