Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Kısmı
ve Üçüncü Zeylin Nihayetidir

İkinci Sabri ve ikinci Hüsrev ve birinci Ali’nin fıkrasıdır.

Ey Yüce Üstad;
Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîne çok şükürler ki, size, o muazzam Kitâb-ı Mübînin hazine-i hakâikinin miftahını, rahmetiyle ihsan buyurmuş. O hakaik-i azîme ki, bütün dünya halkının eşedd-i ihtiyaç ve atş ile, sabırsızlıkla, mütereddid, mütehayyir, “Acaba bir âb-ı hayat bulacak mıyız?” diye bir hâlette iken, o mahfuz ve mestur zemzeme-i azimenin musluklarını açarak, her meşrep ehlinin müracaatlarında içirilmemek kabil olmayan bir tarzda, cüz’î, küllî, hattâ pek âmî olanlar bile bir damlayla hararetini kestirecek derecede vazife-i âliyenizde münteşir, tekellüfsüz, tasannûsuz, çok cihetlerle kanâat-ı kâmileyle şahit olabildiğimiz bu vazifeyle muvazzaf ve ancak ilm-i bînihâyeden lemeân eden, arş-ı Hüdâya nazarla âleme rahmete vesile olduğunuz hengâmda ne diyebilmek mümkün ve ne cesaret!

Hem bütün mümkinatla alâkadar, o muhit ve ehass-ı havassın bile tam fâik derecesinde massedebilmesi, bence baîd diyebileceğim serâser nur olan eserlere, fakir gibi, her hususta nısf değil, hiçin hiçi olanların, bu hususta mütalâa değil, elime kalem alıp o mübarek fikr-i âlinin içine müşevveş fikrimi karıştırmaktan korkuyorum ve cesaret edemiyorum. Gaye-i maksat olan, yalnız Üstadım, her hususta muvaffakiyete kısa nazarımla bakıyorum. Muvaffakiyetler neticesi, bizim için bir eyyam-ı mübareke uzaktan uzağa görünüyor. İnşaallah, o yevm-i mev’ûdu, duanız himmetiyle göreceğiz. Ve biz görmezsek, fütuhat-ı azîme nâil olan eserleriniz, pek bâlâ bir mevkide kahramanâne müşahede edecekleri şüphesizdir. Cenâb-ı Hak sizden ebedî râzı olsun. Dua-yı âciziyeden başka bir mütalâa dermeyan edemeyeceğimden, o hususu, fikr-i âlî, kalb-i sâfî kardeşlerime havale edip, el ve eteklerinize yüzlerim sürerek, kırık dökük sözlerimden affınızı dilerim.

Üstadım, bu üçüncü nükte-i kenziyeyi mütalâa ettim. Sûre-i Alâk-ı mübareğin hurûfâtının ima ettiği sırlar karşısında hayretimden gayr-ı ihtiyârî, “Allah Allah!” lâfz-ı celâli ağzımdan çıkmakla öz ve gözlerim hazin hazin yaşarıyordu ve şöyle düşünüyordum:

Evet, nasıl ki, kâinatın her zerresi Hâlık-ı Kâinata şehadet ve gülümseyerek haber veriyorlar. Öyle de, kâinatın haritası olan Kur’ân-ı Hakîmin vücudunu teşkil eden harfleri de, hâdisat-ı kevniyenin mâzi, hal ve müstakbeline lisan-ı halleriyle şehadet edecekleri bedihîdir diyorum. Bu düşüncemin izahını nihayetteki ihtarında buldum, elhamdü lillâh dedim.

Hele mübarek Sûre-i Rahmân, şu zamanın efkâr-ı bâtıla ve firavun-meşrep kafalara yıldırım-misâl saika ile, pek sarih bir surette, her işi Rahmânü’r-Rahîmin diye ispat ve otuz bir defa bir cümle tekrarla, çör-çöpten ibaret olan tabiiyun ve maddiyun tahassungâhlarını, o kudsî harflerinin remziyle zîr ü zeber ediyor. Zaten, Üstadım, çok yerlerde beyan buyurduğunuz gibi, bu kâinat kitabını açan Kadîr-i Zülcelâl ve Hakîm-i Zülkemâl, o kitabı kapayıncaya kadar, o kitabın sahife, satır, harf ve noktalarını hakkıyla izah edecek ve hikmetini gösterecek bir müfessir, bir muarrifi ve o muarrifin verese-i hakikîsini rahmeti muktezasıyla eksik etmeyecek. اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى 1

Evet, Üstadım, şâhidim ki, çok yorgunsunuz ve yoruluyorsunuz. Fakat o vazifenin kudsiyeti yorgunluğa değil, herşeye tercih edileceğini buyuruyorsunuz. Madem şu zamanda iki mühim cereyan-ı azîmenin birisinin kumandasını Cenâb-ı Hak size tahmil etmiş oluyor ki, bütün dünya Kur’ân’ın beyan ve esrarından mânen sizi dinliyor, inşaallah her vakit dinleyecek. Bu mânevî muharebe zamanında netice-i muharebe yalnız insanların izmihlâline değil, belki bütün mevcudatın netice-i tahribini taşıyan ve istimal eden muharriplerledir. Öyleyse siz yalnız bize değil, ilâ yevmi’l-kıyâm bâki kalacak Müslüman yavrularının yaralanmaması için zırh; ve bir endahtta dünyayı sarsan, gürûh-u hazeleyi boğucu dumanlar içinde bırakan, Kur’ân-ı Hakîmin son sistem malzeme-i mübarekelerini icada vesilesiniz. Var ol, ey sevgili Üstadım! Hemen, Rabbim yorgunluğunuza bedel bin ehl-i gazâ sevabı ihsan buyursun. Âmin.

Affınıza mağruren şunu diyeceğim ki: Madem mânevî cihad zamanıdır, muvazzaf askeriz ve askerlikten lezzet aldığımızı söylüyoruz, düşman hem dessas, hem sûrî kuvvetlicedir. “Kılıç hasma göre çekilir” düsturuyla, sizin telâşsız ve ârâmsız sa’yiniz gözönünde iken, cephemize hile tuzağı addedilen hubb-u câh ve sermaye-i dünya gibi, çok câzibedar şeylerle bizi aldattıklarını bilmeliyiz. Ve cepheyi bırakıp, âfil şeylere aldanıp, çok mübârek ve mukaddes şeylerin ayak altında kalmasına sebebiyet vermemek için, ancak ve ancak Cenâb-ı Kibriyânın azamet ve kudretinden ve şümullü rahmetinden ve Şâh-ı Levlâkın himmet-i âmmesinden ve Zât-ı Üstadânelerinin makbul ed’iyelerinden gece ve gündüz hissemend olmamızı niyaz ediyorum ve böyle imanım var ve her dakika ârâmsız bekliyorum.
Hâfız Ali (Rahmetullahi Aleyh)

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Elhamdü lillâh, bu Rabbimin bir ihsânıdır.
Önceki Risale: ( 109 ) / Sonraki Risale: ( 111 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı hayat : hayat suyu
alâkadar : alâkalı, ilgili
âmî : avamdan, tahsil görmemiş
arş-ı Hüdâ : Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer
atş : susuzluk
baîd : uzak
Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn : merhametlilerin en merhametlisi olan yüce Allah
cihet : taraf
cüz’î : az, ferdî
ehass-ı havas : üst tabaka, aydın kesim
ehil : yetkili, bilen
eşedd-i ihtiyaç : ihtiyacın en şiddetlisi
fâik : üstün, seçkin
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
fıkra : kısa yazı
fikr-i âli : yüksek fikir
hakaik-i azîme : büyük hakikatler, gerçekler
hâlet : durum, hâl
hazine-i hakâik : hakikatler, gerçekler hazinesi
hengâm : zaman, dönem
ihsan buyurmak : bağışlamak, vermek
ilm-i bînihâye : sonsuz ilim
kanâat-ı kâmile : tam ve yerinde bir kanaat
Kitâb-ı Mübîn : herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân
küllî : kapsamlı, çok
lemeân eden : parlayan, parıldayan
mahfuz : korunmuş; korunan
massedebilme : emebilme
mestur : örtülmüş, gizlenmiş
meşrep : yol, metod
miftah : anahtar
muazzam : azametli, çok büyük
muhit : herşeyi içine alan, kuşatan
muvazzaf : görevli
mübarek : bereketli, değerli
mümkinat : olması imkan dahilinde olan şeyler
münteşir : yayılmış
müşevveş : dağınık, karışık, düzensiz
mütalâa : etraflıca okuma, inceleme
mütehayyir : hayrete düşen, kararsız, şaşkın
mütereddid : tereddütlü, şüphelenen
nazar : bakış açısı, düşünce
nısf : yarım
nihayet : son
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
serâser : baştan başa
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tasannûsuz : yapmacık hareketlerden uzak
tekellüfsüz : zahmetsiz
vazife-i âliye : yüce görev
vesile : sebep
zemzeme-i azime : Kur’ân hakikatleri için, “hayat veren mübarek ve lezzetli su” anlamında kullanılan bir ifade
zeyil : ilâve, ek
bâlâ : yüksek, yüce
bedihî : açık, aşikâr
beyan buyurmak : açıklamak
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
dermeyan etme : fikir belirtme, ileri sürme
dua-yı âciziye : bu âcizin duası, kendi duam
ebedî : sonsuz
efkâr-ı bâtıl : bâtıl, asılsız fikirler
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
eyyam-ı mübareke : mübarek günler
fikr-i âlî : yüksek fikir
firavun-meşrep : firavunla aynı yolda olan
fütuhat-ı azîm : büyük fetihler, zaferler
gaye-i maksat : asıl hedef, ulaşılmak istenen maksat
gayr-ı ihtiyârî : dilemeden, seçmeden
hâdisat-ı kevniye : yaratılışla ilgili hâdiseler, olaylar
hal : şimdiki zaman
Hâlık-ı Kâinat : evreni ve bütün varlıkları yaratan Allah
havale etmek : bir işi başka birine bırakma
hazin : hüzünlü
himmet : yardım
hurûfât : harfler
ihtar : hatırlatma, uyarı
inşaallah : Allah dilerse
izah : açıklama
kahramanâne : kahramancasına, yiğitçesine
kâinat : evren
kalb-i sâfî : temiz, arınmış kalp
kudsî : kutsal
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lâfz-ı celâl : “Allah” kelimesi
lisan-ı hâl : hâl ve beden dili
maddiyun : materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
muvaffakiyet : başarı
mübarek : bereketli, değerli
müstakbel : gelecek zaman
müşahede etmek : görmek, gözlemlemek
mütalâa : etraflıca okuma, inceleme
nâil olan : erişen, ulaşan
nazar : bakış açısı, düşünce
nihayet : son
nükte-i kenziye : zengin nükte
Rahmânü’r-Rahîm : rahmeti bütün varlıkları kaplayan ve herbir varlığa rahmet ve merhametle muamele eden Allah
remiz : işaret
saika : yıldırım
sarih : açık
Sûre-i Alâk-ı mübarek : mübarek Alâk Sûresi
Sûre-i Rahmân : Kur’ân’ın 55. sûresi olan Rahmân Sûresi
şehadet : şahitlik
tabiiyun : herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
tahassungâh : sığınma yeri, sığınak
teşkil eden : oluşturan
vücud : varlık
yevm-i mev’ûd : vâdedilen gün
yıldırım-misâl : yıldırım gibi, yıldırıma benzer
zîr ü zeber : alt üst, darmadağın
addedilen : sayılan
âfil : geçici, batıp gidici şeyler
âmin : kabul eyle, ey Allah’ım
ârâmsız : durup dinlenmeksizin
bâki kalma : geriye kalma, devam etme
beyan : açıklama, anlatım
câzibedar : çekici
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan-ı azîme : büyük akım
dessas : hilebaz, aldatıcı
düstur : kural
ehl-i gazâ : din için cihad edenler, savaşanlar
endaht : atmak, silâh boşaltmak
esrar : sırlar
gürûh-u hazele : alçaklar, aşağılık kimseler
Hakîm-i Zülkemâl : sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yaratan Allah
hakkıyla : tam anlamıyla
hasım : düşman
hikmet : sebep, sır, gaye
hubb-u câh : makam, mevki sevgisi
icad : var etme
ihsan buyurmak : bağışlamak, vermek
ilâ yevmi’l-kıyâm : kıyamet gününe kadar
inşaallah : Allah dilerse
istimal eden : kullanan
izmihlâl : yok olma, bozulma, perişan olma
Kadîr-i Zülcelâl : kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kudsiyet : kutsallık
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mağruren : güvenerek, sığınarak
malzeme-i mübareke : bereketli, değerli malzeme
mânen : mânevî olarak
mânevî cihad : mânevî mücadele, nefis mücadelesi
mevcudat : varlıklar
muarrif : târif eden
muharebe : savaş
muharrip : tahrip eden, bozan
mukaddes : kusur ve eksiklikten uzak, kutsal
mukteza : gerek, gereklilik
muvazzaf : vazifeli, görevli
mübârek : bereketli, değerli
müfessir : Kur’ân-ı Kerimi yorumlayan âlim
netice-i muharebe : savaş sonucu
netice-i tahrib : yok etme, bozma sonucu
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
sa’y : çalışma
sermaye-i dünya : dünya serveti
sûrî : görünüşte
tahmil etmek : yüklemek
verese-i hakikî : gerçek mirasçılar
vesile : aracı
Yükleniyor...