Kur'an tevhidi, delil-i ihtira ve delil-i inayet namında iki tarzda isbat ettiği ifade ediliyor. Risale-i Nur Kur'an'ın tarzını takib ettiğine göre Külliyatta da deliller böyle iki kısımdır diyebilir miyiz? Risalelerden bu delillere örnek verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Tarîk-i Kur'ânî iki nevidir.
"Birincisi: Delil-i inayet ve gayedir ki, menâfi-i eşyayı tâdât eden bütün âyat-ı Kur'âniye bu delili nesc ve şu burhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde itkan-ı san'at ve riayet-i mesâlih ve hikemdir. Bu ise, Sâniin kast ve hikmetini ispat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zira itkan ihtiyarsız olmaz. Evet, nizamın şahitleri olan bütün fünun-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesâlih ve semeratı ve inkılâbât-ı ahvâlin katmer ve düğümleri içinde saklanmaz hikem ve fevaidi göstermekle, Sâniin kast ve hikmetine kat'î şehadet ediyorlar."(1)
Eşyadaki bütün fayda ve hikmetler bu delilin konusudur. Gözün görmesi, kulağın işitmesi dilin tatması, burnun kokuyu alması, bir ciğerin dört yüz ayrı hikmet ve vazifesinin olması gibi, eşyadaki sayısız fayda ve hikmetlerin hepsi bu delilin alanına ve misaline girerler. Bugün sistematik olan bütün fen ilimleri bu delilin açılımı ve alanıdır. Bu deliller; bütün sebepleri ve sebeplerden hasıl olan neticeleri Allah’ın marifetine bir vasıta ve pencere yapar. Kur’an’ın bu metodu ile kainata bakan bir adam için kainat ve içindeki her şey birer marifet kapısı, her bir eşya huzur-u İlahiyi temin eden birer marifet penceresi olur.
"İkinci delil-i Kur'ânî: Delil-i ihtirâdır. Hülâsası:
"Mahlûkatın her nevine, her ferdine ve o nev'e ve o ferde mürettep olan âsâr-ı mahsusasını müntiç ve istidad-ı kemâline münasip bir vücudun verilmesidir. Hiçbir nevi müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz. İnkılâb-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev'in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılâb-ı hakaikin gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a'râziyetleri cihetiyle envâdaki mübâyenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A'râz cevher olamaz. Demek envâının fasîleleri ve umum a'râzının havâss-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhteradırlar. Silsilede tenâsül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir."(2)
İhtira, bir şeyi benzersiz ve modelsiz, hiçten ve yoktan var etmek demektir. Kainattaki her bir mevcut ve mahluk benzersiz ve modelsiz olarak hiçten ve yoktan var ediliyorlar. Materyalist felsefenin iddia ettiği gibi, mevcudat tesadüfen birbirinden ezeli olarak türeyip gelmiyor. Yani madde ezeli değildir ve madde üstünde görünen o harika sanat ve nakışlar ise tesadüf ve rastlantının oyuncağı değildirler. Maddenin ezeli olmadığına dair yüzlerce kevni ve akli deliller mevcuttur.
İşte Risale-i Nurların imana ve tevhide dair bütün delilleri ve ispatları Kur’an’ın bu iki delil tarzına dayanıyor.
Kelam ilminde ise böyle her bir eşya üstünde tevhidi göstermek tarzı yoktur. Bunun yerine sebepler zincirini takip ederek en son sebep olarak Allah’ı bulmak şeklinde gidiyorlar. Kelam ilminin bu nakıs delilini bir misal ile akla yaklaştıralım.
Mesela yağmurun yağması hususunda devir ve teselsülü savunanlar, tevhidi şöyle ispat ediyorlar: Faraza yağmur buluttan geliyor diyen bir maddeciye; "Bulut nereden geliyor?" diye soruyor. Maddeci adam, bulut topraktan geliyor diyor. Bu kez de "Toprak nereden geliyor?" diye sorunca, dağların aşınmasından oluşuyor, cevabını alıyor. Peki "Dağları aşındıran kimdir?" sorusu takip edecektir. Böylece sorular uzayarak devam ediyor ve en sonunda bütün maddi sebepler bitince, ilk sebep olan yaratıcıya ulaşmış oluyorlar. Her şeyin yaratıcısı sebeplerdir diyen maddeci efendi, şayet ehli insaf ve de sebeplerin içinde aklı boğulmamış ise, sonucu kabul ediyor.
Bu yolun çok riskleri ve eksikleri vardır. Risklerden birisi, sebeplerin tesiri zımni olarak kabul edilmiş oluyor. Yağmurun sebebi bulut denilirse, sanki yağmurun hakiki sebebi bulut olarak kabul ediliyor ve ikinci şıkka geçilmiş oluyor. Bu ise hakiki tevhidi tam izah edemiyor. Diğer bir risk ise, sebeplerin her şeyde olduğu düşünülecek olursa, sonunu bulmak ve orada tevhidi göstermek hem uzun hem de herkesin takip edebileceği bir yol değildir.
Kur’an’ın ve Kur’an’ı takip eden Risale-i Nurların ispat tarzı ise, öyle sebepleri uzun uzadıya takip ederek en sonunda ilk sebebe intikal etmek şeklinde değildir. Her bir sebep üstünde tevhidi göstermek ve her bir sebep üstünde huzuru kazandırmak şeklindedir.
Risale-i Nurların bütün eczaları özellikle Yedinci Şua, Otuz Üçüncü Söz bu noktada zirvede olan eserlerdir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Nokta.
(2) bk. a.g.e.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü