Ehl-i iman -bilhassa şimdiki Risale-i Nur’un zâkir ve muvahhid şakirtleri- öyle bir cadde ve minhâca girmişler ki, o cadde gayet müstakim, gayet nurlu, gayet sevimli. Bütün iki tarafı elmas, inci dükkânı... Bunların başında, nass-ı Kur’ân’dan gelen ve Kur’ân-ı Kerîmin ve Furkan-ı Hakîm’in âyât-ı beyyinatından intişar eden Risale-i Nur’un yüz yirmi parçasından beher parçası birer mürşid-i âzam, birer mürşid-i ekmel, birer kal’a-i hasin, birer elmas kılıç olarak sabittir. Öyleyse, ey Lütfi, Risale-i Nur’a sıkı yapış ki, bir mürşid-i ekmel bulasın. Lisanına tevhidi ver ki, şu muhkem kaleye giresin; Feyyâz-ı Mutlak’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyâna hâdim ol ki, o elmas kılıncı elinde tutasın…

İşte o kılıçla, hiç havfsız, başlarını sarhoşlukla o bataklığa sokan dinsizlerin kafalarına vurarak atla. Ondan sonra, 1 فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ gibi kat’î delilleri Peygamberimiz Sallallahu Teâlâ Aleyhi Ve Sellem Efendimizden müteselsilen, bütün Risale-i Nur’un müellifi Üstadımız Said Nursî’nin yetiştiği ve serbest gezdiği “Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediye (a.s.m.)” olan hatt-ı müstakîmi bari bir parça da sen takip et ki başın felâh bulsun…

Şu geçen Cuma günü ruhumda bir sıkıntı devam ederek, Üstadım için Bismillâhirrahmânirrahîm sırrını istinsah ediyordum. Maalesef emrâz-ı asabiyemin hadsiz istilâsı, o mühim risaleyi pek âni olarak akîm bıraktırdı. Tekrar yine başladım, bir parça yazdım; baktım ki, yine satır geçmişim, evvelki yazdığım yere mürekkep dökülmüş. Kendimde o sıkıntı hâlâ duruyor. Tekrar olarak abdest üstüne abdest aldım, bütün seyyiatımı itiraf ederek ortaya döktüm, istiğfar ettim. Mübarek dua olan salâvat-ı şerifeye başladım. Sonra kalbime geldi ki, Üstadımdan himmet isteyeyim. Üstadımın üstadına dediği gibi, ben de derim ve dedim... O hal, o vaziyet el’an devam ediyordu. Hattâ intihar derecesine kadar gelmişti. Dedim: “Aman yâ Rabbî! Bundaki hikmet nedir?” Ve o risaleyi ertesi güne tâlik ettim.

O akşam, yani Cumartesi gecesi, âlem-i menamda, Üstadım Atabeyin Zergendere Mescidinde imiş. Sabah namazına gidiyormuşum. Tesadüfi bir karakol kumandanı bana dedi ki: “Nereye gidiyorsun?” “Camie” dedim. Beni takiben camie o da girdi. Gördüm ki, Üstadım bir karyola üzerindedir. Evvelki cemaatimizden hariç, içeride beş-altı daha jandarma bulunuyor.

Cemaat 2 لآٰ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ...الخ devam ediyorlar. O beraber girdiğimiz kumandan ise, cemaatimize karşı “Aman siz ne yapıyorsunuz?” diyerek kendisinin itliğini ispat edip, mağruriyetinden içeriye tükürdü. O anda Üstadım o dinsizin yüzüne tükürüp “Git yanımızdan, pis!” dedi, tard etti. Hemen o zaman elimi sağ taraftaki deliğe uzattığımda bir kasatura geldi. Hiç meslek ve meşrebimize uymayan, her cihetle muhalif hareket eden Hasan isminde bir adam o kasaturayı alıp ve ucuyla o dinsizi göstererek, “Aman efendim, aman hocam, siz yalnız emir buyurunuz, bu dinsizin imhâsına sebep ben olacağım” dedi ve aynı zamanda bir sağ omuzuna, bir de sol omuzuna vurdu ve gitti. Bütün bu dinsizler bunu görünce tevehhüme düşüp “Başımıza belâ bulduk, bizden Hocanın yanına kimse gitmez. Ancak Ethem Çavuş HAŞİYE var, onu gönderelim, bizim için yalvarsın, yakarsın; aman biz hepsinden vazgeçtik” dediler.

O sabah bu garip rüyayı Zühdü Efendi ve Hafız Ahmed ağabeylerime söyledim. Hattâ o gün Hafız Ahmed, Üstadımı ziyaret için iki bardak suyla beraber Isparta’ya gitmek istedi. Fakir de gittiğine memnun oldu. Rüyayı tenbih ettim, çünkü o gece gördüm. Nitekim söylemiş. Fakat çok acıklı haberden o kadar müteessir oldum ki, o zaman anladım, ruhumdaki sıkıntı bu imiş. HAŞİYE-1
Lütfi

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Emrolunduğun gibi dos doğru ol.” Hûd Sûresi, 11:112.
2 : “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O herşeye hakkıyla kàdirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.” Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28, 30, 74, 75, 76; Tirmizî, Mevâkıt: 108; Hac: 104; Nesâî, Sehiv: 83-86; İbni Mâce, Dua: 10, 14, 16; Ebû Dâvud, Menâsik: 56; Dârîmî, Salât: 88, 90; Muvatta’, Hac: 127, 243; Kur’ân: 20, 22; Müsned, 1:47; 2:5; 3:320; 4:4; 5:191.
HAŞİYE : Cây-ı hayrettir ki, o gecede Keçiborlu’da bulunan Ethem Çavuş herkesten evvel o hâdiseden müteessir olarak imdada gelmişti.
HAŞİYE-1 : Garip ve lâtif bir tevafukattır ki, Isparta’da Cumartesi gecesinde başıma gelen gayet sıkıntılı bir hâdiseyi sekiz sene kemâl-i sadakatle, hiç gücendirmeden bana hizmet eden Sıddık Süleyman aynı zamanda, benim gibi aynı sıkıntı çektiğinden ve sebebini de bilmediğinden, Isparta’ya Pazar’dan evvel geldi. Sıkıntısının mânevî sebebini de anladı. Süleyman’ın ne kadar selim bir kalbi bulunduğu malûmdur. Hem aynı gecede, has talebelerin içinde letâfet-i kalbiyle mümtaz Küçük Lütfi, bu fıkrada mezkûr rüyayı ve sıkıntıyı görüp aynı sıkıntıma iştirak ve az bir tabirle aynı vaziyetimi müşahede ediyor. Elhasıl: Süleyman’ın selim kalbi, Lütfi’nin lâtif ruhu imdadıma koşmak istemişler. Demek ki, Risale-i Nur’un şakirtlerinin ruhları birbiriyle alâkadardır. Cesetleri müteaddittir; ruhları müttehid hükmündedir... اَلْحَمْدُ ِللهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى (Allah’a hamdolsun, bu Rabbimin bir ikramıdır.) Süleyman Rüştü namındaki kardeşimiz, bu hâdise gecesinden evvel, sabahleyin bana ve Bekir Beye dedi ki: “Ben bu gece bir rüya gördüm. Bu rüyada siz Üstadımı vâlinin makamında vâli olarak gördüm. Etrafınızda hükûmet adamları bulunuyordu. Elinizde bulunan küçük bir kâğıda not yapmışsınız, nutuk söyleyecekmişsiniz. Sonra bir daha gördüm ki, Üstadım, siz, Bekir Bey ve Hüsrev bir paytona binmişsiniz, hükûmetten eve geliyordunuz” dedi. O sabahın akşamı, hükûmet dairesinde aynı hal vuku bulmuş, paytonda aynı adamlar bulunup selâmetle eve dönülmüştür. İsticvab makamında söylenen sözler tam yerinde olduğu için, nutuk suretinde ona görünmüş. Hem Hafız Ali, aynı gecede, bana olan hücumu ve su-i kasdı kendine karşı görmüş. Sabahleyin başındaki kasketinin siperliğini dikmiş, tâ hücumdan kurtulsun. Elhasıl: Risale-i Nur’un şakirtlerinin şahs-ı manevîsi kerâmetkârâne bir hassasiyet göteriyor ki, Hafız Ali ulvî sadakatiyle; birinci Süleyman selim kalbiyle, ikinci Süleyman Rüştü müstakim aklıyla, Küçük Lütfi lâtif nuruyla Üstadlarının imdadına mânen koşmuşlar, sıkıntısına iştirak ile tahfifine çalışmışlar. Said
Önceki Risale: ( 144 ) / Sonraki Risale: ( 146 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akîm : sonuçsuz, neticesiz
âlem-i menam : uyku âlemi, rüyâ âlemi
aman : imdat, yardım isteği
beher : her biri
Bismillâhirrahmânirrahîm : Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
el’an : hâlen, henüz
emrâz-ı asabiye : sinir hastalıkları
evvel : önce
felâh : kurtuluş
Feyyâz-ı Mutlak : pekçok feyiz, bolluk ve bereket veren Allah
hâdim : hizmetçi
hadsiz : sınırsız
hatt-ı müstakîm : doğru çizgi, doğru yol
havf : korku
hikmet : sebep, sır, hedef
himmet : yardım
intişar eden : yayılan
istiğfar etmek : Allah’tan bağışlama dilemek
istinsah etme : yazarak çoğaltma
kal’a-i hasin : sağlam, kuvvetli kale
kat’î : kesin
kelâm : ifade, söz
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân : açıklamalarıyla akılları benzerini yapmaktan âciz bırakan Kur’ân
lisan : dil
muhkem : sağlam
mübarek : bereketli, değerli
müellif : yazar
mühim : önemli
mürşid-i âzam : en büyük rehber, doğru yol gösteren
mürşid-i ekmel : en mükemmel rehber, doğru yol gösteren
müteselsilen : zincirleme bir şekilde
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
salâvat-ı şerife : Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duaları
Sallallahu Teâlâ Aleyhi Ve Sellem : Allah onun üzerine salât ve selâm eylesin
seyyiat : günahlar, kötülükler
takiben : takip ederek
tâlik etme : sonraya bırakma
tesadüfi : rastgele
tevhid : Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme
Üstad Şeriat-ı Garrâ-yı Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği büyük ve parlak şeriat, İslâmiyet
yâ Rabbî : ey Rabbim; varlıklara her türlü ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ım
aman : öfke ve sabırsızlık belirten ifade; yardım isteği
cây-ı hayret : hayret verici
cihet : yön
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
hâdise : olay
has : özel; kıymetli ve ileri gelen mühim yakınlar topluluğu
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
kasatura : süngü gibi tüfeğin namlusu ucuna takılan veya bel kayışına asılı olarak taşınan bir çeşit bıçak
kemâl-i sadakat : eksiksiz bağlılık
lâtif : güzel, hoş
letâfet-i kalb : kalbin nurluluk kazanması, maddî şeylerden soyutlanması
mağruriyet : gururluluk, kibirlilik
mâlum : bilinen, belli
meslek : gidilen yol, usul
meşreb : hareket tarzı, metot
muhalif : aykırılık gösteren, uymayan
mümtaz : seçkin, üstün
müteessir olmak : üzülmek
selim : sağlam, doğru
tard etme : kovma
tevafuk : uygunluk, denk gelme
tevehhüme düşmek : kuruntuya kapılmak, az tehlike ihtimali olsa çok korkmak
Yükleniyor...