Niçin Kur'an meali okunmuyor da Risale-i Nur okunuyor? Bir kişi sadece Kur'an meali okuyarak, Kur'an-ı Kerim'in bizden ne istediğini öğrenemez mi?

Niçin Kur'an meali okunmuyor da Risale-i Nur okunuyor? Bir kişi sadece Kur'an meali okuyarak, Kur'an-ı Kerim'in bizden ne istediğini öğrenemez mi?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Evvela, Kur’an Allah’ın ezeli ilim sıfatından süzülüp gelen ve ebedi ilimleri havi mucizevi bir kitaptır. İnsanların kısır aklı ve anlayışı, bu sınırsız ilme dayanan İlahi kitabı birebir tercüme edip, bu İlahi kitabın bütün meziyetlerini meale aktaramaz. Bu yüzden meal, Kur’an’a mikyas değil, ancak genel hatları ile bir malumat edinme vesilesi olabilir. Yani meal, meali yapan şahsın eksik ve basit bir dil tercümesinden ibarettir.

İkincisi, tefsir meale göre daha geniş daha kapsamlı bir çalışmadır. Mealde kelimenin eksik ve kısır bir tercümesi yapılmaya çalışılırken, tefsirde kelimenin bütün mana yönleri, gramer ilminin de kaideleri ile inceleniyor. Onun için meal asla tefsirin yerini tutamaz.

Kur’an’ı geniş ve sağlıklı bir şekilde talim etmek istiyor isek tefsirle meşgul olmalıyız. Yani meal sadece genel bir malumat edinme şeklidir, derinlemesine talim için yeterli değildir. Tarihte yüz binlerce tefsir yapılmışken, meallerin çok az olması meselemize işaret eder.

Üçüncüsü, Risale-i Nur, Kur’an’ın manevi ve hakikatli bir tefsir olduğu için, meal ile kıyasa gelmez. Aslında bizim yadırgadığımız husus, meali Kur’an zannetmemiz ve onu diğer Kur’ani çalışmalardan üstün görmemizdir. Halbuki ne tefsir ne de meal Kur’an değil, onun üzerine yapılmış birer beşeri çalışmalardır. Ama tefsir, kapsam açısından mealden daha üstün bir çalışmadır.

Dördüncüsü, Risale-i Nurların Kur'an mealine bakış açısı şu şekildedir:

"Evet, nasıl İmam-i Âzam demiş: ' لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ tevhide alem ve isimdir.' Biz de deriz:

"Kelimât-ı tesbihiye ve zikriyenin, hususan ezanda ve namazda olanların ekseriyet-i mutlakası, alem ve isim hükmüne geçmişler. Alem gibi, mana-yı lügavîsinden ziyade, mana-yı örfî-i şer'îsine bakılır. Öyleyse değişmeleri şer'an mümkün değildir. Her mü'mine bilmesi lazım olan mücmel manaları, yani muhtasar bir meali ise, en âmi bir adam dahi çabuk öğrenir. Bütün ömrünü İslâmiyetle geçiren ve kafasını binler malayaniyatla dolduran adamlar, bir iki haftada, hayat-ı ebediyesinin anahtarı olan şu kelimât-ı mübarekenin meâl-i icmâlîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler, nasıl Müslüman olurlar, nasıl 'akıllı adam' denilirler? Ve öyle heriflerin tembelliklerinin hatırı için o nur menbalarının mahfazalarını bozmak kâr-ı akıl değildir."

"Hem Sübhânallah diyen, hangi milletten olursa olsun, Cenâb-ı Hakkı takdis ettiğini anlar. İşte bu kadar kâfi gelmez mi? Eğer manasına kendi lisanıyla müteveccih olsa, akıl noktasında bir defa taallüm eder. Halbuki günde yüz defa tekrar eder. O yüz defa, aklın hisse-i taallümünden başka, lâfızdan ve lâfza sirayet eden ve imtizaç eden meâl-i icmâlî, çok nurlara ve feyizlere medardır. Bahusus, tekellüm-ü İlâhî haysiyetiyle aldığı kudsiyet ve o kudsiyetten gelen feyizler ve nurlar çok ehemmiyetlidir."

"Elhasıl: Zaruriyât-ı diniye mahfazaları olan elfâz-ı kudsiye-i İlâhiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat ifade etseler de daimî, ulvi, kutsi ifade edemezler."

"Amma nazariyât-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihatle ve sair tedris ve talim ve vaazla o ihtiyaç mündefi' olur."

"Elhasıl, lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti ve elfâz-ı Kur'âniyenin i'câzı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir, belki 'muhaldir' diyebilirim. Kimin şüphesi varsa, i'câza dair Yirmi Beşinci Söze müracaat etsin. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayattar, çok cihetlerle teşa'ub etmiş âyâtın hakiki manaları nerede?"(1)

"Bu Onuncu Meseleye bir hâtime olarak iki haşiye:

"Birincisi: Bundan on iki sene evvel* işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur'ân'a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: 'Kur'ân tercüme edilsin, ta ne mal olduğu bilinsin.' Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plan çevirmiş:"

"Fakat Risale-i Nur'un cerh edilmez hüccetleri kati ispat etmiş ki, Kur'ân'ın hakiki tercümesi kabil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur'ân'ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve her bir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur'âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz'î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur'ân güneşini üflemekle söndürmeye ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları sebebiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarıyla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilmiyorum."

* Bu risalenin telifinden on iki sene evvel.(2)

Risale-i Nurlardan vermiş olduğumuz bu pasajlardan çıkarılan hükme göre, meal asla Kur’an değil ve onun yerini tutamaz. Meal, Üstad Hazretlerinin ifadesi ile "sadece muhtasar ve nâkıs bir tercüme"den ibarettir. Meale bundan daha fazlası nazarı ile bakılmamalıdır.

Dipnotlar:

1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.

2) bk. Şualar, On Birinci Şua, Onuncu Mesele.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 21.065
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...