Risale-i Nur’un tesvid ve tebyizinde çok hizmeti sebkat eden Şamlı Hafız Tevfik’in, Risale-i Nur’un hakkaniyetine dair istihracî bir fıkrasıdır.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1

Malûm olsun ki, Zübdetü’r-Resâil Umdetü’l-Vesâil namında, kutbü’l-ârifîn Ziyaeddin Mevlânâ Şeyh Hâlid’in (kuddise sirruhu) mektubat ve resâil-i şerifelerinden muktebes nasâyih-i kudsiyenin tercümesine dair bir risaleyi, on üç sene mukaddem, Bursa’da Hocam Hasan Efendiden almıştım. Nasılsa mütalâasına muvaffak olamamıştım. Tâ bugünlerde, kitaplarımın arasında birşey ararken elime geçti. Dedim: “Bu Hazret-i Mevlânâ Hâlid, Üstadımın hemşehrisidir. Hem İmam-ı Rabbânî’den sonra, tarîk-ı Nakşînin en mühim kahramanıdır. Hem tarik-i Hâlidiye-i Nakşiyenin pîridir.” Risaleyi mütalâa ederken, Hazret-i Mevlânâ’nın tercüme-i halinden şu fıkrayı gördüm:

Ashâb-ı Kütüb-i Sitteden İmam-ı Hâkim, Müstedrek’inde ve Ebu Dâvud, Kitab-ı Sünen’inde; Beyhakî, Şuab-ı İman’da tahriç buyurdukları,
 
اِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ اْلاُمَّةِ عَلٰى رَاْسِ كُلِّ مِأَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا 2

yani, “Her yüz senede Cenâb-ı Hak bir müceddid-i din gönderiyor” hadis-i şerifine mazhar ve mâsadak ve müzhir-i tâm olan Mevlânâ eş-şehîr, kutbü’l-ârifîn, gavsü’l-vâsılîn, vâris-i Muhammedî, kâmilü’t-tarikati’l-âliyye ve’l-müceddidiyye Hâlid-i Zülcenâheyn (Kuddise sirruhu), ilâ âhir... Sonra tarihçe-i hayatında gördüm ki, tevellüdü, 1193 tarihindedir. Sonra gördüm ki, 1224 tarihinde Saltanat-ı Hind’in payitahtı olan Cihanâbâd’a dahil olmuş. Abdullah Dehlevî Hazretlerinden aldıkları füyûzât-ı mâneviyeyle tarik-i Nakşî silsilesine girip müceddidliğe başlamış.

Sonra 1238’de, ehl-i siyasetin nazar-ı dikkatini celb ettiğinden, vatanını terk ederek diyar-ı Şam’a hicretle gitmiştir. Hem içinde gördüm ki, Hazret-i Mevlânâ’nın nesli, Hazret-i Osman bin Affan’a (radıyallahü anh) mensuptur.

Sonra gördüm ki, tercüme-i halinde istidad-ı fıtrî ve kabiliyet-i harika ile, sinni yirmiye bâliğ olmadan evvel a’lem-i ulemâ-i asr ve allâme-i vakit olmuş. Süleymaniye kasabasında tedris-i ulûm ile iştigal eylemiştir.

Sonra Üstadımın tarihçe-i hayatını düşündüm. Baktım, dört mühim noktada tevafuk ediyorlar.

Birincisi: Hazret-i Mevlânâ 1193’te dünyaya gelmiş. Üstadım ise, Arabî 1293’te. Tam Mevlânâ Hâlid’in yüz senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiş.

İkincisi: Hazret-i Mevlânâ’nın tecdid-i din mücahedesine başlangıcı ve mukaddemesi, Hindistan’ın payitahtına 1224’te girmiş. Üstadım ise, aynen yüz sene sonra, 1324’te Osmanlı Saltanatının payitahtına girmiş, mücahede-i mâneviyesine başlamış.

Üçüncüsü: Ehl-i siyaset, Hazret-i Mevlânâ’nın fevkalâde şöhretinden tevehhüm ederek diyar-ı Şam’a nakl-i mekân ettirilmesi, 1238’de vaki olmuştur. Üstadım ise, aynen yüz sene sonra 1338’de Ankara’ya gidip, onlarla uyuşamayıp, onları reddederek, küserek tekrar Van’a gidip, bir dağda inziva ederken 1338 senesini müteakip, Şeyh Said hâdisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuş. Üstadımızdan korkarak Burdur ve Isparta vilâyetlerinde dokuz sene ikamet ettirilmiş.

Dördüncüsü: Hazret-i Mevlânâ Hâlid, yaşı yirmiye bâliğ olmadan evvel allâme-i zaman hükmünde, fuhûl-u ulemânın üstünde görünmüş, ders okutmuş. Üstadım ise, tarihçe-i hayatını görenlere ve bilenlere malûmdur ki, on dört yaşında icâzet alıp a’lem-i ulemâ-i zamanla muarazaya girişmiş, on dört yaşında iken, icâzet almaya yakın talebeleri tedris etmiştir.

Hem Hazret-i Mevlânâ Hâlid, neslen Osmanlı olduğu ve Sünnet-i Seniyeye bütün kuvvetiyle çalıştığı gibi, üstadım da Kur’ân-ı Hakîme hizmet noktasında, meşreben Hazret-i Osman-ı Zinnûreyn’in arkasında gidip, Hazret-i Mevlânâ gibi, Risale-i Nur eczâlarıyla, bütün kuvvetiyle Sünnet-i Seniyenin ihyâsına çalıştı.

İşte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fasılayla Risale-i Nur’un takviye-i din hususundaki tesirâtı, Hazret-i Mevlânâ Hâlid’in tarik-i Nakşiye vasıtasıyla hizmeti gibi azîm görünüyor. HAŞİYE

Üstadım kendine ait medh ü senâyı kabul etmiyor. Fakat Risale-i Nur, Kur’ân’a ait olup medh ü senâ, Kur’ân’ın esrârına aittir. Yalnız Üstadımla Hazret-i Mevlânâ’nın birkaç farkı var:

Birisi: Hazret-i Mevlânâ, zülcenâheyndir. Yani, hem Kadirî, hem Nakşî tarikat sahibi iken, Nakşîlik tarikatı onda daha galiptir. Üstadım, bilâkis, Kadirî meşrebi ve Şâzelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim ki: Hazret-i Mevlânâ Hindistan’dan tarik-i Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şâh-ı Geylânî’nin (k.s.) ba’del-memat hayatında olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ’nın mânen tasarrufu, bidâyeten cây-ı kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend (k.s.) ile İmam-ı Rabbânî’nin (k.s.) ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şâh-ı Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, “Mevlânâ Hâlid senin evlâdındır, kabul et.” Şâh-ı Geylânî (k.s.), onların iltimaslarını kabul ederek Mevlânâ Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid (k.s.) birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. Üstadımın sözü burada hitam buldu.

İkinci fark şudur ki: Üstadım kendi şahsiyetini merciiyetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur’u merci gösteriyor. Hazret-i Mevlânâ Hâlid’in şahsiyeti ise, kutbü’l-irşad, merciü’l-hâs ve’l-âmm olmuştur.

Üçüncü fark: Hazret-i Mevlânâ Hâlid, zülcenâheyndir. Fakat, zamanın muktezasıyla ilm-i tarikatı ve sünnet-i seniyeyi esas tutmak cihetiyle tarikatı daha ziyade tutmuşlar. O noktada sarf-ı himmet etmiş. Üstadım ise, şu dehşetli zamanın muktezâsıyla ilm-i hakikati ve hakaik-i imaniye cihetini iltizam ederek, tarikata üçüncü derecede bakmışlar.

Elhasıl: Baştaki hadis-i şerifin “Her yüz sene başında dîni tecdid edecek bir müceddidi gönderiyor” müjdesinin ihbarına müvazi olarak, Hazret-i Mevlânâ Hâlid, ekser ehl-i hakikatın tasdikiyle, 1200 senesinin, yani on ikinci asrın müceddididir. Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk ederek Risale-i Nur eczaları aynı vazifeyi görmüş. Kanaat verir ki-nass-ı hadisle-Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir.

Benim Üstadım daima diyor ki: “Ben bir neferim, fakat müşir hizmetini görüyorum. Yani kıymet bende yoktur. Belki Kur’ân-ı Hakîmin feyzinden tereşşuh eden Risalet-i Nur eczâları bir müşiriyet-i mâneviye hizmetini görüyor.”

Üstadımı kızdırmamak için şahsını senâ etmiyorum.
Şamlı Hafız Tevfik
 
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : el-Hakim, el-Müstedrek, 4:522; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845.
HAŞİYE : Madem Hazret-i Mevlânâ Halid, milyonlar etbâlarının ittifaklarıyla müceddiddir ve baştaki hadis-i şerifin bir mâsadakıdır. Ve madem tam yüz sene sonra, dört mühim cihet-i tevafukla beraber Risale-i Nur aynı vazifeyi görüyor. Demek, nass-ı hadis ile, Risale-i Nur eczaları tecdid ve takviye-i din vazifesini görüyorlar.
Önceki Risale: ( 141 ) / Sonraki Risale: ( 143 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

a’lem-i ulemâ-i asr : asrın bilinen âlimlerinden
allâme-i vakit : zamanın en büyük âlimi
bâliğ olmak : ulaşmak
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah
dahil olma : katılma, içeri girme
diyar-ı Şam : Şam diyarı, bölgesi
ehl-i siyaset : siyaset adamları, politikacılar
eş-şehîr : meşhur, bilinen
füyûzât-ı mâneviye : mânevî feyizler, bereketler
gavsü’l-vâsılîn : hakikate, marifete ermiş anlamına gelen, Allah’ın sevgili kullarından büyükleri için kullanılan bir ifade
hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hazret : saygıdeğer; saygı, hürmet maksadıyla büyüklere verilen ünvan
hicret : göç, bir memleketten başka bir memlekete taşınma
ilâ âhir : sonuna kadar
istidad-ı fıtrî : yaratılışındaki yetenek
iştigal etme : meşgul olma, ilgilenme
kabiliyet-i harika : harika kabiliyet
kâmilü’t-tarikati’l-âliyye ve’l-müceddidiyye Hâlid-i Zülcenâheyn : müceddid ve yüksek tarikat sahibi olan Halid-i Zülcenaheyn
kuddise sirruhu : sırrı mukaddes olsun, sırrı aziz olsun
kutbü’l-ârifîn : âriflerin en büyüğü, en ileri geleni
mâsadak olan : doğrulayan, onaylayan
mazhar olan : elde eden, erişen
mensup : bağlı
müceddid : yenileyici; sahih hadis ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren, Peygamber vârisi olan âlim
müceddid-i din : dini yenileyen
mühim : önemli
müzhir-i tâm : tam izhar eden, gösteren
nazar-ı dikkati celb etme : dikkat çekme
payitaht : başkent
radıyallahü anh : Allah ondan razı olsun
silsile : zincir
sin : yaş
tarihçe-i hayat : hayat hikayesi, biyografi
tarîk-ı Nakşî : Nakşî tarikatı
tedris-i ulûm : ilimlerin öğretimi, ders vermesi
tercüme-i hâl : biyografi, hayat hikâyesi
tevafuk etme : denk düşme, uygun gelme
tevellüd : doğum
vâris-i Muhammedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) vârisi, mirasçısı
a’lem-i ulemâ-i asr : asrın en iyi bilen, en büyük âlimi
allâme-i zaman : zamanın en büyük âlimi
bâliğ olma : erişme, ulaşma
diyar-ı Şam : Şam diyarı, bölgesi
eczâ : kısımlar, bölümler; ilâcın etkili olan maddesi
ehl-i siyaset : siyasetçiler, politikacılar
evvel : önce
fasıla : ara
fevkalâde : olağanüstü
fuhûl-u ulemâ : ilim ve faziletçe benzerlerinden üstün olan âlimler
icâzet alma : eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması
ihyâ : canlandırma, kuvvetlendirme
ikamet : oturum
inziva : yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
mâlum : bilinen, belli
meşreben : hareket metodu açısından
muaraza : sözle mücadele
mukaddeme : başlangıç
mücahede : cihad etme, mücadele
mücahede-i mâneviye : mânevî cihad etme, mücadele
münasebetiyle : sebebiyle
müteakip : sonrasında
nakl-i mekân : yer değiştirme
neslen : nesil bakımından
payitaht : başkent
Sünnet-i Seniye : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
tarihçe-i hayat : hayat hikayesi, biyografi
tecdid-i din : dinin yenilenmesi, yeniden yorumlanması
tedris etme : ders verme
tevafukat : birbirine uygun gelişmeler
tevehhüm etmek : kuruntuya kapılmak, az tehlike ihtimali olsa çok korkmak
vaki olma : gerçekleşme, meydana gelme
vehim : kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce
vilâyet : il
vuku : gerçekleşme
azîm : büyük, yüce
azletmek : ayırmak, uzaklaştırmak
ba’del-memat : ölümden sonra
bidâyeten : başlangıçta, ilk olarak
bilâkis : tersine
cây-ı kabul : kabul edilme
cihet-i tevafuk : denk düşme, uygun gelme yönü
ecza : kısımlar, bölümler
ehl-i keşif : maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler
ehl-i velâyet : veliler, Allah dostları
esrâr : sırlar
etbâ : tabi olanlar, uyanlar
hadise-i ruhaniye : ruhlarla ilgili olay
hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hitam bulma : sona erme, son bulma
iltimas : istirham, rica
ittifak : anlaşma, birlik
kutbü’l-irşad : büyük irşad edici, doğru yolu gösteren
mânen : mânevî olarak
mâsadak : doğrulayıcı ve onaylayıcı unsur
medh ü senâ : övme ve yüceltme
merci : başvurulacak, sığınılacak yer
mercii’l-hâs ve’l-âmm : seçkin insanlarla halkın müracaat yeri
merciiyyet : müracaat yeri olma
meslek : gidilen yol, usül
meşhud olma : görünme
meşreb : yol, metod
müceddid : yenileyici; sahih hadis ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren, Peygamber vârisi olan âlim
müşahede etme : görme, gözlemleme
nass-ı hadis : kesin hüküm içeren hadis
ruhaniyet : ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhunun kudreti
şahsiyet : kişilik; bir insanın kendisi
taht-ı tasarruf : tasarrufu altında
takviye-i din : dini kuvvetlendirme, güçlendirme
tarikat : tasavvufa dayalı, mânevî derecelere ulaşmayı esas alan yol
tasarruf : dilediği gibi kullanma ve yönetme
tecdid ve takviye-i din : dini yenileme ve güçlendirme
tesirât : tesirler, etkiler
vakıa : olay
vâki olma : gerçekleşme
ziyade : fazla
zülcenâheyn : iki taraflı, iki kanatlı
binaen : dayanarak
cihet : yön
delâlet eden : delil olan, işaret eden
eczâ : kısımlar, bölümler
ehl-i hakikat : varlıkların ve olayların ardındaki gerçeğe ulaşan kişiler
ekser : çoğunluk
elhasıl : sonuç olarak
feyiz : mânevî gıda, bereket
hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, gerçekleri
ilm-i hakikat : hakikat ilmi
ilm-i tarikat : tarikat, tasavvuf ilmi
iltizam etme : gerekli görme
inâyât : inâyetler, İlâhî yardımlar
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
külliyet : kapsayıcılık, genellik
lâtif : güzel, hoş, şirin
mazhar olma : erişme, nail olma
mukteza : gereklilik, sonuç
müceddid : yenileyici; sahih hadis ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren, Peygamber vârisi olan âlim
müellif : yazar
müşir : mareşal
müşiriyet-i mâneviye : mânevî mareşallik
nass-ı hadis : hadisin metni ve kesin hükmü
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
sarf-ı himmet : ciddî gayret etme
senâ etme : övme, yüceltme
Sünnet-i Seniyye : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şakirt : öğrenci, talebe
tarikat : tasavvufa dayalı, mânevî derecelere ulaşmayı esas alan yol ve yöntemler
tecdid etme : yenileme, yeniden yorumlama
tecdid-i din : dinin yenilenmesi, yeniden yorumlanması
tereşşuh eden : sızan
tevafuk : uygunluk, denk gelme
tevafuk-u acibe : hayret verici, şaşırtıcı uygunluk, denk gelme
vaad-i İlâhî : Allah’ın verdiği söz
ziyade : fazla
zülcenâheyn : iki kanatlı
Yükleniyor...