"Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümfermâ kuvvet ve hevâ ve tabiat ve müyûlât ve hissiyat olduğundan; seyyiatından biri, her bir emirde -velev filcümle olsun- istibdad ve tahakküm var idi." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Biraz da iki sultan hükmünde olan mazî ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim. Mazî ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulât ve hissiyât olduğundan; seyyiatından biri, her bir emirde, -velev filcümle olsun- istibdad ve tahakküm var idi."(1)

Üstadımız Muhakemat'ta İslam tarihini “ebnâ-yı mazi" ve "ebnâ-yı müstakbel” kavramları altında toplamıştır. Gayri müslimler açısından İlk Çağı ve Orta Çağı onlar adına ebnâ-yı mazi olarak nitelendiriyor. Müslümanlar açısından ise, hicretin ilk üç asrını mümtaz ve serfiraz, üçüncü asırdan beşinci asra kadar ise, ekseriyetle kemâle mazhar görmüştür.

Bu bakış aynı anlamda “ebnâ-yi müstakbel” nitelendirmesiyle de paralelelik arz etmektedir. Hicretin beşinci asrından on ikinci asra kadar ise, Müslümanlar açısından ebnâ-yı mâzinin özelliklerinin hakim olduğunu ifade eder. On ikinci asırdan sonra ise müstakbel olarak tarif eder.

Mâzi ülkesinde, yani beşinci asırdan on ikinci asra kadar çoğunlukla geçerli olan; kuvvet, heva, tabiat, duygusallık ve hissiyattır. Her bir işte baskı ve tahakküm vardı. Başka mesleklere düşmanlık, kendi mesleğine muhabbetten daha önemli görünürdü. Bir şahsa olan düşmanlık, kendi mesleğine muhabbet şeklinde belirirdi. Meylü’t-tefevvuk (kendini başkasından üstün görme) hastalığı yaygındı. Mazi ülkesinin genel ahvali bu şekilde idi.

Müstakbel ülkesinde, yani on ikinci asırdan sonra ise; akıl, hikmet, fikir, hak, meyl-i taharrî-i hakikat, aşk-ı hak ve umumun menfaatini şahsî menfaate tercih ediş var. Bu dönemde ve bu ülkede istibdat (otoriterlik) yerine meşvereti merkez alan demokrasi hükmediyor. Bireycilik değil toplumsallık ön plana çıkıyor.

“İstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir.”(2)

İstibdat, kişinin ya da bir zümrenin keyfi emirlerini cebir ve kuvvet kullanarak icra etmesidir. Başka kişi ve zümrelerin fikir ve görüşlerine tahammül göstermeyip değer vermemektir. Bu ister devlet idaresinde olsun, ister başka kurumların idaresinde olsun, ister aile idaresinde olsun hep aynıdır.

Dünyanın her yerinde baskıcı ve dayatmacı rejimler ve toplumlar geri kalmıştır. Geri kalmasının temelinde de bu baskıcı ve dayatmacı zihniyet önemli bir faktördür. İslam, özü itibari ile istibdat ve diktatörlüklere izin vermez. Daha çok hukukun üstünlüğüne ve ortak akla değer verir. Ama maalesef tarihimizde zamanın ve mekanın müsaitsizliği ve insanlığın demokratik değerlere tam ulaşmamış olması gibi sebeplerden dolayı keyfi yönetim şekilleri kültürümüze girmiştir.

İslam açıktan bir yönetim biçimini amir olmadığı için, zamanın gerekleri bazı istibdat rejimlerini geleneklerimize sokmuştur. Saltanat ve hanedanlık bunlara misal olarak verilebilir.

Dipnotlar:

(1) bk. Muhakemat, Birinci Makale (Unsuru'l-Hakikat), Sekizinci Mukaddime.
(2) bk. Münâzarat.

İlgili ders videosu için tıklayınız:
- Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (9. Bölüm).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...