"Meselâ: Ayasofya'nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise kâinatın Sânia olan delaleti, kendi nefsine olan delaletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsan bir kitabı okurken, ondaki mânalara dalar ve harflerle, kelimelerle alâkası âdeta kesilir. Kitabın varlığını da unutur bir hale gelir. Bu insan, okuma anında o kitabı, Üstad Hazretlerinin ifadesiyle, mâna-yı harfiyle okumaktadır. Ondaki mânalara dikkat ettiği için, kitabın yapraklarının rengiyle, kapağının kalitesiyle alâkadar olmamaktadır. Bu insan için, kitapta ders verilen ilmin varlığı, kitabın varlığından daha ön plana çıkmıştır.

“… Kâinatın Sânia olan delaleti, kendi nefsine olan delaletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır.”(1) cümlesi, Cenâb-ı Hakk’ın “Zâhir” isminin mânasını ifade etmektedir.

Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim'de şu dört isim birlikte zikredilmişlerdir: Evvel, Ahîr, Zâhir, Bâtın.

Evvel ismi, Allah’ın kıdem sıfatını, Ahir ismi beka sıfatını ders verirken, Zâhir ismi O’nun varlığının her şeyden daha aşikâr olduğunu, Bâtın ismi ise kudsî mahiyetinin idrak edilemeyeceğini ders verirler.

Zâhir ve Bâtın isimleri konusunda tefsir âlimi Elmalılı Hamdi Yazır’ın şu güzel ifadesini de burada nakledelim: “O her şeyden sezilir Zâhir, hiçbir şeyle bilinmez Bâtın” dır.

Bütün eşya, Allah’ın isimlerine aynalık vazifesi yaparlar. Güneşin ışığıyla parlayan bir ayna, kendi varlığından daha ziyade güneşin varlığını gösterir. Yani, o aynaya bakan kişi onda aynanın maddesi olan camı değil, onda kendini gösteren güneş ışığını müşahede eder.

İşte, marifet sahasında kemale ermiş zatlar da mahlûkata bu manada bakarlar. Onlarda, o varlıkların kendilerinden daha ileri derecede, İlâhî isimlerin ve sıfatların tecellilerini görürler, evvela onlara nazar ederler.

İKİNCİ BURHAN: Kâinat kitabıdır. (...) Evet, bir nefer, nefsinde ve takımda ve bölükte, taburda ve orduda gibi; her bir zerre de kendi başıyla zât, sıfât, keyfiyetindeki imkânat cihetiyle Sânii ilân ettiği gibi, tesâvir-i mütedahileye benzeyen mürekkebat-ı müteşâbike-i mütesâide-i kâinatın her bir makamında ve her bir nisbetinde ve her bir dairesinde, her bir zerre, muvâzene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza; ve her nisbetinde ve her takımında ayrı ayrı vazifeyi ifa ve hikmeti intaç ettiklerinden, Sâniin kast ve hikmetini izhar ve vücut ve vahdetinin âyâtını kıraat ettikleri için, Sâni-i Zülcelâlin berâhini, zerrattan kat kat ziyade olur. Demek اَلطُّرُقُ اِلَى اللّٰهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلاَئِقِ hakikattir, mübalâğa değil; belki nâkıstır."(2)

Bir elmada kendi nefsine bakan bir cihet varsa mucidi ve sanatkârı olan Allah’a bakan yüz bin yönü vardır. İşte burada sanatkâra ve mucide bakan yüz bin cihete nisbetle sadece nefes alan canlıların hakiki sayısı kıyaslandığı zaman çok az ve eksik kalır. Mesela, yeryüzünde nefes alan canlı sayısını bir trilyon olarak kabul etsek, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden deliller katrilyonları geçer. İkisi mukayese edildiğinde bu ifadenin ne kadar nakıs kaldığı anlaşılır.

اَلطُّرُقُ اِلَى اللّٰهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلاَئِقِ : Marifetullahın yolları mahlukatın nefesleri adedincedir.

"Canlıların nefes sayısı" hakiki delillerin sayısının yanında milyonda bir kalır. Öyle ise yukarıdaki ifade, değil mübalağa belki eksik bile kalır, denilmek sureti ile tevhidin sınırsız delillerine işaret ediliyor.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Katre.
(2) bk. Mesnevî-i Nuriye, Nokta.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.558
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...