Risale-i Nur hakikatlerinin üzerinde yükselen, tasavvufî bir yaşam tarzı oluşturmak gerekiyor mu?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Evrad ve ezkar, tarikatın tekelinde olan kavramlar değildirler. Cevşen ve buna benzer kutupların vird ve dualarını telkin etmek ve o hususta tahşidat yapmak, tarikat dersi vermek ya da tasavvufa yönlendirmek manasına gelmez. Nitekim Üstad Hazretleri Büyük Cevşen'de bir çok evrad ve ezkarı cem edip, bu zamanda Nur talebelerine bir hususi ders şeklinde tavsiye etmiştir. Üstad Hazretlerinin bu tavsiyesini tarikat veya tasavvuf dersi diye algılamak doğru olmaz.

Risale-i Nurlar, hem manevi hem ilmi hem de kalbi olarak Nur talebelerine kafi ve vafidir, hariçte nur aramaya feyiz bulmaya gerek yoktur.

Risale-i Nur, hem aklı hem kalbi işlettiren bir meslek olduğu için, ilim ehlini de tasavvuf ehline de dairesine çeker. Eskiden on beş yılda elde edilecek ilmi hakikatleri Risale-i Nur on beş haftada, kırk yılda ulaşılamayan velayet makamını kabiliyeti olana kırk dakikada vereceğini Üstad Hazretleri söylüyor. Üstelik ağır tarikat disiplinlerine girmeden Risale-i Nurlar ile bu manalara ulaşılabiliyor. Böyle kısa ve istikametli bir yola ve mesleğe ehli tarikatın ilgisiz kalması ya da böyle bir yolu bulmuşken harice bakmak akıl karı değildir ve düşünülemez.

Üstad Hazretleri bu hakikate şu şekilde işaret ediyor:

"Gülistan sahibi Şeyh Sa’di-i Şirâzî naklediyor, der: 'Ben bir ehl-i kalbi tekkede, seyr-i sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. Ne için o feyizli tekkeyi terkedip, bu medreseye geldin, dedim. O da dedi ki: 'Orada herkes kendi nefsini -eğer muvaffak olursa- kurtarabilir. Burada ise bu âlî-himmet şahıslar kendileriyle beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvv-ü cenâb, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazîlet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim.'

"Şeyh Sa’dî bu vâkıayı, kısaca hülâsasını Gülistan’ında yazmıştır."

Acaba, talebelerin, نَصَرَ, نَصَرَا, نَصَرُوا, نَصَرَتْ... gibi sarf ve nahvin küçücük meseleleri tekkelerdeki virdlere râcih gelirse, Risâle-i Nur’un: اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَمَلٰۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَبِالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ deki hakaik-ı kudsiye-i imâniyeyi en kat’î ve vâzıh bir sûrette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylesofları susturup ders verirken, onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanâat etmeyip, tarikat hevesiyle Risâle-i Nur’dan izin almayarak kapanmış
hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor."(1)

Özet olarak, Risale-i Nurlar bir işin temelini atıp sair bina ve odaları eksik bırakıyor değildir. Tarikat berzahı, velayet-i suğra iken Risale-i Nurlar velayet-i Kübra mesleğidir; kabiliyeti olana en yüksek velayet makamlarını verebilir. Bu yüzden "ben temeli buradan alayım da geri kalanı da şuradan alayım" mantığı isabetli bir mantık olmadığı kanaatindeyiz.

(1) bk. Lem'alar, Yirmi Sekizinci Lem'a

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.338
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...