MASDAR - MAZHAR
“Masdar: Bir şeyin çıktığı sudur ettiği yer. Menba.
Mazhar: Bir şeyin zahir olduğu, göründüğü yer.”
Bir konu hakkında düşünüyorsunuz, zihniniz o konu üzerinde yoğunluk kazanıyor ve sonunda bir sonuca ulaşıyorsunuz. Elde ettiğiniz bu manevî mahsulünüzden, başkalarının da faydalanmasını arzu ediyor ve onu yazıya döküyorsunuz.
Böylece, ilim ve fikir, kâğıt ve mürekkeple kendini göstermiş oluyor. Ne kâğıtta, ne de mürekkepte ilim olmadığını çok iyi bilenler, onlara değil size teşekkür ediyor ve sizi tebrik ediyorlar.
Öteden bir grup çıkageliyor. Yazıyı okur okumaz başlıyorlar kâğıda övgüler yağdırmaya.
Bu da nasıl olur, demeyiniz. Tabiatçıların yaptıkları bundan farklı bir şey mi?
Birkaç misâl:
Kitap ilimden sudur ediyor; masdar ilimdir, kitaplar mazhar.
Şu uçsuz bucaksız feza âlemi kudretten sudur ediyor; kudret masdardır, âlemler mazhar.
Hücreler, çekirdekler, genler, atomlar hikmetten haber veriyorlar; hikmet masdardır, bunlarsa mazhar.
Misâlleri çoğaltabilir ve bir cümlede özetleyebiliriz:
Mahlûkat mazhardır, İlâhî sıfatlar ve isimler ise masdar.
Mahlûkatta tecelli eden her bir sıfat, her bir özellik İlâhî sıfatlardan doğmuş, onlardan sudur etmiştir. Masdar sıfatlardır.
Mesnevî-i Nuriye’de şöyle buyrulur:
"Hararet ve ziya, sana bir âyine vasıtasıyla gelir. Senden Güneş’e karşı minnetdar olmaya bedel, âyineyi masdar telakki edip, Güneş’i unutup, ona minnetdar olmak, divaneliktir."
Bu vecizede masdar ve mazhar meselesi güneş misâliyle, çok güzel aydınlatılmş. Ayna mazhardır, yani güneşin ziyası onda kendini göstermiştir. Eğer ayna masdar olsaydı, yani ışık aynanın kendisinden sudur etseydi güneş battıktan sonra da ışığının devam etmesi gerekirdi.
"Işık aynanın öz malı değildir." diyebilenler güneşi bulurlar. Aksi halde, aynanın yok olmasıyla birlikte kendileri de karanlıkta kalırlar.
Hayatımız bir ayna gibi. Bizde tecelli eden isimlerin menbaını bulduğumuz takdirde dünyamız da aydın olur, kabrimiz de, mahşerimiz de, âhiretimiz de.