Hulûsi’nin fıkrasıdır.

Bir Mirkatü’s-Sünnet olan mübarek mektup hakkındaki ihtisaslarımı arza maalesef muktedir değilim. Fakat istikametli tefsir, i’câzbeyan, nurlu ilân gibi şanına lâyık tabirle tavsif edebileceğim Beşinci Lem’anın on bir nükteyi ihtiva edişini mânidar buldum. Sanki, mânen diyor: İfâ-yı sünnetle mükellef olduğumuz, ol Nebiyy-i Zîşânın taraf-ı İlâhîden getirip haber verdiği yakînen malûm olan şeylerin hak olduğunu bilip, kalble tasdik ve dille ikrar etmek suretiyle, tarif olunan iman ve İslâmın şartlarının mecmuu olan on bir adediyle bu nurlu mektuptaki nüktelerde sarih tevafuk vardır. Madem böyledir, mü’minim diyen ittibâ-ı sünnet etmeli. “Elhamdü lillâh Müslümanım” iddiasında bulunan ve 1 لِمَ تَقُولُونَ مَالاَ تَفْعَلُونَ itâbından kurtulmak isteyen sünnete yapışmalı, ilh. hakaiki ders veriyor.

Bu mektubu almazdan evvel -Allah hayretsin- bir gece rüyamda büyük bir camide bulunuyorum. Namaz kılındıktan sonra, ben kapıya yakın bir yerde ayakta duruyorum. Baktım, mihrabın sol tarafından küçük ve toplu bir cemaat geliyor. Bana yaklaştıkları zaman, “İşte Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri” diye kulağıma bir ses geldi. Gayr-ı ihtiyarî “Medet yâ Gavs-ı A’zam” diyerek, ağlayarak ayağına kapandım. Mübarek sol elleriyle beni yerden kaldırdılar ve şefkat gösterdiler. Kendileri uzun boylu, çok mehîb ve üzerlerinde siyah bir sako, mübarek sakalları siyah, pek az ağarmış, beşûş ve nuranî bir çehremübarek başlarında bir mahrût-u nâkıs şeklinde yüksek ve çok beyaz bir sarık vardı. Camiden çıkınca, bitişik bir odada cemaatle beraber oturduğumuzu da hatırlıyorum. Bu rüya bana çok zevk vermekle beraber, dua ve himmetlerinin Hizbü’l-Kur’ân üzerinde her zaman mevcut bulunduğuna daha ziyade yakîn hasıl ettirdi.
Hulûsi

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz.” Saf Sûresi, 61:2.
Önceki Risale: ( 163 ) / Sonraki Risale: ( 165 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
beyan : açıklama, anlatım
burhan : kuvvetli delil
dellâl : ilan edici, duyurucu
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”
fıkra : kısa yazı
hak : doğru
i’câz : mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
ifâ-yı sünnet : sünneti işleme, yerine getirme
ihtisas : düşünce, fikir, his
ihtiva etme : içerme
ikrar etmek : kabul etmek, doğrulamak
ilh. : ilâ âhir; sonuna kadar
ilham-ı İlâhî : Allah’ın ilham etmesi
istikametli : doğru
itâb : şiddetle hitap, azarlama
ittibâ-ı sünnet : sünnete tabi olma, uyma
kudsî : kutsal
Kur’ân-ı Azîmüşşân : şan ve şerefi yüksek olan Kur’ân
malûm : bilinen
mânen : mânevî olarak
mânidar : mânâlı, anlamlı
mecmu : bir şeyin tamamı
Mirkatü’s-Sünnet : Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uymanın derecelerinin ve öneminin anlatıldığı On Birinci Lem’a
muktedir : güçlü, gücü yeten
mü’min : iman eden; Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
mübarek : bereketli, değerli
mükellef : yükümlü
Nebiyy-i Zîşân : büyük şan ve şeref sahibi peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.)
nükte : ince ve derin anlam, sözdeki önemli nokta
Risale-i âliye : yüce Risale; Risale-i Nur
sarih : açık
suret : şekil, biçim
sünnet : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensiplerine uyma, yerine getirme
tabir : açıklama, yorum
taraf-ı İlâhîden : Allah tarafından
tasdik etmek : onaylamak
tavsif etme : vasıflandırma, özelliklerini anlatma
tefsir : Kur’ân âyetlerinin çeşitli yönleriyle yorumlandığı eser
tesir : etki
tevafuk : anlamlı rastlantı, denklik
yakînen : kesin olarak
zelîl etme : alçaltma
beşûş : güler yüzlü, şen
cemaat : topluluk
çehre : yüz
evvel : önce
fıkra : kısa yazı
Fihriste : Fihrist Risalesi
Fihriste-i Mübîn : Risale-i Nur’un muhtevasını açıklayıcı mahiyette bulunan Fihrist Risalesi
gayr-ı ihtiyarî : ihtiyarsız, elinde olmaksızın
hâdim : hizmetçi
hakaik : hakikatler, gerçekler
hasıl ettirme : oluşturma; meydana getirme
himmet : yardım
Hizbü’l-Kur’ân : Kur’ân taraftarı olan topluluk
icmâlen : kısaca
kâffe : hepsi, bütünü
kâtib : yazan
lütûfname-i fâzılane-i mergube : beğeniyi ifade eden üstün, yüksek iltifatların yer aldığı mektup
lütufnâme-i keremkârîleri : yüksek şeref sahibi Üstad Bediüzzamandan büyük bir lütuf olarak gelen mektup; Fihrist Risalesi
mahrût-u nâkıs : kesik koni şeklinde
medet : imdat, yardım
mehîb : heybetli, azametli
Mektubatü’n-Nur : nurun mektupları
mihrap : camide imamın cemaate namaz kıldırdığı yer
mübarek : bereketli, değerli
müellif : yazar
müstefid olma : faydalanma, yararlanma
mütelezziz : lezzet alan
naşir : neşreden, yayan
neşir : yayma
neşr-i envâr-ı hakaik-i Kur’ân : Kur’ân hakikatlerinin nurlarını yayma, duyurma
nuranî : nurlu, parlak
nüsha : kopya
Risaletü’n-Nur : Risale-i Nur’un diğer bir adı
sa’y etme : çalışma
sako : palto, ceket gibi üste giyilen erkek elbisesi
teksir : çoğaltma
tercihan : tercih ederek
tereşşuhat-ı Kitab-ı Mübîn : herşeyi açıkça beyan eden Kur’ân’dan sızan feyizler, mânâlar
vakt-i kıraat : okuma zamanı
yakîn : kesin ve doğru bilgi
yed : el
ziyade : fazla
zübde : netice, öz
Yükleniyor...