Said Nursî’nin fıkrasıdır.

2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَاۤئِنَاتِ اَبَدًا 3

Aziz, sıddık, sadık, çalışkan kardeşim, hizmet-i Kur’ân’da arkadaşım Re’fet Bey; Senin gördüğün vazife-i Kur’âniyenin hepsi mübarektir. Cenâb-ı Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, şevkinizi artırsın. Senin vazifen yazıdan daha mühimdir. Yalnız, yazıyı terk etmeyiniz. Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki, o düsturu cidden nazara almalısınız:

Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihad gittiği vakit, mânevî hayat da gider. 4 وَلاَ تَنَازَعُوا فَتفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler.

Sizler koca Isparta’yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinanın çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünkü vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatin, Kur’ân ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder.

Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkkî ediyorum. Siz de Üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Adeta, herbiriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâm Köylü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. “O daha çok hizmet eder” dedim. Baktım ki, Hâfız Ali kemâl-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstadının nazar-ı muhabbetini celb ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenâb-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âli hissi taşıyanlar var. İnşaallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdü lillâh, yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Küçük bir lâtife:

Sohbet içinde sizden bahis geçti. Şükre dair meseleyi sordum:

“Hüsrev’in yazdığını Re’fet Bey gördü mü?”

Bekir Ağa dedi:

Evet gördü ve dedi:

“Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın mı?”

Hüsrev dedi: “Yok, kendi nüshamda, tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi.”

Biraz münakaşa oldu.

Bu münasebetle kardeşim Re’fet Beye derim ki: Aslında tevafuk noksan olsaydı, zâten ben tavsiye etmiştim ki, kalem karıştırmasınlar, asıl vaziyet bozulmasın. Bekir Ağa da gördü ki, asıl müsveddede çıkıntı olduğu halde, tevafuk Hüsrev’in tarzında var. Onun için Hüsrev’in bir mahareti varsa, tevafuku bozmamış. HatMu’cizât-ı Ahmediyedeki salâvat tevafukunda tavsiye etmiştim ki, kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasında, birkaçı müstesna bütün tevafuktadır. Onun için, sekiz ayrı ayrı müstensihin setredemediği bir tevafuk, elbette kuvvetlidir; müstensihler bozmasınlar. Tevafuku getiremeyen bozuyor. Demek en büyük maharet odur ki, tevafuku bozmasın. Çünkü tevafuk var. Sen de Hüsrev’e yardım et ki, hakikaten mevcut ve matlup tevafuku denk getirebilsin. Çünkü, yoktan var etmiyorsunuz; hakikî varı yok etmeyin. Sözler’le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum.
Said Nursî

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
4 : “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” Enfâl Sûresi, 8:46.
Önceki Risale: ( 119 ) / Sonraki Risale: ( 121 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aziz : çok değerli
beyan : açıklama, anlatma
cemaat : topluluk, grup
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
cihet : yön
düstur : kural, prensip
fıkra : kısa yazı
fütur : usanç
hâdim-i Hak : hak ve hakikat hizmetçisi
hizmet-i Kur’ân : Kur’ânî hizmet
içtima etme : toplanma
imtizaçkârâne : birbiriyle karışıp, kaynaşacak bir şekilde
ittihad : birlik, birleşme
kaide : düstur, prensip
muvaffak etmek : başarmasına yardım etmek
mübarek : bereketli, değerli
nazara almak : dikkate almak
sadık : bağlı
sıddık : çok bağlı
şevk : şiddetli arzu ve istek
taksimü’l-a’mâl : işbölümü
tesanüd : dayanışma
tesanüd-ü adedî : sayısal dayanışması
uhuvvet : kardeşlik
vahdet : birlik
vazife-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma görevi ve onu insanlara ulaştırmak için yapılan çalışmalar
âli : yüce
beyan etmek : açıklamak, anlatmak
bilâkis : tersine
celb etme : çekme
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
fazilet : değer, üstün özellik
hak ve hakikat : doğru ve gerçek; asıl, esas
hat : yazı
hazine-i âliye : yüksek, yüce hazine
hiss-i uhuvvet : kardeşlik hissi
iftihar etmek : övünmek
kemâl-i samimiyet ve ihlâs : tam bir samimiyet ve içtenlik
kıymettar : kıymetli, değerli
lâtife : espri, edep sınırlarını aşmayan ince şaka
meziyet : üstün özellik
minnettar olmak : minnet duymak, yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetmek
muavenet : yardım
naşir : neşreden, yayan
nazar : bakış açısı
nazar-ı muhabbet : sevgi bakışı
sirayet etmek : bulaşmak, yayılmak
şükretmek : Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tahfif etmek : hafifletmek, yükünü azaltmak.
tefâni : kardeşler ve arkadaşlar arasında fâni olma
tefevvuk : üstün görünme
telâkkî etmek : kabul etmek, algılamak
telezzüz eylemek : lezzet almak
tenkit : eleştiri
tenvir etme : aydınlatma
tesanüd : dayanışma
uhuvvet : kardeşlik
akraba-i taallûkat : yakın akraba, aile çevresi
alâkadar : alâkalı, ilgili
eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem : ey saygıdeğer Üstad
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
fıkra : kısa yazı
hakikaten : gerçekten
hakikî : asıl, gerçek
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân’a hizmet
hurufat : harfler
intihab : seçme
maharet : beceri, hüner
mânen : mânevî olarak
matlup : istenen, talep edilen
Mu’cizât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu’cizelerin anlatıldığı risale olan On Dokuzuncu Mektup
muhtar : ihtiyar sahibi, hareketinde serbest olan
münakaşa : tartışma
müstensih : el ile yazarak çoğaltan
müstesna : dışında
müsvedde : ilk nüsha, karalama
nüsha : kopya
refik : arkadaş
rey : oy
salâvat : Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası
setretme : örtme
Sözler : Risale-i Nur için kullanılan diğer bir ad
tayin edilmek : atanmak, belirlenmek
tevafuk : uygunluk, denk gelme
Yükleniyor...