"Nübüvvetin hayat-ı içtimaiyedeki düsturî neticelerinden ve şems ve kamer..." Tafsilatlı izah eder misiniz? Ayrıca düstur-u teavün, kanun-u kerem ve namus-u ikram tabirleri ne manaya geliyor? Vahşi hayvanların fıtratlarının suistimali ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Nübüvvetin hayat-ı içtimaiyedeki düsturî neticelerinden ve şems ve kamerden tut, ta nebatat hayvanatın imdadına ve hayvanat insanın imdadına, hatta zerrat-ı taamiye hüceyrat-ı bedenin imdadına ve muavenetine koşturulan düstur-u teavün, kanun-u kerem, namus-u ikram nerede? Felsefenin hayat-ı içtimaiyedeki düsturlarından ve yalnız bir kısım zalim ve canavar insanların ve vahşi hayvanların fıtratlarını suistimallerinden neşet eden düstur-u cidal nerede? Evet, düstur-u cidali o kadar esaslı ve küllî kabul etmişler ki 'Hayat bir cidaldir.' diye eblehane hükmetmişler." (Sözler, Otuzuncu Söz, Birinci Maksat)
Kâinatın meyvesi olan insan, bütün kâinatta hükmeden fıtrat kanunlarına uymaya mecburdur. Bu kanunlardan birisi de teavün (yardımlaşma) kanunudur.
“Düstur-u teavün, kanun-u kerem, namus-u ikram” yakın mana taşırlar, birbirini tamamlar ve aynı dersi verirler. Kerem; yücelik, iyilikseverlik gibi manalara gelir; ikram da bağış, ihsan demektir.
Nübüvvet yolu Allah’ın elçilerinin yoludur ve bu yol kâinat kitabında hükmeden kanunlarla mutabakat gösterir, arada tezat yoktur. Yani, kâinatta yardımlaşma olduğu gibi, İlahi kitaplar da müminlere birbirlerini sevmelerini ve yardımda bulunmalarını emreder.
Bu yardımlaşma ve dayanışma kâinatın en büyük dairesi olan galaksiler arasında olduğu gibi, insanın kanındaki hücreler arasında da vardır. Alyuvarların bedenin bütün aza ve organlarına besin ve oksijen taşıması ve hayatın bu sayede devam etmesi, bu yardımlaşmanın en yakın bir delilidir.
Göz nedir bilmeyen, görmeyi hiç tatmamış bir Güneş, gözümüze nur veriyor. Açlığın ne olduğundan habersiz bir ağaç, bize meyvelerini uzatıyor. Ne olduğunu ve nereye gittiğini bilmekten aciz bir bulut, bize yağmur taşıyor ve başımızdan aşağı rahmet yağdırıyor.
Gözümüze bir toz girdiğinde "göz nedir", "toz nedir" bilmeyen elimiz, hemen gözün imdadına koşuyor. Açlığı bilmeyen ayaklarımız, bizi yemek mahalline götürüyorlar.
İç organlarımız da tam bir yardımlaşma içindedirler. Kâinattaki mükemmel yardımlaşmanın küçük, ama çok mükemmel bir misalini sergiliyorlar.
İçimiz ve dışımız böyle nice yardım misalleriyle kaynaşıp dururken, bazıları kalkıyor, "hayatın bir mücadele olduğundan" dem vuruyorlar.
Üstad Hazretleri, “Şems ve kamerden tut, ta nebatat hayvanatın imdadına ve hayvanat insanın imdadına, hatta zerrat-ı taamiye hüceyrat-ı bedenin imdadına ve muavenetine koşturulan düstur-u teavün” ifadeleriyle insanlara şu ehemmiyetli ikazda bulunmuş oluyor:
Bu şuursuz eşya birbirine yardımcı olarak çalışırken, sizler hayatı bir cidal olarak göremezsiniz; içtimai hayatınızda birbirinizle çatışamaz, menfaat kavgası veremez, birbirinizin hakkına tecavüz edemezsiniz. Kâinattaki fıtrat kanununa aykırı olan böyle zalim bir davranış yahut sapık bir anlayış insana yakışmaz. Bu ancak “bir kısım zalim ve canavar insanların ve vahşi hayvanların” işidir. Onları bu zulme sevk eden ise “fıtratlarını suistimal” etmeleridir.
“Vahşi hayvanların fıtratlarını suistimalleri”ne gelince; Üstadımızın Mesnevî-i Nuriye’de onların helal rızıkları ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürerek yemeleri fıtrat kanununa muhalefettir. Hayvanlar bu muhalefetlerinin cezasını dünyada peşin olarak çekerler; ahirette bir mes’uliyetleri söz konusu değildir. Bu konuda, Mesnevî’deki alakalı bahiste iki misal verilmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü