Âsım Beyin fıkrasıdır.

2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَاۤئِنَاتِ اَبَدًا 3

Üstadımı bu fakire lütuf ve kereminden ihsan buyuran Kadîr-i Mutlak, Ezel ve Ebed Sultanı Cenâb-ı Hayy-i Lâyemût Hazretlerine, her dakikada yüz binlerce hamd ve şükür etsem—ki ediyorum—yine yüz binde bir borcumu bile ifâ edemem.

4 لَهُ الْحَمْدُ وَالْمِنَّةُ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Pür-taksîr olan bu fakir, bilâfasıla otuz dört sene olan hayat-ı askeriyemde, muktezâ-yı beşeriyet, az ve çok mâsiyet fırtına ve dalgalarına tutulmuş, vazife-i diniye-i uhreviye ve ubudiyet ciheti pek çok noksan kalmış ve hâb-ı gaflet perdesine bürünmekle imrar-ı hayat etmiş olduğumu şimdi anlıyorum ve kusurlu geçmiş zamanlarıma pişman ve nâdim olup, evvelki güldüklerime şimdi ağlıyorum. Bu da, siz Üstadıma ve risalelerinize kavuşmakla hasıl olmuştur ki, yüz binlerce şükür, Cenâb-ı Hak sizi bu fakire ihsan buyurdu.

Dört sene evvel Burdur’a geldiğimde, kardeşimiz Şeyh Mehmed Efendinin delâlet ve tavassutuyla muhabereye başlanmış ve binnetice hikmet-resan ve nur-feşan ve müşkil-küşâ ve kâinatın muammâ-yı tılsımını açan anahtarları bu fakirin eline veren yine o risalelerdir. İşte o bahâ takdir edilemeyen o anahtarlar, öyle mücevherat ve pırlanta elmaslar ki, ne diyeyim, iktidarsızlığımdan lisanım ve kalemim kalbimin tercümanı olamıyor, âciz kalıyor.

Şeriat, hakikat ve marifet hazine ve definelerini küşât edecek ve eden, ancak ve ancak bu Nur risale-i şerifeleridir. Bu Nur risalelerinin herbirisi birbirinden nurlu; hele İ’câz-ı Kur’ân nurun alâ nur! Nasıl tavsif edeyim? Bir gülistan-ı ferah-fezâda gayet nâdide ve hoş bu ezhâr-ı lâtife gûna-gûn bulunup da, hangisini koparmaya, koklamaya, tercih etmeye mütehayyir kalıp da, neticede hepsinden bir deste, bir demet yapmaya karar verdiği gibi; bu risale-i şerifeler de yazanı, okuyanı, dinleyeni nur bahçesine, nur deryasına gark edip de mütefekkir, mütehayyir edip, hepsinden bir çiçek demeti yapmaz da ne yapar? İnsanı, fakat o insanı tahayyür ve tefekkür sahrâsında mest-i lâya’kıl bırakmaz da ne yapar? Bütün dünyevî beşeriyet ve hayvaniyet hâssalarından tecerrüt etmesine, Hâlıkına ubudiyet-i mütemadiyede bulunmasına, mezmum bilcümle ahlâkları def ve tard etmesin, ilh. gibi hissiyatıyla mütehassis edip de nefs-i emmareyi öldürmez de ne yapar?

Diyebilirim ki, bu Nur risale-i şerifeleri bir gülistan-ı cinândır. Bu gülistandan istifade edemeyen bed-mâyelere, nasibedâr olamayanlara sad-hezâr teessüf! İşte o gibilere ilham-ı Rabbânî erişsin de, Yirmi Üçüncü Söz risale-i şerifesinin âhirindeki iki levhanın birincisi ki, hicab-ı gafletten nihanı, ikinci levhadaki zeval-i gafletle ayâna tebdil edebilsinler.

Cümle mü’minîn-i muvahhidînin tarik-i hidâyette hatve-endâz olmaları için, Cenâb-ı Vacibü’l-Vücud Hazretlerine kavlen dua ve tazarrû etmekliğim ve fiilen de, henüz dörtte birini yazamadığım, bu Nur risale-i şerifelerinin fakirde mevcut olanlarını, itimad ettiğim, muhabbet ve aşkı olduğunu hissettiğim ihvâna, ezcümle (......) gibi zevât-ı muhtereme, Cuma günleri fakirhanede toplanıldığı vakit, bizzat okuyor ve ellerine birer Nur parçalarından verip akşama kadar ve bazı geceleri okunmakta devam ediliyor. Hepimiz Cenâb-ı Kadir-i Kayyûm’a ubudiyet ve niyazımızı îfa ediyoruz ve Zât-ı Üstadânelerine karşı da, bu borcumuz olan dua-yı Üstadânelerini yâd ve tezkâr ediyoruz.

“Cenâb-ı Zülcelâl ve’l-Kemâl Hazretleri, muhterem Zât-ı Üstadânelerini dünyalar durdukça Nur Risalelerini rehberlikte, delâlette ve nur dellâllığında ilâ-âhiri’d-deveran kaim buyursun” duasını her namazın âhirinde hemşirenizle beraber vird-i zebân etmişiz, Efendim Hazretleri.
Âsım

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Onun adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
4 : Bütün hamd ve minnetler Rabbimize aittir ki, bu Onun bir ihsanıdır.
Önceki Risale: ( 99 ) / Sonraki Risale: ( 101 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bilâfasıla : aralıksız
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
Cenâb-ı Hayy-i Lâyemût : gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren ve zâtına ölüm arız olmayan Allah
cihet : yön
derc : yerleştirme
evvelki : önceki
Ezel ve Ebed Sultanı : başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
fıkra : kısa yazı
hâb-ı gaflet : gaflet uykusu
hamd : övgü ve şükür
hasıl olmak : meydana gelmek
hayat-ı askeriye : askerlik hayatı
ifâ etme : yerine getirme
ihsan buyurmak : bağışlamak, vermek
imrar-ı hayat etme : hayat geçirme
Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah
kerem : cömertlik
Kur’ân-ı Azîmü’l-Burhan : delilleri apaçık ve yüce olan Kur’ân
lütuf : iyilik, bağış
mâsiyet : günah, isyan
mu’cizat : mu’cizeler; yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan şeyler
muktezâ-yı beşeriyet : insanlık gereği
muvafık : uygun
nâdim : pişman
pür-taksîr : kusurlarla dolu
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idare ve egemenliği altında bulunduran Allah
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
şükür : nimeti veren Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek
ubudiyet : kulluk
vazife-i diniye-i uhreviye : âhirete ait din vazifesi
veçhile : şeklinde, şekil üzere
âciz : güçsüz
bahâ : fiyat
bed-mâye : soysuz, sütü bozuk
beşeriyet : insanlık
bilcümle : tamamen
binnetice : sonuç açısından
def ve tard etme : uzaklaştırma ve kovma
delâlet : işaret
derya : deniz
dünyevî : dünyaya ait
ezhâr-ı lâtife : hoş, güzel çiçekler
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
gark etme : daldırma
gayet : çok
gûna-gûn : türlü türlü, renk renk
gülistan : gül bahçesi
gülistan-ı cinân : cennetlerin gül bahçesi
gülistan-ı ferah-fezâ : ferahlık veren gül bahçesi
hakikat : gerçek, esas
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hâssa : özellik
hayvaniyet : hayvanlık
hikmet-resan : hikmetli olan, hikmet veren
hissiyat : hisler, duygular
i’câz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın mu’cize oluşu; Kur’ân’ın başkalarını âciz bırakan, olağanüstüğünü ispat eden Yirmi Beşinci Söz
iktidarsızlık : güçsüzlük, kuvvetsizlik
ilh. : ilâ âhir, sonuna kadar
istifade etme : faydalanma
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
küşât etme : açma
lisan : dil
marifet : Allah’ı tanıma ve bilme
mest-i lâya’kıl : aklı baştan götüren sarhoşluk
mezmum : kötü, makbul olmayan
muammâ-yı tılsım : anlaşılması zor sır; gizli mânâlar
muhabere : haberleşme
mücevherat : mücevherler, kıymetli taşlar
müşkil-küşâ : muğlak, muammalı, karışık, çapraşık
mütefekkir : tefekkür eden, düşünen
mütehassis etme : hislendirme, duygulandırma
mütehayyir etme : hayrete düşürme
nâdide : ender bulunan, görülmedik
nasibedâr olma : nasiplenme, hisselenme
nefs-i emmare : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
Nur risale-i şerifeleri/Nur risaleleri : şerefi yüksek olan Nur risaleleri; Risale-i Nur
nur-feşan : nur saçan
nurlu : aydınlık
nurun alâ nur : nur üstüne nur
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
risale-i şerifeler : şerefi yüksek olan risaleler; Risale-i Nur
sad-hezâr : yüz bin
sahrâ : meydan, ova
şeriat : Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi
tahayyür : hayrette kalma
takdir edilme : değer biçilme
tavassut : aracı olmak, araya girmek
tavsif etmek : vasıflandırmak, özelliklerini anlatmak
tecerrüt etme : sıyrılma, soyutlanma
teessüf : hayıflanma, acıma, yazık
tefekkür : Allah’ı tanımaya sonuç verecek şekilde etraflıca ve derinlemesine düşünme
ubudiyet-i mütemadiye : sürekli olan kulluk
âhir : son
ayân : belli, açık
bizzat : doğrudan
Cenâb-ı Kadir-i Kayyûm : herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi olan ve herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan Allah
Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah
Cenâb-ı Zülcelâl ve’l-Kemâl : sonsuz haşmet, yücelik ve mükemmellik sahibi olan Allah
delâlet : delil olma
dua-yı Üstadâne : siz Üstadın duası
ezcümle : örnek olarak
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
fakirhane : tevazu ifadesi olarak, kendisinden bahseden kişinin kendi evi için kullandığı ifade
fiilen : fiille, davranış ve hareketlerle
hatve-endâz olma : adım atma
hemşire : kız kardeş
hicab-ı gaflet : gaflet perdesi; Allah’a inanmayı, emir ve yasaklarına uymayı engelleyen şeyler; mâneviyatı görmeme ve düşünmeme hâli
îfa etmek : yerine getirmek
ihvân : kardeşler
ilâ-âhiri’d-deveran : devirlerin, zamanların sonuna kadar; kıyamete kadar
ilham-ı Rabbânî : Allah tarafından kalbe indirilen ilham
itimad etmek : güvenmek
kaim buyurmak : ayakta tutmak, devam ettirmek
kavlen : sözle
levha : tablo
mevcud : var olan
muhabbet : sevgi
muhterem : saygıdeğer
mü’minîn-i muvahhidîn : Allah’ın varlığına ve birliğine inanan mü’minler
nihan : gizli, saklı
niyaz : dua, yalvarış, yakarış
nur dellâllığı : Risale-i Nur’u ilân etme, duyurma işi
Nur parçası : Risale-i Nur’dan bir bölüm
Nur risale-i şerifeleri : şerefi yüksek olan Nur risaleleri; Risale-i Nur
Nur Risaleleri : Risale-i Nur
risale-i şerife : şerefi yüksek olan risale
tarik-i hidâyet : hakkı hak, batılı da batıl olarak görüp, doğru olanı yapma, sapıklıktan ve batıl yoldan uzaklaşma yolu
tazarrû etmek : dua etmek, yakarmak
tebdil etmek : değiştirmek, dönüştürmek
tezkâr etmek : zikretmek, anmak
ubudiyet : Allah’a kulluk
vird-i zebân : devamlı yapılan vird, zikir
yâd etmek : anmak, hatırlamak
Zât-ı Üstadâne : Üstadın kendisi
zeval-i gaflet : gafletin dağılması; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâlinin sona ermesi
zevât-ı muhterem : saygıdeğer zâtlar, kişiler
Yükleniyor...