Matematikte nokta kavramı ve sonsuzluk kavramını hiçbir matematikçi hakkıyla anlamış değildir. Acaba Allah bize bu kavramları anlamamız kadar akıl niye vermemiştir? Acaba bu kavramlarla Allah bize kendini mi tanıttırmak istiyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Yaratılmışların sonsuza dek muttali olamayacağı gaybi haller vardır. Bunlar Allah’ın zat-ı Akdesi ve sıfatlarıdır. Hiçbir mahluk ihatalı bir şekilde Allah’ın zatını ve sıfatlarını idrak edemez. Onun içindir ki, Allah’ın zatı ve sıfatları ihata noktasından bize ebedi olarak gaybi olacaktır. Allah’ın sonsuzluğunu yine sonsuz sıfatlara sahip olan Allah anlar. Sonlu ve fani olan insanlar bu noktada aciz ve teslime mecburdur.

Bu husus ayette şu şekilde ifade ediliyor:

“Gözler O’na erişemez. Onun ilmi ise bütün gözleri ihata eder.” (Enam, 6/103)

Bu âyet gözlerin, Allah’ı ihata sûretiyle, künhüne erecek şekilde göremeyeceklerini bildirir.

“İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”(1)

ifadesi, ekseri bu tarz konular için söylenmiş bir sözdür.

İnsanın aklı mahdut, idraki sınırlı olduğu için, bir çok hususu anlamak noktasında aciz ve cahildir. Cennet ve cehennem, ruhun mahiyeti, evrenin derinlikleri ve sınırları, aklın kapasitesi gibi yüzlerce konuda insan aklı aciz ve cahildir. İşte bu beyit bu acizliği formüle ediyor. Yoksa bilinmezlik dogma yapılmıyor.

İnsanı ve aklı ilahlaştıran dinsiz pozitivistlerin iddia ettiği gibi, insan her şeyin künhüne tam manası ile vakıf olacak bir mahiyete ve özelliğe sahip değildir. Burnunun ucundaki konuları çözmekten aciz olan bu deneyperest pozitivistlerin telkini ile çok insanlar akıl ve iman sağlığından olmuşlardır.

Farklı Bir Mülahaza

Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatları mutlak ve ezeli olmasından dolayı, tam manası ile idrak ve ihata edilmesi imkansızdır. Bu yüzden Allah insana bir takım nisbi ve farazi hisler takmıştır. Bu hislerin veriliş gayesi ise, Allah’ın, mutlak ve mücerred olan isim ve sıfatlarının bir derece anlaşılması ve kıyaslanarak bilinmesi içindir. Yoksa, bu nisbi ve cüz’i olan duygular, sahiplenilip, Yaratıcıya karşı meydan okuma aracı haline getirmek için verilmemiştir. İnsana verilen bu nispi ve farazi hislere ene denir.

İnsana verilen cüzi ilim, irade, kudret, mülk gibi şeylere enaniyet farazi olarak sahiplenir. Bu sahiplenme sayesinde ilim, irade, kudret, mülk gibi şeylerin farkına varır ve mahiyetini hisseder. Hiç ilmi ve mülkü olmayan birisi ilim ve mülk sahibi olmanın ne demek olduğunu idrak edemez. Bu yüzden Allah insana ene denilen bir sahiplenme duygusu vererek ilim, irade, kudret, mülk gibi şeylerin mahiyetini kavrattırıyor, onların bir pırıltısını farazi olarak insanın uhdesine koyarak, insanın alemine bir pencere açıyor.

Mesela insan sahip olduğu cüzi ilim ile der, "Ben şu kadar ilmim ile şu kadar şeyi bilebiliyorum, Allah ise külli ilmi ile her şeyi bilir. Ben cüzi kudretim ile şu evi yaptım, Allah sonsuz kudreti ile kainatı inşa ediyor. Ben şu kadar mülkün sahibiyim, Allah ise her şeyin ve her mülkün sahibidir. Ben ailemin ve hanemin müdebbiriyim, Allah ise bütün mahlukatın müdebbiridir..." Daha buna benzer, enaniyete ait çok hissiyat ile insan Allah’ın sonsuz isim ve sıfatlarını rasat eder. İşte enenin Allah’ın isimlerine ayna olması bu manayadır.

Ve ene olmadan ya da enenin bu vasıfları müspet ve hayra kanalize edilmeden, Allah’ı ve sıfatlarını bilmek mümkün değildir. İnsan nasıl akıl olmadan bir matematik problemini çözemez, ene ve enenin hayır yüzü olmadan da, Allah’ı ve onun mutlak sıfatlarını çözemez ve anlayamaz.

İşte insanın mahiyetinden bir parça olan ene ve benlik duygusunun bir ayine, bir kıyas aracı, bir inkişaf aleti, bir mana-yı harfi, yani Allah’ın isim ve sıfatlarını tarif ve tasvir eden bir harf olması hep bu anlamdadır. İnsan, ene ve benlik hissini bu yönde kullanabilir ise, ene insana çok yüksek makamlar ve terakkiler kazandırır.

Özet olarak, ene duygusunun hedef ve misyonu Allah’ın mutlak ve kayıtsız sıfatlarına bir mikyas ve bir mizan olmaktır. Benlik duygusu itibari ve vehmi bir duygu olduğu için, insanın nazar ve inancına göre şekilleniyor. İnsanın nazarı ve inancı küfür ve şirk ise, bu duygu kalınlaşıp insanı yutuyor; iman ve tevhit ise, bu duygu incelip şeffaflaşarak Allah’ın o mutlak ve kayıtsız olan isim ve sıfatlarına tam bir mikyas ve ayna oluyor. Ve ene duygusu şerre kabiliyet noktasından sıfırlanmış ve tamamı ile hayra kabil bir alet hükmüne geçmiş oluyor ki, insanın hayatta en önemli hedefi, gayesi ve duası bu olmalıdır.

(1) bk. Sözler, Yirmi Sekizinci Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.962
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...