"Nasıl ki bir tabip, doktorluk noktasında, bir namahremin en namahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir, hilaf-ı edep denilmez. Belki, edeb-i tıp öyle iktiza eder denilir." Devamındaki kısımla arasındaki bağı izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Allah’ın Cemil ismi, Allah’ın en mükemmel sanatı olan insanı diğer şuur sahipleri karşısında güzel ve mükemmel görünmesini ister. Bu yüzden Peygamber Efendimizin (asm) sünneti ile insanı, en uygun en mükemmel forma sokmak istiyor.

Yani buradaki edep, Allah’ın isimlerinin manasına uygun bir hâle girmek anlamına geliyor. Ve Allah’ın insanı çıplak hâli ile görüyor olması bu edebi bozmuyor. Tıpkı bir doktorun doktorluk gözü ile hastanın mahrem yerlerine bakmasının normal ve edebe zıt olmaması gibi...

Saniyen: Nasıl ki bir tabip, doktorluk noktasında, bir nâmahremin en namahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir, hilâf-ı edep denilmez. Belki, edeb-i tıp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabip, recüliyet ünvanıyla yahut vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o namahremlere bakamaz, ona gösterilmesini edep fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek hayasızlıktır.

Öyle de Sâni-i Zülcelalin çok esması var; her bir ismin ayrı bir cilvesi var. Mesela, Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusûrâtın bulunmasını iktiza ettikleri gibi, Cemil ismi de çirkinliği görmek istemez. Lâtîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm gibi esma-i cemaliye ve kemaliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler. Ve o esma-i cemaliye ve kemaliye ise, melaike ve ruhani ve cin ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edepleriyle göstermek isterler.(Lem'alar, On Birinci Lem'a)

Bu iki paragraf arasındaki bağ, ilahi isimlerin hükümlerinin birbirinden farklı farklı olduğudur. Bir ismin izin verdiğine başka bir isim izin vermeyebilir. Bir isim dairesinde güzel olan bir şey, başka ismin dairesinde çirkin olabilir.

Mesela "Gaffar" ismi günahların vücudunu ve "Settar" ismi kusurların bulunmasını iktiza ettikleri gibi "Cemil" ismi de çirkinliği görmek istemez.

Örnekte Şafi isminin tecelli ettiği tıp ilmine göre, bir namahremin en namahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir. Bu alanda böyle bir duruma hilaf-ı edep denilmezken, o tabip, erkeklik unvanıyla yahut vaiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o namahremlere bakamaz. Ona gösterilmesini edep fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek, hayâsızlıktır.

Görüldüğü gibi isimlerin hükümleri birbirine zıt ve mugayir olabiliyor. Öyle ise güzelliği ve edebi, isimlerin mana ve hükmüne göre değerlendirmek gerekiyor. Şafi ismi açısından bir doktorun doktorluk haysiyeti ile namahremin en mahrem yerine bakması caiz ve gerekli bir hüküm iken, aynı durum Cemil ve başka isimler açısından haram ve hayasızlıktır.

İşte, Sünnet-i Seniyyedeki adap, bu ulvi adabın işaretidir ve düsturlarıdır ve nümuneleridir.

Tabiri yerinde ise Allah’ın, mahlukatı her hâli ile görmesi, doktorun mahremi görmesi gibidir; ama diğer şuur sahiplerinin görmesi ise uygun değildir. Bu yüzden insan edep yerlerini diğer insanlara gösteremez ve örtünmekle mükelleftir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.036
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...