Kur'an'da Allah'ın ifadeleri, peygamberlerin ifadeleri, insanların ifadeleri, hatta şeytanın ifadeleri bile bulunmakta. İnsan da Kur'an'daki gibi mu’cizevî konuşabiliyor denilebilir mi?
Değerli Kardeşimiz;
Kur’an’ın kaynağı yirmi sekiz harftir. Yani Kur’an insanların bildiği harfleri kullanarak mu’cizevî bir terkib yapıyor. Şayet buna karşı iseniz hadi siz de bildiğiniz o yirmi sekiz harften bir mu’cize yapın diyerek insanlara meydan okuyor. İnsanların acizliğini yüzüne çarpıyor ta ki, Kur’an önünde aczini itiraf edip imana gelsinler.
Mimar Sinan aynı malzemeleri kullanarak şaheserler yapıyor, başka bir mimar ise aynı malzemeler ile çürük ve esassız bir bina yapıyor. Demek mühim olan malzeme değil, onları ustalıkla kullanmaktır. Yirmi sekiz harf bir malzeme ve me’hazdir, onlardan bir mu’cize çıkarmak ise Allah’a mahsustur.
Harflerin, cümlelerin ve bundan terkib edilen isimlerin kaynağı yirmi sekiz harftir ve bu harfleri insanlar da kullanmaktadır. Burada mu’cize malzemede değil, malzemenin kullanılmasındadır. Haliyle Kur’an’ın malzemelerinin beşerî olması, onun mu’cize olmasına engel teşkil etmez.
Kur’an’ın kelimeleri cümlelere öyle bir incelik ve letafet ile yerleştirmiş ki, her bir ayetin diğer ayetlere bakan bir gözü ve işiten bir kulağı var. Ayetler arasındaki bu sıkı münasebet ve irtibat adeta ayetleri bir ayet hükmüne getirmiş, her bir sure küçük birer Kur’an olmuştur. Kubbeli taşların birbirine dayanarak binayı teşkil etmesi gibi, ayetler arasında da öyle bir tesanüd, öyle bir kucaklaşma ve öyle bir yardımlaşma var ki, âdeta parçalanmaz bir bütün haline gelmişler.
Üstad Hazretleri Kur’an ayetleri arasındaki bu şiddetli irtibatı ve alâkaları nakışlara benzetiyor. Nakışlar da bir bütün olduğu zaman mâna ifade eder. Mesela bir çiçek nakşının bir noktasını alsak tek başına bir güzellik ve letafet ifade etmez, ancak bütünü ile bir şey ifade eder. İşte Kur’an kelime ve ayetleri de aynı mânayı ihtiva ediyor.
Kur’an kelimelerinin bir cümle içinde nasıl bir tesanüd ve ince bir nükte ihtiva ettiğine Risale-i Nur'dan bir misal verelim:
"Meselâ وَلَئِنْمَسَّتْهُمْنَفْحَةٌمِنْعَذَابِرَبِّكَ [“And olsun, Rabbinin azâbından en küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa...” (Enbiyâ, 21/46)].
"Bu cümlede, azâbı dehşetli göstermek için, en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek; cümlenin bütün heyetleri de bu taklîle bakıp ona kuvvet verecek. İşte, لَئِنْ lâfzı, teşkiktir. Şek kıllete bakar. مَسَّ lâfzı, azıcık dokunmaktır; yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lâfzı, maddesi bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delâlet eder. Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde “biricik” demektir, kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ deki tenvin-i tenkirî, taklîli içindir ki, “O kadar küçük ki, bilinemiyor” demektir. مِنْ lâfzı, teb’îz içindir, “bir parça” demektir; kılleti ifade eder. عَذَابِ lâfzı, nekâl, ikab’anisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder. رَبِّكَ lâfzı, Kahhâr, Cebbar, Müntakîm’e bedel yine şefkati ihsas etmekle kılleti işaret ediyor. İşte, bu kadar kılletteki bir parça azap böyle tesirli ise, ikab-ı İlâhî ne kadar dehşetli olur, kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksad-ı küllîyi, herbiri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misal bir derece lâfız ve maksada bakar."(1)
Bu ayetteki kelime ve cümlelerin intizamı ve birbiriyle münasebeti mu’cize oluşuna dair bir misal gösteriliyor. Yani ayetin her bir kelimesi ve kelimelerden teşekkül eden cümlenin umumu, aynı maksad ve gayeyi gösteriyor ki, bu cümlenin mu’cize derecesinde olduğunu gösteriyor. İnsan takatinin altından kalkabileceği bir cümle ve kelime münasebeti olmadığı çok bariz bir şekilde anlaşılıyor.
(1) bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü