MESEL

Meselde temel umde olan garabet onun diğer sözlerden farklı olması demektir. Bu özelliği sebebiyle, mesel dillere destan olur, ağızdan ağıza, nesilden nesile yayılır gider. Sözgelimi Hz. Musa (as) ile Firavunun mücadelesi dillere destan olduğundan hemen her devirde ona atıfta bulunulmuştur.

Kendisinde garebet olan her hayret verici hal, sıfat veya kıssa için mesel tabiri kullanılır. Mesela, Hz. İsa’nın (as) babasız yaratılışı ile ilgili olarak “Şüphesiz Allah katında İsa’nın meseli Adem’in meseli gibidir” denir. Burada söz konusu olan, her iki peygamberin hayret verici yaratılışlarıdır. Zira, Hz. Âdem anne-babasız olarak doğrudan topraktan yaratılmış, Hz. İsa ise, sadece anne ile dünyaya gönderilmiştir. Ra’d 35 ve Muhammed 15. ayetlerde “Muttakilere va’dolunan cennet’in meseli şöyledir...” denilmekte ve ardından cennetin hayret verici tavsifi yapılmaktadır.

Mesel ve temsil, aslında aynı kökten gelir. Her mesel, aynı zamanda bir temsildir. Ancak her temsil mesel değildir. Temsil şöhret bulup yaygınlaşınca mesel olur. Temsilde olduğu gibi, meselde de asıl teşbihtir.

Bir de edebiyatımızda kullanılan irsal-i mesel san’atı vardır. İrsal-i mesel, gerçekte bir teşbihtir. Ancak bu teşbih çok yönlüdür. İrsal-i mesel, vaktiyle bir olay veya tecrübe münasebetiyle söylenmiş olup, dilden dile dolaşan güzel sözlere denir. “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfler de yer” sözü böyle bir irsal-i meseldir.

Nice nimetlere mazhar insanların bu nimetlerin farkına varmadıklarını ifade ederken, “Ol mahiler ki derya içredür, deryayı bilmezler” demek; yapılan iyiliğin asla unutulmayacağını söylerken, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” atasözünü hatırlatmak; hocalara hürmetten bahsederken, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” vecizesini söylemek, irsal-i mesele birer örnektir.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...