Sabri’nin fıkrasıdır.

Üstad-ı Âzam Efendim Hazretleri;
Bu defa hoş ve lâtif tevafukatıyla nuranî yolculara dest-i mânevîsini uzatarak, ziyâdar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişi güzel serpilmiş şeyler değiliz. Belki muvazene-i tâm ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyâs-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden kitab-ı semâviyye-i Kur’âniyenin misalsiz birer yıldızlarıyız” diyerek, bâlâzîrine, sağı soluna eyâdî-i mânevîsiyle musafaha ve mukabele edercesine tevafukatı müşahede edilen Kitab-ı Mübînin lemeât ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Sözde dahi müşahede edildi. Bu Sözün mânidar ve hikmettar tevafuk ve intizamları, sanki kemâl-i hararetle yekdiğerine müştak ve mütehassir birkaç samimî ve ciddî kardeş ve arkadaşların vuslatları gibi, Kur’ân-ı Azîmüşşânın herbir âyât ve kelâmı, taht-ı tasarrufuna aldığı kelime ve kelâmları, yine semâvâtın hadsiz elektrikleri olan yıldızlar gibi parlatarak, şu letâfetleriyle, insaniyet tarifine tam dahil olan zîşuuru mest ve hayran bırakıyor.

Şurası da şâyân-ı hayrettir ki: Şu mübarek Onuncu Söz, mevzuu olan haşir mesele-i mühimmesi, kâinatın hitam-ı ömrüne muallâk ve mukadder olduğu gibi, Risaletü’n-Nur arasında dahi, bu Sözün en son tevafukatını göstermesi de ayrıca bir tevafuktur diyorum. Cennet nehirleri demek olan Kur’ânî nehirleri, envâ-ı türlü âvâzıyla coşkun coşkun aksın aksın ki, zaman-ı câhiliyet ve devr-i fetrette, son derece ihtiyaçlı olan akvâm üzerlerine tulû eden şümûs-u Kur’âniyenin sür’atle inkişaf ve tevessü ve nev-i beşerin humsunu ihyâ, ebedî ve dâimî bir nurla tenvir ve izâe eylediği gibi, şu asr-ı dalâlet ve hüsran ve devr-i bid’at ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına merhem olsun.

Evet, altı-yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı gören lâtif ve nazîrsiz bir gül-i Muhammedîyi koklayan ümmet-i Muhammed Sûre-i Kevser’den, bihamdihî ve’l-minneti, mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki, çoktan beri ehl-i iman ve tevhid, İslâmiyet gibi bâkî ve sermedî güneşin küsûf ve ufûlüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden ehl-i dalâletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sûre-i Kevser’i takip eden iki sûreyi lisan-ı hal ve kal ile okuyarak, zındıklara hitaben, “Bizler sizin nifak denizinde serseriyâne ve zulümkârâne gezen dalâlet ve sefâhet gemilerinize binemeyiz; ancak, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın nuranî ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlılarına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakiyet ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder” diye bağırarak ve 1 اِذَا جَاۤءَ نَصْرُ اللّٰهِ (ilh.) fermân-ı mübînini tilâvetle, Sûre-i Kevser’in müjde ve beşâreti bizleri kuvvet ve metanete sevk, hem behçet ve meserrete yetiştirdi. Mâruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur’âniyeye arz-ı dehalet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehem vazifeleri olduğunu anlayarak tevbelerini reddetmeyen Cenâb-ı Rabbü’l-İzzet Hazretlerine istiğfara şitâb edip salâh ve felâh ve fevz-i necat yollarını tuttular.

“Heman Rabbim, hakikî verese-i Enbiyateksir, dünyevî ve uhrevî âmâl ve makasıdına muvaffak buyursun” duasını tekrarla beraber Onuncu Sözün âciz kalemime kumanda verip yazdırdığı şu arîzacığımı takdime cür’et eder, bilhassa dest ve dâmen-i muallâlarını öperim, efendim.

Hâmiş: Harman ortasında Mevlevi-vâri dolaşan bu biçare çiftçi, sözlerini de işlediği işe benzeterek, söylediğini tekrar söylemiş, geçtiği yere dönmüş, yine gelmişse de, ne yapsın? Üstadı, yıldırım gibi seri hatvelerle ilerlerken, hiç olmazsa karınca yürüyüşü takip edeyim, irtibat kesilmesin niyetiyle şu perişan cümleleri derc ve takdim ettim, efendim.
Muhammed Sabri (Rahmetullahi Aleyh)

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Allah’ın yardımı geldiği zaman...” Nasr Sûresi, 110:1.
Önceki Risale: ( 128 ) / Sonraki Risale: ( 130 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âyât : âyetler
bâlâ : yukarı, yüksek
dest-i mânevî : mânevî yardım eli
eyâdî-i mânevî : mânevî eller
fıkra : kısa yazı
hadsiz : sınırsız
hakikî : asıl, gerçek
haşir : âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma ve hesaba çekilme
hikmettar : hikmetli; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
inkişaf eden : ortaya çıkan, gelişen
insaniyet : insanlık
inşaallah : Allah dilerse
intizam : disiplin, düzen
kelâm : söz, ifade
kemâl-i hararet : tam istekli olma
kıyâs-ı kat’i : doğru sonuç veren kıyas
Kitab-ı Mübîn : herşeyi açıkça beyan eden kitap, Kur’ân-ı Kerim
kitab-ı semâviyye-i Kur’âniye : semâvî kitaplardan olan Kur’ân
Kur’ân-ı Azîmüşşân : şan ve şerefi yüce olan Kur’ân
Kur’ânî : Kur’ân’a ait
lâtif : güzel, hoş
lemeât : parıltılar
letâfet : lâtiflik; güzellik, hoşluk
mânidar : mânâlı, anlamlı
mevzu : bahis, konu
misalsiz : benzersiz
mukabele : karşılık verme
musafaha : iki elle yapılan tokalaşma; kucaklaşma
muvazene-i tâmme : tam bir denge
mübarek : bereketli, değerli
müşahede : görme, şahit olma
müştak : arzulu, istekli
mütehassir : birbirine hasretle bağlanma
nam : ad
nurânî : nurlu, parlak
semâvât : gökler
şâyân-ı hayret : hayrete değer
taht-ı tasarruf : tasarrufu altında
temenni : dileme, isteme
temevvüc eden : dalgalanan
tereşşuhat : sızıntılar, izler
tevafuk : uygunluk, denk gelme
tevafukat : tevafuklar, birbirine uygun gelişmeler
tevafuk-u hakikiye : gerçek uygunluk, denk gelme
tevdi edilen : bırakılan, emanet edilen
uhde : sorumluluk
Üstad-ı Âzam : büyük Üstad
ve minallahi’t-tevfik : başarılı kılma Allah’tandır
vuslat : kavuşma
yekdiğeri : bir diğeri
zîrin : alttaki, aşağıdaki
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
ziyâdar : ışıklı, nurlu
ziyade : fazla
addeden : sayan
akvâm : kavimler, milletler
asr-ı dalâlet ve hüsran : hak yoldan sapkınlık ve zarar ve ziyan asrı
âvâz : yüksek ses, çığlık
bâkî : devamlı olan, sonsuz
bihamdihî ve’l-minne : hamd ve minnet Allah’a mahsustur
dâimî : devamlı, sürekli
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inkâr
devr-i bid’at : aslen dinde olmayıp sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaların olduğu devir
devr-i fetret : fetret devri; Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında geçen peygamber gönderilmeyen zaman dilimi
devr-i tuğyan : Allah’a baş kaldırmada, zulüm ve küfürde çok ileri gidilen devir
ebedî : sonsuz
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapanlar
ehl-i iman ve tevhid : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan ve bunu ilân eden kimseler, mü’minler
envâ-ı türlü : çeşit çeşit
fermân-ı mübîn : hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü açıklayan ve bildiren emir, buyruk
gül-i Muhammedî : Muhammed gülü denilen kırmızı renkli bir gül çeşidi
hitaben : hitap ederek
hitam-ı ömür : ömrün sona ermesi
humus : beşte bir
ihyâ : diriltme, canlandırma
ilh. : ilâ âhir; sonuna kadar
inkişaf : gelişme, açılma
izâe eyleme : ziyalandırma, aydınlatma
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân : açıklamalarıyla akılları benzerini yapmaktan âciz bırakan Kur’ân
Kur’ânî : Kur’ân’a ait
küsûf : kararma, tutulma; karanlıkta bırakma
lâtif : güzel, hoş
lisan-ı hâl ve kal : hâl ve söz dili
menzil : yer, mekân
mesele-i mühimme : önemli mesele
muallâk : alâkalı, ilgili
mukadder : takdir olunmuş, belirlenmiş
muvaffakiyet : başarı
mükâfat-ı ruhiye ve dimağiye : ruh ve akılın ödülü
nazîrsiz : eşsiz, benzersiz
nev-i beşer : insanlık
nevm-i gaflet : gaflet uykusu; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
nuranî : nurlu, parlak
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
sefâhet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük; beyinsizce davranış
semere-i sa’y : çalışmanın meyvesi
sermedî : daimi, sürekli
serseriyâne : serserice
sikke : mühür, işaret
Sûre-i Kevser : Kur’ân’ın 108. sûresi olan Kevser Sûresi
şümûs-u Kur’âniye : Kur’ân’ın güneşleri
tahakkuk : gerçekleşme
tenvir : nurlandırma, aydınlatma
tevafuk : uygunluk, denk gelme
tevafukat : tevafuklar
tevessü : genişleme
tevhid : Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
tezahür : ortaya çıkma, görünme
tilâvet : okuma
tulû eden : doğan
ufûl : batmak, kaybolmak
ümmet-i Muhammed : Hz. Muhammed’in ümmeti
zaman-ı câhiliyet : cahiliye dönemi
zulümkârâne : zulüm edercesine
âciz : güçsüz
Aleyhisselâm : Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (peygamberler hakkında söylenir)
âmâl : emeller, arzular
arîza : arzu ve isteklerin dile getirildiği yazı
arz-ı dehalet : sığındığını belirtmek, sunmak
behçet : sevinç; güzellik
beşâret : müjde, sevindirici haber
biçare : çaresiz
Cenâb-ı Rabbü’l-İzzet : herbir varlığa ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran; her şeye gâlip gelen Allah
cür’et : cesaret, yiğitlik
daire-i Kur’âniye : Kur’ân’ın dairesi
derc etmek : içine yerleştirmek
dest ve dâmen-i muallâ : yüce, yüksek el ve etek
dünyevî : dünya ile ilgili
ehem : en önemli
felâh : selâmet, kurtuluş
fevc fevc : dalga dalga, bölük bölük
fevz-i necat : kurtuluş zaferi
fezâil : faziletler, güzel özellikler
fıkra : kısa yazı
fütuhat : fetihler, zaferler
hâmiş : hâşiye, açıklayıcı not
hatve : adım
irsal : gönderme
irtibat : bağ, ilişki
istiğfar : Allah’tan bağışlanma dilemek
kıymettar : kıymetli, değerli
lem’a : parıltı
makasıd : gayeler, istenilen şeyler
mâruzat : bir konu hakkında arz edilen bilgiler
meserret : sevinç, mutluluk
metanet : sağlamlık, kararlılık
Mevlevi-vâri : Mevlevî tarikatı mensuplarının cezbe halinde, Allah aşkıyla kendinden geçerek dönmeleri gibi
muvaffak buyurmak : başarmasını sağlamak
nusret : başarı, zafer
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah
Rahmetullahi Aleyh : Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun
salâh : düzelme, iyileşme
şitâb : acele etme
tahmid : Allah’ı övme ve Ona teşekkürlerini sunma
teksir : çoğaltma
tesbih : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
uhrevî : âhirete ait
verese-i Enbiya : peygamberlerin varisleri; âlimler
Yükleniyor...