Öveceğimiz ve peşinden gitmeyi seçtiğimiz insanların da seyyid olması, çok önemli bir delil olarak benimseniyor. Kur’ân ve sünnet kıstaslarına uyması yeterli değil mi?
Değerli Kardeşimiz;
EVVELA: Âyetin ifadesiyle; “Allah katında en mükerrem olan O’ndan en çok korkandır.” (Hucurat Suresi, 49/13). Ve hadisin ifadesiyle beyazın siyaha, Kureyşli bir efendinin Habeşli bir köleye üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır.(Veda hutbesi)
SANİYEN: Bununla beraber Al-i beyte muhabbeti Kur’ân ve hadis emrediyor. Dördüncü Lem'da geçen âyette, “akrabalarıma meveddetten (sevgiden) başka sizden bir ücret istemiyorum” buyruluyor ve hadiste ümmete bırakılan iki şeyden biri Kur’ân ve diğeri al-i beyt olarak ifade ediliyor. Peygamber Efendimiz (asm)'in buradaki ali beytine karşı ziyade ehemmiyeti yalnız karabet-i nesliyeden değil, belki vazife-i nübüvvetin ve veraset-i nebeviyenin ehemmiyetli bir cemaati olmaları dolayısıyledir.
"Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz."(1)
SALİSEN: Şimdi bir zât sırf neseb dolayısıyla bir şahsa üstünlük vermeye çalışıyorsa hata ediyor demektir. Çünkü sabık beyanatta ortaya çıktı ki sünnete uymayan neseben seyid de olsa al-i beytten sayılmaz ve onlara dost dahi olamaz. Bu türden seyitler çok nadir olmakla beraber maalesef mevcuddur. Ayrıca bir kişi Yahudi neslinden olmakla beraber Müslüman ve sünnete ittiba ediyorsa, elbette o “manen al-i beytten” sayılır, mükerremdir, üstündür. Abdullah ibni Selam Yahudi olmakla beraber iman ettikten sonra sahabenin âlimleri arasına girmiştir.
(1) bk. Lem'alar, Dördüncü Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Maalesef okuduğum kaynaklardaki genel hava, soyun önemli olduğu konusunda... Mesela; peygamberler tarihinde okuyorum (diyanetin), asi olanlar genellikle Kabil'in, muti olanlar genellikle Habil'in soyundan gelmiş...EFENDİMİZ (as)'e çok az sayıda Yahudi iman etmiş...büyük bölümü kavmiyyetçilikten savaş ve ihanet biçiminde bir tavır takınmışlar... Ayetlerde de Hristiyanların, Yahudilerden iman etmeye daha müsait oldukları konusunda ifadeler var.. Dikkat edersek zihniyetten çok inanç durumu esas alınmış... Tarihte bakıyoruz...bir Avrupa alemi var ki, inanmamakta ısrar etmiş.. oryantalistleri bile 19.yüzyıla kadar İslamiyet hakkında doğru düzgün olumlu bir tanıtımda bulunmadıkları gibi bilakis, bir sürü iftiralarla yanlış tanıtım yapmışlar... Demek ki insanda cibilli taraftarlık aşırı derecede... Bu yüzden bana da sanki insanlar daima inanmak istediklerine ve bu doğrultuda küçüklükten itibaren kendilerine lanse edilen şekle inanmak istiyorlarmış ve inanıyorlarmış gibi bir durum var... Asırlardan beri Osmanlı bayraktarlığı almış ve Viyana'ya gitmiş... Ancak mesela Arapların bazıları Osmanlıyı fetihlerine dini alet etmekle suçluyabiliyorlar.. Bizim çok değer verdiğimiz fetihlere bir başka Müslüman ülke önemsiz bir şey olarak bakabiliyor... Bu da kavmiyetçiliğin Müslümanlar arasındaki ayrımı.... Hucurat Suresin'de ifade edildiği gibi, biz insanlar tanışalım ve kaynaşalım diye çeşitli milletler olarak yaratılmışız, ancak tanışmaktan ziyade asırlarca savaş yoluna gidilmiş ve nihayetinde koskoca Avrupa'ya bakın hala Hristiyan... İran bile Sasanilerin yıkan Hz.Ömer'e gizli ya da açık tepkisinden, aşırı Hz.Ali taraftarı olup şiilikle, genel oran olarak sapıtmış... Kısacası; insanlara bakıyorum, cibilli taraftarlık genellikle mantığın önüne geçmiş... Bu durumda, mesela ben İran'da ya da Hristiyan memlekette doğsaydım kesinlikle bu kadar şanslı olmazdım gibi gelebiliyor... HZ.ALLAH onlara verdikleri kadarıyla hesap soracak, mantığıyla bakarsak, o zaman bu adamların inanmadıkları halde cennete girebilme ihtimali üzerinde bir handikapa düşmemiz sözkonusu... Soy mevzuuna bu kadar takılmamın sebebini anlatmaya çalıştım.. İnşallah anlatabilmişimdir? Hakkınızı helal edin!...
Kabir ve mezartaşları ile övünülmez. Hele ırkçılık, kabilecilik, soy, sop ve aşiret mantığı; hem dinen, hem insaniyeten, hem de tarihen ciddi zararları görüldüğünden yasaktır ve tefrikanın temelini teşkil eder. Zira insan kendi irade ve niyetle yaptıkları hizmetler ile iftihar edebilir ve onunla muhasebeye çekilecektir. Ayette Cenab-ı Hak; “Bir kişinin günahı ile başkası mesul olamaz” buyurmaktadır.
Esasında insanın kendi iradesiyle işlediği hayırlı ibadet ve amellerle gururlanmayı ucb, riya sayıp yasaklayan bir din; kendi irademize bağlı olmayan ırk, renk, coğrafya ve soy özelliğiyle gururlanmaya hiç musade eder mi?
Öyle ise; fazilet ve şeref kendimizden olmalıdır.
Bir insanın orjini ve nesebinden ziyade; bulunduğu hâle ve vaziyetine bakılmalıdır. İman eden hangi millet ve orjine sahip olursa olsun, mümindir ve kardeşimizdir. Allah’ın; iman ettikten sonra, temizleyip takdir edip ve kardeş ilan ettiği bir insanı; biz hiçbir mulahaza ve sebeple dışlamaya hakkımız yoktur.
Günümüz ilim adamlarından birinin; nesli ve ceddinden dolayı aleyhinde yazı yazan bir köşe yazarına tepkisi çok manidardır. Söz konusu ilim adamı, o yazara cevaben “ Hangi sahabenin babası müslümandı?” demişti.
Burada şu kadarını diyebiliriz ki; ecdadın ehl-i iman olmasının, nesle ve halefe füyuzat bakımından faydası olabilir. Bu fayda ise halefin liyakati ile ilgilidir.
Ayrıca; “sebep olan yapan gibidir” kaidesince; hayıra başlangıç ve sebep olan, kıyamete kadar ondan istifade eder. Şerre sebep olan ve başlatan da ondan ızdırap çeker ve rahatsız olur. Bu meseleler mazi açısından değerlendirilir. Hayırda ve şerde çığır açıp vesile olanlar içindir. İstikbalde gelenlerin etkilenmesinde liyakat önemlidir.