Mehdi, sahabelerden sonra en birinci olmasına rağmen, Abdulkadir-i Geylanî Hazretlerinin müridi olmasını nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
Kâinatta tekâmül kanunu esastır. Her şey basitten mükemmele doğru tekâmül ve terakki eder. Kişinin terakki büyük zâtlardan istifade etmesi ve talebe olması bu kanunun bir icabıdır. İlim ve fazilet noktasında ders aldığı zâtı geçebilir ve geçmiştir.
Mesela, Newton tıfıl iken, daha sonra kendisini fizik ilminde çok gerilerde bırakacak olan bir hocadan ders alıyor. O sahada erişilmesi mümkün olmayan bir seviyeye varınca, hocası ona talebe olmayı bile şeref addeder.
Hz. Mehdi’nin de ilim ve fazilet noktasında kemale ermesi için, belli mürşidleri, rehberleri, hocaları olmak gerekir. Hem makamın üstünlüğü talebe olmayı cerh etmez. Yani talebe medresede hocasının emrindedir, onun raiyetidir; ama manevî âlemde ya da fazilet noktasında durum aksine olabilir. Abdulkadir Geylani gibi büyük bir zâttan ders ve terbiye almak, mehdiyete zıt bir şey değildir, tam aksine medar-ı iftihar bir durumdur.
Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri meseleye ışık tutar kanaatindeyiz:
"Yalnız İmam, o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektuplarında musırrâne şunu tavsiye ediyor: 'Tevhid-i kıble et.' Yani, 'Birini üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.'"
"Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahvâl-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim? Tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı cazibedar hâsiyetler var; biriyle iktifâ edemiyordum."
"O tahayyürde iken, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur'ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyleyse, en âlâ mürşid de ve en mukaddes üstad da odur."(1)
(1) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Üçüncü Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü