“Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki: Nur-u Muhammediye'den (asm) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.” cümlesini açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Allah kâinatı yaratmazdan evvel hiçbir şey yoktu. Allah ilk olarak Peygamber Efendimiz (asm)'in mübarek nurunu yarattı; bu nurdan da diğer mahlûkatı yarattı.
Resul-i Ekrem Efendimiz (asm.) şöyle buyuruyor: “Allah’ın yarattığı ilk mahlûk benim nurumdur.”(1)
Bu nurun mahiyetini bilemiyoruz. Ancak, Üstad Hazretleri Nur-u Muhammedî’nin (asm), “kâinat kitabının mürekkebi” olduğunu beyan ediyor. Buna göre, bütün varlık âlemi o nurdan yaratılmış bulunuyor. Güneş de o mürekkepten yazılmış, yıldızlar da. Melekler de o mürekkepten yazılmış, cinler de insanlar da hayvanlar da. Keza, arş da o mürekkepten yazılmış, kürsi de levh-i mahfuz da.
Resulullah Efendimiz başka bir hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyuruyor:
"Ben yaratılış bakımından peygamberlerin ilki olduğum halde, onların hepsinden sonra gönderildim."(2)
Üstad Hazretlerinin ifadesiyle:
"Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur."(3)
Bütün bu sayılanlar Allah’ın isimlerinin farklı aynaları olduğuna göre, Nur-u Muhammedî (asm)’de bütün esmâ tecellilerinin bulunması gerekiyor. Yâni bütün bu yazılanlar, o nurda mevcut olan bir tecellinin başka aynalara da aksetmesi gibidir.
Yine Üstadımız buyururlar ki, “Bu kâinatın aslı... kuru bir madde olamaz. Hem cismanî hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecek.”(4)
Meleklerden insanlara kadar bütün varlıkların hayatları o nurdan yazıldığına göre, o nurun da hayattar olması gerekiyor.
O nurun kendine has bir şahsiyeti ve o şahsiyete mahsus manevî bir sureti de olacaktır. O halde, Cebrail’i Azrail'den ayıran farklı bir suret olduğu gibi, bir dağı bir denizden ayıran yine ayrı bir suret de vardır. İşte bütün bu suretler âlemi, Nur-u Muhammedî’de (asm) tecelli eden Musavvir isminin farklı yansımaları gibidir. Misalleri çoğaltabiliriz.
Şu nokta çok mühimdir: Ağacın gövdesinin çekirdekteki yazılışı gövde şeklinde değildir, dallarının yazılışı da dal şeklinde değildir. Keza, insanın genetik şifresinde yer alan kemikler sert olmadığı gibi, o şifredeki kan da kırmızı değildir. İşte Nur-u Muhammedî’de bütün varlık âleminin manen yazılmış olmasına bu hakikatin ışığında baktığımızda o nur ile madde âlemindeki çok farklı varlıklar arasında bir şekil benzerliği arama hatasına düşmeyiz.
Nitekim bizim yazdığımız kelimelerde de bunun küçük misalini görebiliyoruz. Mesela, güneş kelimesi ateş saçmadığı gibi, su kelimesi de ıslak değildir.
Üstad Hazretleri birçok risalesinde kâinat için kitap, ondaki varlıklar için de mektûbat-ı Rabbaniye, kelimat-ı kudret, hikmetnüma bir söz gibi tabirler kullanır. Her varlık Yine Üstadın ifadesiyle; “misdar-ı kader üstünde kalem-i kudretle” yazılmıştır. Yâni, her varlık Allah’ın ezelî ilminde her şeyiyle, her hususiyetiyle takdir edilir ve kudret kalemi bu takdire göre eşyaya vücut verir. İnsanın ilminde kurduğu bir cümlenin onun kaleminin ucundan kâğıda dökülmesi bu hakikati anlamamız için bize ihsan edilen bir kabiliyettir.
İşte bütün varlık âlemi, ilk varlık olan nur-u Muhammedî’den, tâ cennete, cehenneme kadar, Allah’ın ezelî ilminde takdir edilmiş ve kudret kalemiyle yazılarak, ilim dairesinden kudret dairesine, gayb âleminden şehadet âlemine geçirilmişlerdir. Bu kalemden dökülen bütün yazıların mürekkebi nur-u Muhammedî’dir(asm) yâni, o nurda şifre ve çekirdek olarak bulunan bütün esmâ tecellileridir. Buna göre, nur-u Muhammedî bütün âlemlerde tecelli eden İlâhî isimlerin, mücmel bir hülasası gibi düşünülebilir.
Üstat Hazretleri, “...Semâvât ve arz bitişik idiler, biz onu ayırdık...” (Enbiya Suresi, 21/30) mealindeki ayet-i kerîme için, “Nur-u Muhammediyeden (a.s.m.) yaratılan madde-i acîniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun mâcun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.”(5) buyururlar. Bu ifadeler Nur-u Muhammedî mefhumunun doğru anlaşılması konusunda bize yepyeni bir ufuk açıyor. Buna göre, Nur-u Muhammediyeden bir yandan melekler, ruhanîler, arş, kürsi yaratılırken, öte yandan aynı nurdan bir “madde-i acîniye” yaratılmış, gökler ve yerler, şu gördüğümüz bütün madde âlemi o macun maddeden yaratılmışlardır.
“Madde-i aciniye”; hamur gibi yoğrulmuş cisim demektir ki, Allah, Peygamber Efendimiz (asm)'in nurunu, tabiri caizse, kâinata bir maya, öz ve genetik şifre mesabesinde halk etmiş, sonra da onu belli hikmet dalgaları şeklinde faslederek açmıştır. Çekirdeğin açılıp içinden ağacın çıkması gibi, aciniye denilen maddenin içinden de kâinat ağacı çıkmıştır. Bu madde-i aciniyenin mahiyetini bilmemiz mümkün değildir.
Ağaç bir çekirdekten çıkıp en sonunda yine meyvesinde çekirdek şeklinde toplandığı gibi, Resul-i Ekrem Efendimiz de (asm.) kâinat ağacının hem ilk çekirdeği hem de en mükemmel ve en son meyvesidir.
Allah’ın ilk yarattığı şey, yani yokluğa atılan ilk varlık tohumu, Hz. Peygamber (asm)’in nurudur.
Dipnotlar
(1) bk. Kastalanî, Mevahibü'l-Ledünniye:1/7. Aclunî, Keşfu'l-Hafa, 1/265-266.
(2) bk. Deylemî, Firdevsu'l-Ahbâr bi Me'sûri'l-Hitâb, III, 331, h. no: 4883.
(3) bk. Sözler, Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas.
(4) bk. Mesnevî-i Nuriye, Habbe.
(5) a.g.e
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Maddei aciniye hadislerde geçiyor mu yoksa Üstadın bir istihracı mıdır