"Nefis" ve "Nüfus-u Seb’a" ne demektir?

"Nefis" ve "Nüfus-u Seb’a" ne demektir?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Nefis; “kendi” demektir. Ruh ve bedenin ikisine birden nefis denilir.

Nefis, insan mahiyetinde maddî, cismanî ve hayvanî yönü temsil eden, nuranî ve latif duyguların terakki ve tekemmülüne vesile olan bir cihazdır. Nefis, insanın nebati ve hayvani bütün istek ve arzularını cem eden bir mefhumdur.

Nefis, hakkı batıl, batılı hak gösteren hilekar bir düşmandır. Daima iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer; kusur ve noksanlarını kabul etmez. İnsanı günah ve isyana zorlamaktan asla yorulmaz ve usanmaz.

Nefis, Allah’ın isim ve sıfatlarının anlaşılmasında mühim bir miyar ve mihenktir. Şehvet ve öfke nefsin iki mühim hissiyatıdır. İnsanın bu kesif ve maddî nefsi, ıslah ve terbiye ile nurani ve latif bir surete çevrilebilir. İşte nefsin mertebeleri bu ıslah ve terbiyenin kademelerinden ibarettir.

Allah imtihanın bir gereği olarak, nefis ve şeytanı insanların terakki ve tekemmülü için musallat etmiştir. Bu mücadele kıyamete kadar devam edecektir. İnsanın vazifesi bu iki düşmanla bir ömür boyu mücadele edip, terakki etmek, onlara galip gelip ebedî saadete nail olmaktır.

Ruh, akıl, kalp, irade, nefis, vicdan, zahiri ve batini hislerin hepsi insan mahiyetinin birer cüzleri ve unsurlarıdırlar. İnsanı cami ve mükemmel kılan da bu sahip olmuş olduğu duygu ve cihazlardır.

Nüfus-u seb’a, nefis terbiyesindeki yedi kademe, yedi safha demektir. Bir öğrenci on beş yıllık tahsil hayatının sonunda bir fakülteden mezun olur ve bir mesleğe atılır. Bir ustanın yanında işe başlayan bir çırak yıllar sonra usta olur. İşte bütün bunlarda belli bir merhale olduğu gibi, nefsin terbiyesinde de bir seyrüsülûk lazımdır.

Ham petrol başlangıçta siyahtır ve pis kokuludur. Fakat arıtma neticesinde bu ham petrolden yüzlerce faydalı şey üretilir. Benzin bunlardan sadece bir tanesidir. Onun gibi, nefis işin başlangıcında o ham hali ile –tabir yerinde ise- pistir. Fakat belli bir seyrüsülûk neticesinde arınmış bir hale gelir, kötü vasıflarından birer birer kurtulur.

Tasavvuf kitaplarında nefsin yedi mertebesi olduğu ifade edilir:

1. Nefs-i emmâre: Şiddetle ve daima kötülüğü emreden ve şehvanî arzulara severek giren nefis... Ulvi şeylerden gafil, süfli şeylere ise müştak olur. İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Nefs-i emmare, şiddet ve ısrarla hep kötülükleri emreden bir duygu ve histir. İnsanı kötü ve zararlı şeylere zorladığı için, bu ismi almıştır. Nefs-i emmare hep kötülükleri ve bayağı şeyleri ister. Sahibinin izzetine değil, zilletine taliptir, kimsenin emri altına girmeyip, daima emretmek ister. Nefs-i emmare bütün kötülüklerin menbaıdır.

İnsanın en mühim vazifesi, kendisini nefsin gayrimeşru arzularından ve kin, haset, gıybet, cimrilik, cahillik gibi kötü huylardan men ederek; fazilet, ubudiyet, iffet ve hayâ gibi meziyetlerle süslemektir. Eğer insan nefsinin ıslahına muvaffak olamazsa, nefis onu, sonu gelmeyen fenalıklara götürmeden bırakmaz. Evet, aklı başında olan bir insanın hayatı boyunca nefisle mücadele edip, onu mağlup etmesi son derecede zarûrîdir.

2. Nefs-i levvame: Kendini kınayan, kötülükten vicdanen rahatsız olan nefis. Bu makama yükselen bir abid, günahlardan tövbe eder, kendi kusurlarını görür. Yaptığı hata ve günahlardan dolayı kendisini çok levm ettiğinden (ayıpladığından) dolayı ismine levvame (çok ayıplayan, kınayan) denilmiştir. Bir ayette mealen şöyle buyurulur: “Kusurlarından dolayı kendini kınayan nefse de yemin ederim.” (Kıyame Suresi, 2)

Bu makamda bulunan bir insan, kötülükleri ayıplar, ibadetten zevk alır. Böylece kendini ucub, gösteriş, fahir ve riyadan kurtarır. Bu tehlikelerden dolayı nefis, daha âli makamlara çıkmayı ister. Bu makamda bulunan kişi, nefsine muhabbet edebilir.

3. Nefs-i Mülhime: İlhama mazhar olmuş nefis. Nefsin bu makamı, kâmil imana kavuşmanın ilk adımıdır.

4. Nefs-i Mudmainne: Kötülüğe meyli kalmamış, iyilikleri yapan nefis: Bu mertebeye ulaşan nefis, emir ve yasaklarından zerre kadar ayrılmaz: Her bir sözü ve her fiili Kur’an’a ve sünnete göredir. Cenab-ı Hak bu merbeye ulaşan kuluna şöyle hitap etmektedir: “Ey Mutmaine olan nefis! “Sen O’ndan, O da senden razı olarak Rabbine dön.” (Fecr Suresi, 28)

5. Nefs-i râdiye: Rabbinden razı olmuş nefis. Kahır olsun lütuf olsun, her şeyi rıza ile karşılayan nefis: Her halinde rızayı ilâhiyi gözetir; teslimiyet ve rıza üzeredir. Allah’tan başka hiçbir şeye meyletmez. Nefsi bu makama eren kimse, Hakk’ın huzuru ile edeb deryasına dalar ve duası asla reddolunmaz.

6. Nefs-i mardiye: Kendisinden razı olunan, Rabbi katında makbul nefis. Hataları affetmek, ayıpları örtmek, kimse hakkında su-i zan etmemek, herkese lütuf ve şefkat göstermek gibi sıfatlarla muttasıftır. Nefs-i mardiyye makamına gelen kâmil bir insan, seçilmişlerin seçilmişi, nur membaı ve sırların hazinesidir.

7. Nefs-i Kâmile (Safiye): Süzülmüş, katışıksız, temiz nefis: Evliyalık makamının en büyük derecesidir. Nefs-i kâmile makamına gelen kişinin her hareketi taat ve ibadet üzeredir. Onun yüzünü gören kişi, huzura kavuşur. Onu görenin kalbine Allah’ın zikri ve fikri gelir. Allah’ın emir ve yasakları ona çok kolaydır.

  • BÜYÜK DÜŞMAN

Hazret-i Yusuf (as.) gibi ulu-l azim bir peygamber bile şöyle buyurmuştur:

“Doğrusu ben nefsimi temize çıkarmam. Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister ve kötülüğü emreder.” (Yusuf Suresi, 53)

Peygamber Efendimiz, (asm.) Tebük seferinden Medine-i Münevvereye dönüşünde; “Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” buyurarak, en güçlü ve büyük bir ordu ile yapılan cihadı küçük cihat olarak vasıflandırmış, nefs-i emmareye karşı olan mücahedeyi ise, büyük cihat olarak nitelendirmiştir. Zira savaşta ölen şehadetlik mertebesine çıkar ve ebedi saadete mazhar olur. Eğer insan, nefs-i emaresine mağlup olursa, ebedi şekavet ve mücazata düçar olur.

Bu hadis-i şerife istinaden İslâm âlimleri gazaya, yani düşmanla yapılan savaşa küçük cihad, nefisle mücahedeye ise büyük cihad nazariyle bakmışlardır. Demek ki, hakiki mücahid, düşman ordularını mağlup edip, ülkesine ülke katan değil, nefsine karşı cihad edip, onun kötü arzularına galip gelip muzaffer olandır.

Nefisle ilgili harika bir tesbit:

"Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder. Mâbuda lâyık bir tenzih ile nefsini meayibden tenzih ve tebrie eder.” (Sözler)

Bu ibretli sözlerin devamında, insanın yaratılışına Allah’ı hamd ve tesbih için konulan cihazat ve istidadın yanlış kullanılmasıyla bu büyük hataya düşüldüğü ibret nazarımıza sunulur.

İnsan nefsi hiç bir hatayı kendi üzerine almaz ve kendini kusurlardan arı ve duru göstermek ister. Bu hata insan ruhundaki bir istidadın yanlış kullanılmasının neticesi. Onun asıl yeri, “tesbih”, yâni, Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmektir.

Ve yine nefis, kendini metheder durur. Burada da yine bir manevî cihazın yanlış kullanılması söz konusu. Onun asıl yeri de “Allah’a hamd” etmek, O’nu kemal sıfatlarla tavsif etmektir.

İşte nefis bu iki mühim cihazı yanlış kullanmakla büyüklenir, haddini tecavüz eder. Ona haddini bildirmek üzere namaz tesbihatının bir üçüncüsü devreye girer: Tekbir...

Mü’min, Allah’ın büyüklüğünü her yâd edişinde kendi nefsinin de küçüklüğünü ilân etmiş olur.

Bu üç zikir, yâni tesbih, hamd ve tekbir diğer nice hikmetleri yanında aynı zamanda büyük bir nefis terbiyesidir.

Demek ki, bize durmadan kötülüğü emreden nefse biz de tesbih ile kusurunu, hamd ile muhtaç bir varlık olduğunu ve tekbir ile aczini hatırlatıp duracağız.

  • NEFS-İ EMMARE

Nefs-i emmare... Şehvet, hırs ve hasedin emrine girmekle, ruh ve kalbi aşağıların ve bayağıların hizmetine sokmağa çalışan iblis oyuncağı.

Kötülüğe âşık, harama düşkün sarhoş nefis.

Hayırlı işlerde tembel ve ürkek, şerde cesur ve atılgan bozuk mizaç.

Şeytanı meleklere secdeden men eden haset ve kibir, bu nefsin birinci sıfatı ve en bariz özelliği.

Kötüyü kötüleyen güzele varır. Yanlışın yanlışlığını ortaya koymak doğruya erdirir. Ters yönün tersine gitmek insanı düze çıkarır.

Nefis kendini övmekten ve övülmekten zevk duyar, o halde onun kötülenmesi lâzım geliyor.

Nefis ibadetten hoşlanmaz; buna karşı onun ellerini bağlamak, belini bükmek, yüzünü sürtmek gerek.

Ve nefis, bıkmadan usanmadan "ben" der durur. Öyleyse insan Hakk’ı çok zikretmeli, kalbiyle, ruhuyla bütün duygularıyla hep O’na teveccüh etmelidir.

Her türlü huzursuzluğun kaynağında şu yanlış değerlendirme yatar:

Nefsin doymasıyla, kalbin tatmin olmasını birbirine karıştırmak.

Yanlış yoldan giden yorulur. İşte bizi yoran, sıkıntıya düşüren ve sonunda perişan eden bu büyük hata... Bundan döndüğümüz an, istikameti bulmuş ve huzur ve saadete yönelmiş olacağız.

Nefis şerle beslenir. Şer ise kalbi yaralar, vicdanı rahatsız eder ve huzuru kaçırır. Sadece birkaç misâl:

Nefis cimrilikten yanadır. Zenginleştikçe mutlu olacağını zanneder. Hâlbuki kalp ve vicdan muhtaçları doyurmaktan zevk alırlar.

Nefis kibre âşıktır, büyüklenmekten hoşlanır... Kalp ve ruhun rahatı ise tevazu ve mahviyettedir.

Nefis tembel talebeler gibi oyun ve eğlence düşkünüdür. Akıl ise çalışmayı ve gayreti emreder, onunla rahat bulur.

Ve nihayet nefis, fâni ve geçici eşyanın meftunudur. Kalp ise bekâya, ebediyete âşıktır.

İki cihanda huzur bulmanın ve saadete ermenin reçetesi, nefsin değil kalbin tatmin edilmesidir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
N
Okunma sayısı : 39.472
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ziyaretçi (doğrulanmadı)

"Nefis" ile "ene" aynı şey midir? "Ene", "irade", "benlik", "enaniyet"; bunların benzerlikleri veya farklılıkları nedir, nasıl ayırt edilir?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Cenab-ı Hak, insana, kendi isim, sıfat ve şuunatını tanıtmak ve kavratmak için onu, çok değişik ve geniş hissiyat, cihaz, ölçü ve kıyaslarla donatmıştır. İnsanın bu kıyasları yapabilmesi için, çeşitli ölçü ve mizanlar vermiştir.

İnsanda akıl, kalp ve vicdan gibi latif ve nuranî hissiyat ve cihazlar olduğu gibi,  kesif ve maddî cihazlar ve duygular da vardır. İşte, insandaki  bir takım kabiliyetleri geliştirmek ve inkişaf ettirmek için mücahede ve mücadele için nefis ve şeytan yaratılmıştır. Bazı tabirleri izah etmeye çalışalım.

Nefis: Burada nefisten kasıt, insanın hayra da şerre de gidebilecek hissiyatın ve bedendeki cihazların tümüne verilen bir tabirdir. Nefis dediğimiz hissiyatlar, İslami bir terbiye ile terbiye edilirse, sahibini en yüksek makamlara çıkarır. Batıl ve sapkın yollarda işlettirilirse, en aşağı derecelere düşürür.

Allah, nefis ve şeytan gibi şeyleri insanın terakki ve tekemmülü için insana musallat etmiştir. Bu yüzden, imtihan dünyasında ölene kadar nefis ve şeytan insan mahiyetinde vazifesini yapacaktır. İnsanın vazifesi de bu düşmanlarla mücadele edip, Allah yolunda terakki etmektir.

Nefs-i Emmare; insanı kötülüğe sevk eden ve terbiye edilmeye müsait bir cihazdır. Nefis umumi hissiyattır, nefs-i emmare ise bu nefisten bir şubedir.

Ene, benlik ve enaniyet manasında kullanılmaktadır. Ene, nefsin umumi hissiyat ve ölçülerden, bir cüz ve bir cihazdır. Veriliş gayesi ise, vahid-i kıyas yaparak, Allah’ın mutlak sıfat ve isimlerini bir nebze anlamaktır.

Ene farazi ve vehmi benlik ve sahiplik duygusudur. Yani hakikatte olmadığı halde, varmış gibi vehmedilen bir sahiplenme, bir kabullenme duygusudur.

Mesela, insanın ailesine "benim ailem" demesi, evine "benim evim" demesi, vücut ve azlarına benim "vücudum ve benim azalarım" demesi buna misal olarak verilebilir. İşte buradaki "benim" ifadesi enedir. Halbuki hakikat noktasından ne aile, ne ev, ne vücut ve ne de azalar insanın değildir; hepsinin gerçek sahibi Allah’tır.

Allah, insana bu sahiplenme duygusunu mutlak isim ve sıfatlarını kavratmak ve kıyas yapmak için vermiştir. Yani insandaki cüzi ilim, cüzi kudret, cüzi irade, cüzi sahiplenme duygularının hepsi Allah’ın isim ve sıfatına açılan bir pencere gibidir. İnsan bu pencere ile Allah’ın isim ve sıfatlarını kavrar.

Mesela der; "Ben şu küçük  hanemin sahibiyim, Allah ise bütün kainat hanesinin malikidir. Ben cüzi kudretimle şu evi yaptım, Allah ise sonsuz kudreti ile sarayını yaptı. Ben cüzi ilmim ile şu kadar şeyleri bilirim, Allah ise sonsuz ilmi ile her şeyi her şeyi ilebilir, her şeye muttalidir."

İnsan sahip olduğu bu cüzi ve farazi hatlar ile kıyas yaparak Allah’ın sonsuz isim ve sıfatlarını idrak eder. Şayet bu sahiplenme duygusu olmasa idi, insan bu kıyası yapmayacağı için, Allah’ın o sonsuz sıfatlarını idrak edemeyecekti.

İnsan kendi sınırlı kuvvetini ölçü alarak Allah’ın sıfatlarının sonsuz olduğunu, kendi cüz’i iradesini ölçü alarak Allah’ın iradesinin külli oluğunu anlayabilir.

İnsana bu cüz’i sıfatlar verilmeseydi Hâlık’ının sonsuz sıfatlarını bilmesi mümkün olmazdı.

Anneden doğma kör bir adama, “Görme denilince ne anlıyorsun?” diye sormuşlar. Adam şu enteresan cevabı vermiş:

“ ‘Siz falanca geliyor’ diyorsunuz, ben hayret ediyorum ki ne biliyorlar?”

Cenâb-ı Hak bize kudret vermeseydi O’nun Kadir olduğunu bilemezdik. İrade vermeseydi irade sıfatını, işitme vermeseydi işitme sıfatını bilemezdik.

Burada izah ve tarif  edilen ene ve benlik hissinin yüzü, insana terakki veren, insana marifet kapılarını açan ve insanı nihayetsiz makamlara çıkaran müspet ve hayır yüzüdür. İnsan bu farazi ene duygusunu bu cihetle kullandığı zaman, kulluğun temelini ve özünü yakalamış oluyor. İnsanın manevî cephesi Allah’ın isim ve sıfatlarını tanımak üzere terbiye edilmiştir.

Ene ve benlik hissinin bir de menfi ve şer yüzü vardır. Şayet  insana verilen ene ve benlik hissi küfür ve inkâr tarlasında yeşerip beslenir ise, bu kez durum aksine işler. Yani ene ve benlik hissi Allah’ı bilmek ve anımak vasıtası iken, tam aksine inkâr ve meydan okuma vesilesi haline dönüşür. Ene ve benlik hissi farazi ve hayali bir hat iken, inkâr ve küfür penceresi sayesinde hakiki ve külli durumuna geçer, kendisine Allah’ın ihsanı olarak verilen cüzi ilim, irade ve kudreti, kendisinin  mülkü olduğuna inanmaya başlar. İnkâr ve felsefenin derinleşmesi ile bu duygular cüzilikten çıkar, külli haline gelir ve Firavun gibi işi;"ben de İlahım" demeye kadar işi götürür.

Yani ene ve benlik öyle bir histir ki, hayırda istihdam edilirse aziz ve yüksek bir kul yapar, şerde ve küfürde istihdam edilirse Ulûhiyet davasına kadar gider. Emanet olarak verilen bu ene, yanlış kullanılıp Allah'ın sıfatlarının anlaşılması için değil, kendimizi makam ve kudret sahibiymişiz gibi göstermeye vesile olacak şekilde kullanırsak, o zaman emanete hıyanet etmiş olacağız.

İrade ise, insana verilen bütün bu cihaz ve kabiliyetleri hayırda mı, şerde mi kullanacağına karar veren en mühim bir sıfattır. Bu da nefis dediğimiz ruh ve bedenimizden bir cüz ve bir parçadır.

İrade, benlik, şehvet, gadap, akıl, heva, bunların hepsi, büyük emanetin parçalarıdır. Her birinin vazifesi ve işleyişi farklılık arz eder. Bunların emmare olan, yani kötülük ve şer yönünün bütününe nefis denilmiş. Ene, nefistendir ama nefis, eneden ibaret değildir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...