Nefsin şöhret hissini kırmak için misal olarak verilen, "üzüm salkımı ve çubuğu" konusunu biraz açar mısınız? Üstadımıza yüklenen vazife nedir ki; kendisini üzüm çubuğuna benzeterek, nefsini fahirden, medihten ve gururdan muhafaza etmeye çalışıyor?
Değerli Kardeşimiz;
"Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura, belki bir hakkın var. Halbuki, sen dâim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyârın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkîs ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfrânınla iptal ediyorsun ve temellükle gasb ediyorsun."
a. Nefsin şöhret hissini kırmak için misal olarak verilen, “üzüm salkımı ve çubuğu” konusunu biraz açar mısınız?
İslam, tevhid dinidir. Onda ne açık şirke yer vardır, ne de gizli şirke. Nur Külliyatı'nda defalarca işlenmekle kalbin ta derinliklerine yerleştirilmek istenen bir mesaj vardır:
Bütün hayır ve güzellikler Allah'ın elindedir. Sebepler yalnız zahiri birer perdedirler. Hakiki müessir ve tek yaratıcı ancak Allah'tır.
Güneş'te ışığı yaratan Allah, denizde balığı yaratır, tarlalarda mahsulleri, ağaçlarda meyveleri yaratır. Üzüm ağacını üzüm meyvesi verecek şekilde planlayan, onun çekirdeğinde o ağacın bütün programını, Üstad'ın ifadesiyle "manevî kader kalemiyle" yazan, bugünün ifadesiyle genetik şifreler halinde kaydeden Cenâb-ı Hak, insanın mahiyetini de binler çeşit ilimlere kabiliyetli kılmış, insan beynini bunu yapabilecek büyük bir mucize olarak yaratmıştır.
İşte insan, ortaya koyduğu ilmî eserleri, güzel sanatları, teknik sahada yakaladığı harika keşifleri hep bu üstün mahiyetin birer meyvesi olarak değerlendirmelidir. Aksi halde, üzüm çubuğunun, “Bu üzümler benim eserimdir.” demesi gibi, haksız bir sahiplenme ile kendisine şükür kapısını kapayıp nankörlük, küfür ve kibir kapısını açmış olacaktır.
"İslâmiyet'in esası, mahz-ı tevhiddir; vesait ve esbaba tesir-i hakikî vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor."(1)
b. Üstadımıza yüklenen vazife nedir ki; kendisini üzüm çubuğuna benzeterek, nefsini fahirden, medihten ve gururdan muhafaza etmeye çalışıyor?
Üstad Hazretleri; "Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var..." buyurmakla, vazifesinin ulviyetini çok güzel bir şekilde dile getirmiş oluyor. Allah Resulünün (asm.) beyan ettiği gibi,
“Âlimler peygamberlerin varisleridirler.” (Buharî, İlm 10)
Kıyamete kadar, insanları irşat vazifesi âlimlere verilmiştir. Bu vazifeden her âlimin bir hissesi vardır. Fakat en büyük hisseler asırlarına istikamet veren, İslâm’ın o asırdaki tebliğ metodunu belirleyen mücedditlere aittir.
Şirkin ve küfrün hâkim olduğu cahiliye döneminden sonra, bu asra kadar doğrudan doğruya imana hücum edilen bir dönem görülmemiştir. Küfrün, dalaletin, sefahetin birer şahs-ı manevî halinde insanların imanına ve ahlâkına büyük zararlar verdiği bu dehşetli asırda, Üstad Hazretlerinin deruhte ettiği vazife, fevkalade büyük ve ehemmiyetlidir.
Ve bu vazifeyi en mükemmel şekilde yerine getirmiş olmasından dolayı, nefsinde bir iftihar halinin hükmetmesinden büyük endişe duymuştur. Üstadımız kendi nefsine bu harika dersi vermiş ve bizlerin de yaptığımız hizmetlerde nefsimize aynı dersi vermemiz için bu dersini kaydetme ihtiyacı duymuştur.
"Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’âna hücum edilecek, i'cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım."(2)
c. "Halbuki, sen dâim zemme müstahaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyârın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfrânınla iptal ediyorsun ve temellükle gasb ediyorsun.” Bu cümleleri biraz açabilir misiniz? Fahr ile tenkis, gururla tahrip, küfranla iptal ve temellükle gasp ne mânaya geliyor?
Üstad Hazretleri, insan nefsi için yaptığı harika bir tespitte şu incelikleri nazarımıza sunar:
"Zira insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle, nefsini sever. Belki, evvela ve bizzat yalnız zatını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mâbuda layık bir tarzda nefsini metheder, mâbuda layık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder."(3)
İşte her hayrın Allah’tan olduğu gerçeğinden gaflet eden bir nefis, ilâhî ikramları kendine mal eder ve kendinin methedilmesini ister. Onu terbiye etmenin yolu ise onu daima zemmetmektir. Yani, kusurlarını sürekli olarak hatırlatıp, kibirlenmesine fırsat vermemektir.
Nurlarda beyan edildiği gibi, insanın eline "cüz’î bir cüz’i ihtiyarî" verilmiştir. Onun vazifesi sadece hayra veya şerre yönelmektir. Bundan ötesini hep Allah yaratmaktadır. Mesela, görme fiilinde insanın vazifesi helale veya harama bakmaya meyletmektir. Beynin çalışmasından, gözlerin vazife yapmasından, ışığın yaratılmasına kadar, tüm hayırlar Allah’tandır. İnsan, bu cüz’î iradesini şerde kullandığı taktirde, bütün mesuliyet ona aittir ve zemmedilmesi gerekir. Hayırda kullandığında ise, hissesinin çok cüz’î olduğu kendisine hatırlatılarak, gurura ve kibre sapması engellenmelidir.
İnsan, cüz’î iradesini yanlış kullanarak kendine ihsan edilen nimetleri sahiplenme ve onlarla övünme yoluna girerse, o nimetlerin değerini düşürmüş olur. Yani onlar Allah’ın birer ikramı olma makamından, o kişinin kendi hüneri olma derekesine düşerler.
Üstad Hazretlerinin bir misalini konumuza tatbik edelim:
Bir bahçıvan, bağındaki meyveleri kendisinin yaptığını iddia etse, o meyveler kudretin birer mucizesi ve Rezzak isminin birer aynası olma makamından düşerek, o zavallı kişinin eserleri olarak görülürler.
Dipnotlar:
1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas.
2) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Yedinci Risale...
3) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Zeyl.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Fahr ile tenkis, gururla tahrip, küfranla iptal ve temellükle gasba misal verir misiniz?
Mesela üzümün kuru çubuğunda insanda olduğu gibi cüzi bir ilim, cüzi bir irade cüzi bir şuur bulunmadığı için üzüme bu benim eserim bu benim faziletim bu benim işim diye sahip çıkmıyor ve üzüm üzerinde görülen İlahi lütuf ve sanatı tam ilan ediyor.
İnsan öyle değil insanda cüzi bir ilim, cüzi bir irade cüzi bir şuur bulunduğu için kendi üzerinde İlahi isimlerin bir tecellisi olarak tezahür eden güzellik ve faziletlere haksız bir şekilde sahip çıkıyor ve bunlar benimdir diye iddia ediyor. Dolayısı ile o nimetlerin kıymetlerini fahri ile tenkis ediyor, gururu ile tahrip ediyor.
İnsan üzerinde tecelli suretinde görülen fazilet ve güzellikleri fahr ve gurur ile kendinden bilmemeli kendini kuru çubuk gibi görmelidir. İnsan bu İlahi tecellileri kendinden bilerek küfrana ve gaspa giriyor.
Ben güzel yaratılmışım demiyor ben güzelim diyor, ben cömert yaratılmışım demiyor ben cömertim diyor bana kuvvet ihsan edilmiş demiyor ben kuvvetliyim diyerek verilmiş bütün fazilet ve kemalleri kendine mal edip bununla övünerek fahirlenip gururlanıyor.
Ben nimeti üzerime alınca tenkis oluyor fakat Allah'a verince tenkis olmuyor mu? Bunu bir misalle açıklar mısınız?
Nimeti Allah'a vermek Ondan bilmek noksanlık değil nimeti tamamlamak olacağı için tenkıs olmaz.