Mufassal Tarihçede geçen, "Bu mektup bir derece mahremdir. İngiliz siyasetine taraftar olanlara gösterilmesin." mektubunu izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Bu mektup derununda sakladığı bazı gizli ve sırlı hakikatler açısından, fazla izah ve tavzif netameli alanlara bizi sokabilir. Bu sebeple muhatapların akıl ve zekalarını harekete geçirecek ve doğru tarihi okuyarak ancak öğrenebilecekleri bazı noktaları şöyle izah edebiliriz.
1. 1908’de II. Meşrutiyetin Sultan Abdulhamid Han tarafından ilan edildikten sonra Osmanlı Devletinde siyasi ve idari selahiyet, İttihat ve Terakki hükümetine geçmiştir.
Bu şekilde Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak isteyen güçler (İngiltere, Fransa, İtalya vs.) Tanzimat döneminden beri projelerini kademe kademe uygulama gayretine düşmüşlerdir. Sultan Abdulhamid Hanın ilana mecbur kaldığı Meşrutiyet ise bu planın Tanzimat'tan sonra ikinci safhasıdır.
2. İttihat ve Terakkicilerin yanlış siyaseti ve bazılarının da ihaneti neticesinde Osmanlı İmparatorluğu Cihan harbine sokulmuştur. Bu harpten mağlup olarak çıkan Osmanlı devleti yine başta olan İttihat ve Terakkinin riyasetinde Mondros Ateşkes anlaşması imzalanmıştır. O zaman başta yetki ve selahiyetleri olmayan Sultan Reşad’dan sonra aynı imkanlara haiz Sultan Vahdettin padişah idi. Maalesef Mondros Mütarekesi Osmanlının itlafının bir vesikası ve evrakı konumunda idi.
3. Mondros Mütarekesinin neticesi olarak Sevr projesini, İtilaf devletleri ve başta İngilizler olarak zorla kabul ettirmek için fevkalade baskı uyguladılar. O zamanki İttihat ve Terakki hükümetinin temsilcileri, müsvedde evraka imza atmakla beraber bu evrak ve proje Osmanlı meclisinden geçmemiş ve Padişah Sultan Vahdettin bu telef ve ifna projesine imza koymamış ve anlaşma olmamıştır. Bu evrak bir sulh projesi olarak kalmıştır.
4. Ecnebiler ve hassaten Yahudilerin yani siyonizmin kuklası olan İngiltere’nin riyasetinde, Osmanlının tamamen işinin bitirilmesi ve yok edilmesi planları üzerinde kafa yoranlar, cephe ve madde planında ve savaş usulü ile yıkamayacakları ve sonuca varamayacakları Osmanlı İmparatorluğunu ve hassaten bu milleti diz çöktürmek için sinsi, siyasi ve şeytani olan derin planlarını safhaya soktular.
5. İstanbul’u ve hassaten Şeyhülislam’ı tasarrufu altına alarak saltanata uyguladıkları sinsi ve hainane baskıları ile Cihan harbinden sonra mağlup olmuş Osmanlı Devletinin sulh projesi olarak kalmış Sevr’i dikkate aldırmayarak, bazı zevatı tahrik ile lüzumsuz mücadelelerin içine soktular. Amaçları münazaalı bir başarı ve muvaffakiyet ile silahla ve savaşla yıkamadıkları bu koca milleti zahiren kendilerine muhalif ancak hakikatte kendilerine dost olan ve bir nevi projelerini uygulatabilecekleri insanları halk nezdinden ve indinde muteber hale getirecek, hürmet ve muhabbeti artıracak olaylar, hadiseler ve mücadeleler meydana getirdiler.
6. İstanbul’daki saltanat ile İttihat ve Terakki ve hassaten onların devamı olan ekip ve kadronun arasını açarak bir muhalefet ve düşmanlık tohumunu ektiler. Osmanlıyı coğrafi olarak, ırk olarak, mezhep olarak ayrılma faaliyetlerini başlatıp merhale alırlarken bir de Anadolu milleti içerisinde inşikak çıkardılar. Çünkü amaçları bir daha dirilmemek üzere bu Anadolu insanını sömürge haline getirmekti.
7. Bu planların varlığını ve müessiriyetini bizler Cumhuriyetin ilanından sonra ve hassaten Lozan muahedesinin ağır ve dehşetli şartlarının devlet tarafından bu millete zoraki ve baskı ile uygulandığına şahit oluyoruz.
8. Hakikaten en dehşetli darbeyi ve hamleyi; münazaalı bir şekilde kurtulan Anadolu halkı üzerinde devletin baskısı ile yıllarca dinimize, lisanımıza, tarihimize ve hassaten Avrupalılaşmak adına ahlakımıza vurdukları darbeden anlamaktayız. Çünkü kılıç yarası izale olur, ancak ahlakımıza vurdukları darbenin maalesef telafisi ve tedavisi zor olmaktadır.
Fakat ehl-i dünyanın ve ehl-i küfrün bu plan, hile ve oyununa karşılık; Allah (cc)’ın da bir planı bir programı olduğunu; Risale-i Nur’un tahakkuku ve vukuu ile ve bu Anadolu’nun bağrına yerleşmesi ile anlıyoruz. Ve Allah’ın planı hâkim olarak beşerin zalimane plan ve projesini lağvetmiş. Bugün ülkemiz maddi ve manevi olarak kemalat arşına doğru yürümektedir.
Yukarıda nazara verdiğimiz her türlü bilginin ve malumatın doğru tarihlerde belgeleri, tescilleri ve bilgileri mevcuttur. Bu tarihi gerçekler ışığında Kastamonu Lahikası’ndaki mektubun muvafakatına gelirsek şunları söyleyebiliriz.
1. Mektup “İngiliz taraftarı olanlara mahremdir” cümlesinden; bu mektup İngiliz siyasetinin gizli ve özel sırlarını deşifre etmektedir. Dolayısıyla bu fikri ortaya dökmek o zihniyete hedef olmak anlamına gelir ve Müslümanlar üzerinde zulümlerini artırırlar.
2. Galip cereyanın ve o cereyanın (İngilizler) ülkedeki uzantılarının İslam’a daha fazla zarar vermemeleri için Nur Talebelerinin siyasetten çekilerek "sırren tenevveret" düsturu ile hareket etmeleri elzemdir. Nitekim Muazzez Üstadımızın dava hayatı bir müddet böyle devam etmiştir. O ekiple siyaseten meşgul olmayı bırakmış. Ta ki onları kuşkulandırarak İslamiyet aleyhine daha fazla çevirmemek için, içtimai ve siyasi hayata küsmüş Van’a çekilmiştir.
Ayrıca siyaseten bu meselede tarafgirlik insanı zalimlerin zulmüne manen iştirak ettirip günahkâr yapabilir. Bu sebep de siyasi tarafgirliği engellemektedir. Ancak dualarımız ve niyazlarımızla mazlumlara ve haklılara manen destek olabiliriz.
3. Cihan harbi gibi dehşetli bir hadise dahi Muazzez Üstadımızı dünyevi meselelerle meşgul etmeyip; mahsusen tebliğ amaçlı ahiret meselelerine ve iman hakikatlerine kuvvet vermesinin altında, işte bu basiret ve intak-ı bil hak nevinden kaderin yönlendirmesi vardır. Ancak mektupta geçen medar-ı niza olmuş ağabeyler mabeyninde, Üstadımızın bu istinkâfının hikmeti icabı, Üstadımız muvakkaten dünyanın siyasetine bakmış ve şunları ifade etmiştir:
a. Osmanlıyı yıkan İngiliz zihniyeti ve siyaseti sömürge altında bulundurdukları İslam âlemine Anadolu kadar ve bu merkez-i İslamiyet kadar zarar vermemişler ve zulüm etmemişlerdir. Hatta onlara menfaati icabı faydalı olmaya da çalışmıştır. Mesela, hariçteki İslam âleminin dinine, tarihine, lisanına ve örf ve adetlerine müsamahalı davranmıştır. Bugün de aynı siyaset devam etmektedir. Sadece bölüp parçalayarak kendisine menfaati açısından tabi hale getirmiştir.
Fakat bu menhus zihniyet Anadolu’ya elinden geldiği kadar zulmederek ve itlaf projeleri kademe kademe uygulayarak bizim dinimizi, lisanımızı, tarihimizi, ananelerimizi ve hassaten ahlakımızı çökertmek ve mahvetmek için azami şekilde zulmetmiştir. Hatta nüfus planlaması bile bu Anadolu insanına bir zulüm projesi olarak uygulanmıştır.
İşte Muazzez Üstadımız bunu "gizli bir siyaset" olarak basireti ile idrak etmiştir. Bu menhus zihniyetin daha ileri gidip kökten yok etme bahanelerine malzeme olmamak için, Nur talebelerine sırren tenevveret hakikati muvacehesinde davalarını sevk ve idare etmelerini emretmiştir.
b. Ayrıca bu İngilizlerin Anadolu’yu böyle manen çökertmek istemesinin bir gayesi de çok müdahale etmediği İslam âlemini başsız bırakmak, artık bu milletin din namına hiçbir şey yapamayacağının mesajını vermek, İttihad-ı İslamın tahakkukunu, Müslümanları başsız bırakarak engellemektir.
Üstadımızın tedbirli ve gizli hizmetleri ve hassaten siyasi ve içtimai alandan kaçması; İngilizlerin bu siyasetinin de tahakkuk etmemesi için müthiş bir basiretli davranıştır.
c. İşte bu menhus ve zalim devletin Anadolu harici müstemlekelere müsamahalı davranmasına bakarak, Anadolu da bazı uzantıları ile yaptığı zulümleri ve ahlaksızlıkları görmemezlikten gelmek ve zahire bakarak yanlış telakki ve düşüncelerle onu destekleyecek ve ona kuvvet verecek düşünce ve fikirleri savunmak ve siyaseten ona yardımcı olacak hâl ve vaziyetlerde bulunmak; Risale-i Nur'un mesleğine muhalif olup aynı zamanda bizleri onun zulmüne manen iştirak ettirir.
d. Bazı idarecilerimizi maalesef bu ince sırlı ve gizli niyeti düşünemediğinden veya anlayamadığından; yüzde doksanlık âlem-i İslam’ı küstürecek veya bizden soğutacak mücadelelere ve muamelelere soktu. Dahilde ise ekalliyete kalan bir grubun ve ekibin hissiyatını okşadı. Onları destekledi, ancak İslam âlemini darıltacak ve küstürecek siyasetleri takip etti.
e. Ne zaman samimi olarak veya zaruri ihtiyacına binaen o büyük devlet o menhus zihniyetinden vazgeçerek İslam’a ve dine samimi yaklaşmak isterse; belki o zaman din ve İslamiyet namına siyaseten ilgilenilebilir ve meseleler değerlendirilebilir. Aksi halde o zalim zihniyet devam ettiği müddetçe o alanlara girmek, o devletin menfaatlerine ve zulmüne iştirak etmek ve yardım etmek anlamına gelir.
Netice olarak Üstadımız o mektupta; dünyanın siyasetinin aynı şekilde gitmeyeceğini, dengelerin ileride fevkalade değişeceğini, belki de Batı'nın İslam’a el uzatıp bir ortak paydada buluşabileceğinin de mesajını ve bilgisini vermektedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü