"Malumdur ki, umulmadık bir şeyden kelamın sudûru, kelamı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor. Hususen cevv-i sema ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvâri sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Malumdur ki, umulmadık bir şeyden kelamın sudûru, kelamı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor."
"Hususen cevv-i sema ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvâri sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor."
"Hususen dağ cesametinde bir fonografın nağamâtı daha fazla kulağın nazar-ı dikkatini celb eder."
"Hususen semavat tabakalarını plaklar ittihaz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudûr eden sadayı semavî-i Kur’anîyi, radyo kuvvetiyle, zerrat-ı havaiye o hurûfata âhize ve nâkıle oldukları gibi, elbette bu kudsi hurufat-ı Kur’aniyeye birer ayine, birer lisan, birer ibre ucu, birer kulak hükmüne geçtiğine remzen, Kur’an-ı Hakîmin hurûfâtının ne derece ehemmiyetli, kıymetli, hâsiyetli, hayattar olduğuna işareten, ayet mana-yı işarîsiyle diyor ki:"
'Kelamullah olan Kur’an o kadar hayattar ve kıymettardır ki, onu dinleyen, işiten kulakların adedi ve o kulaklara giren o kudsi kelimelerin sayısını, bütün denizler mürekkep ve melâike katip ve zerreler noktalar ve nebatlar ve kıllar kalemler olsa, bitiremezler.' ”(1)
Kur’ân'dan bir aşr-ı şerif okunsa; arş, ferş, ukba ve dünya her tarafa ulaşır ve her kulağa girer. Allah bütün mahlûkat arasında mükemmel bir haberleşme ağı kurmuş. Bu ağ sayesinde okunan her bir âyet, her tarafa ulaşıyor ve her kulak sahibinin kulağına giriyor.
Aslında bunun küçük misalleri televizyon ve radyo istasyonlarıdır. Mesela, İstanbul’dan yapılan bir yayını, bütün insanlar, hava zerrelerinin iletmesi sayesinde birden işitiyor ve hatta izliyorlar. Şayet bu yayını izleyen ya da işitenleri bir liste hâlinde yazmaya kalksak, kâğıt ve mürekkep yetmez. Aynı şeyi bütün mahlûkat ve arş-ı azam açısından değerlendirdiğimizde, okunan bir aşr-ı şerifi yazmak için bütün denizler mürekkep, melekler kâtip, zerreler, noktalar, nebatatlar ve yapraklar kalem olsalar yazmakla bitiremezler.
“Arş-ı Âzam” tabir edilen büyük Arş ise, “Kâinatın daire-i âzamının ünvanıdır.” Arşların arşı, kâinatın payitahtı ve merkezidir. Cenâb-ı Hakk'ın, sınırsız hâkimiyeti ve yüce haşmetiyle tecelli ettiği makamdır. O’nun o Büyük Arşı; “kâinatın ve bütün varlık âlemlerinin sağını, solunu, altını ve üstünü kaplamış ve hükmü altına almıştır.” Yani baştan sona, sondan başa, içten dışa, dıştan içe her şeyi kuşatmıştır.
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Sekizinci Lem'a, Altıncı Nükte.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü