Hulûsi’nin fıkrasıdır.

On Sekiz Recep tarihli, Otuz Birinci Mektubun Birinci, İkinci Lem’alarıyla Yirmi Dokuzuncu Mektubun Birinci Remzinin Birinci Makamını, Şaban’ın birinci günü, yani yazıldığından on üç gün sonra aldım. Demek oluyor ki, Receb’in on sekiz rakamına, on üç daha ilâve ederek, mübarek mektubun numarasını teyid etmek gibi, gaybî bir işaret ibraz edilmiş oluyor. Bu nurlu Mektuptan aldığım hisseyi, kendisinden evvel gelmiş olan mânevî feyzinden, âli affınıza güvenerek bahsetmek suretiyle arzedeceğim. Şöyle ki:

Mektubun bura postahanesinde kaldığı gece, âlem-i menamda şöyle garip bir hâlet gördüm; Allah hayretsin: Kamer batn-ı arzdan sür’atle çıkarak, şâkulen semâvâta yükselmeye başladı. Çıkışıyla sür’atle yükselişinde hiçbir ziya eseri görülmüyordu. Sükûnetle hareketi takip etmekle beraber, sanki gaybî bir ses bana, “Alâmet-i kübrâ başladı” diyor gibi geldi. Kamer bu hızla çıkışı esnasında, bir hadde geldi ki, parladı, büyüdü. Bedr-i tam halinin birkaç misli cesamet arz etti. Bu vaziyette içinde bir insan şekli göründü. Kısa bir zaman sonra bu şekil ve kamer kayboldu. Cihan serâser zulmet içinde kaldı. Mağrib cihetinde, ufuktan bir mızrak boyu yüksekliğinde, şems sönük bir ziyayla göründü. Ufku takiben bir müddet şimale doğru gayet sür’atle gitti ve kayboldu. Tekrar zulmet başladı. Soğukkanlılığımı muhafaza etmekle beraber, kıyamet kopuyor diye uyandım.

İşte bu dehşetli gecenin gündüzünde, Otuz Birinci Mektubun Bir ve İkinci Lem’alarını hâvi kıymetli eseri aldım, okudum. Kendi kendime geceki hâleti düşündüm. Dedim: Bu mübarek mektup, bana şu dersi veriyor: Sen bir sefineye râkipsin ki, o azametli sefinen başdöndürücü süratle, feza-yı nâmütenâhide koşturuluyor. Bu sefineyi böyle pırıl pırıl çeviren Kadîr-i Kayyûm, sana musahhar ettiği, muntazam tulû ve gurub eden şemsle incelerek, büyüyerek mükemmel bir takvim-i semâvî vaziyetini gösteren kamer gibi azîm cisimleri de istihdam ediyor. Bir küre 1 كُنْ فَيَكُونَ emrini aldığı zaman, bu muazzam küreler gibi milyonlarca seyyârat birbirine karışacak, nizam-ı âlem bozulacak, herşey harap olacak. 2 كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sırrı zahir olacak.

Öyleyse en metin, en âli, en müzeyyen görünen bu saray-ı kâinatın bir anda yıkılacağı, harap olacağı, bütün sekenesinin mahv u nâbud olacaklarını düşün. Hiç ender hiç olduğunu hatırla. Senin mini mini hayat tekneni, dağlar gibi dalgaları bulunan, kısacık ömrünün denizinde aldanarak boğdurma. Ve hayat-ı ebediyeni söndürmek isteyen, en büyük ve en yakın olan nefsinin hilesinden kurtulmaya çalış. Bunun için sana çok kolay ve ucuz, tesiri mücerreb ve kat’î ve

لآٰ اِلٰهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ 3

رَبِّ اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ 4

gibi halâs ve şifa ve necat vasıtalarını tavsiye ederim. Bunlara bilhassa mağrib ve işâ ortasında, otuz üçer defa devam et, demekte olduğunu hissettim.

O küçük rüyanın tâbiri, muhterem Üstadıma aittir. Ve arzusuna bağlıdır. Bu defa mânevî mahrumiyetin uzaması, beni cidden müteessir etmişti. Sabra gayret ettim; fakat gariptir ki, bu mübarek mektubun bura postahanesine vürudu gününün sabahında 5 اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرِينَ emr-i celîlinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduğumu, fakat meraktan da hasbelbeşeriye kurtulamadığımı nâtık küçük bir mektubu, uhrevî kardeşimiz Hakkı Efendiye göndermiştim.

Bu nurlu mektubun başını işgal eden beş nükteli İkinci Lem’a, başıma tokmak vurarak: Ey biçare, sabırdan bahsetmek sana yakışır mı? Gözünü aç da Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın sabrına bak! Aklın varsa, o Peygamber-i Zîşânın (a.s.) sabırdaki kahramanlığını taklide çalış. Ve korkunç manevî yaralarından kurtulmak için 6 رَبِّ اَنِّى مَسَّنِىَالضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُالرَّاحِمِينَ duasını vird-i zebân et, diye tenbih ve ikazda bulunduğuna yakîn hasıl ettim. Elhamdü lillâh dedim.

Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Birinci Remzinin Birinci Makamının Birinci Bâbı, mu’cizât-ı Ahmediyenin en büyüğü ve kıyamete kadar i’câzının devam edeceğine şüphe olmayan Kur’ân-ı Kerîmin, otuz cüzünden otuzuncu, yüz on dört sûresinden yüz onuncu, lâfız itibarıyla küçük, fakat makam ve mânâ itibarıyla âli ve şümulSûretü’n-Nasr’daki çok mühim sırlardan muazzez ve muhterem Üstadımız vasıtasıyla zahir olan tevafukata münasebetli birtek sırrından beyan buyurulan üç mesele, bana öyle bir kanaat getirdi ki, bu küçük sûrenin üç âyetinden sülüs ve tamamında otuz cüz Kur’ân’a, hattâ her harfinde bir sûreye işaret ve delâlet mevcut olduğunu cezmettim.

Bu nuranî mektup hakkındaki muhtasar tahassüsâtımı âcizane yukarda arz ettim. Feyz menbaına maddeten ve mânen çok yakın olan kardeşlerime, şu perişan ifâdâtım kapı açmak ve buradan içeri geçmeye sizler lâyıksınız, diyecek kadar fâide-bahş olduğu hakkındaki emirlerinizden çok sevindim.

Sevgili Üstadım, Allah için sevenler, Kur’ân’a hâdim olmayı yürekten isteyenler, musibetin büyüğünü dine gelen mesâib bilenler, zahiren ne kadar şâşaalı, mutantan görünse de, her bid’akârâne hareketten mutlak ve muhakkak, Kur’ân’a ve imana bir hücum hissedenler, ilh.-İşte bunlar, niyetlerindeki ihlâs, kalblerindeki sâfiyet ve imanlarındaki kuvvet ve Kur’ân’a ciddî merbutiyetleri derecesinde, felillâhilhamd, merkez-i menbâ ve masdar-ı feyze yakın bulunduruyorlar. Elbette böyle ulvî ruhlu, ciddî, ihlâslı, metin, imanlı kardeşlerimi çok sever ve mazhar oldukları niam-ı İlâhiyeye şâkirînden olmalarını tazarru eylerim. Hasbelkader dünyaya dalmış, mâsiyette bunalmış, hakikatte acıklı bir gurbete düşmüş olan bu biçare kardeşlerine dua etmelerini rica ederim. Cümlesine, alelhusus isimleri zikrolunan Galip, Hüsrev, Hafız Ali, Süleyman Efendilere ve Nurların başkâtibi Şamlı Hafız Tevfik, hasta olduğundan müteessir olduğum ve inşaallah iade-i afiyet etmiş olan Muhacir Hafız Ahmed Efendiye ve sair mukarreblere selâm ve dualar ederim.
Hulûsi

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ol der; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.
2 : “Onun zâtından başka herşey helâk olup gidicidir. Hüküm ve hükümranlık Onundur; siz de Ona döndürüleceksiniz.” Kasas Sûresi, 28:88.
3 : “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” Enbiyâ Sûresi, 21:87.
4 : “Bana gerçekten zarar dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” Enbiya Sûresi, 21:83’ten muktebe bir duadır.
5 : “Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara Sûresi, 2:153.
6 : “Bana gerçekten zarar dokundu. Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” Enbiya Sûresi, 21:83’ten alınma bir dua.
Önceki Risale: ( 171 ) / Sonraki Risale: ( 173 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

alâmet-i kübrâ : en büyük kıyamet alâmeti
âlem-i menam : uyku âlemi, rüyâ âlemi
âli : yüce
batn-ı arz : yerin karnı, içi
bedr-i tam : tam ay, dolunay
beyan etmek : açıklamak, anlatmak
cesamet : büyüklük
cihan : dünya, âlem
ehl-i bid’a : dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mâl etmeye çalışanlar
evvel : önce
feyiz : mânevî bereket, bolluk
fıkra : kısa yazı
gaybî : bilinmeyen, gayba ait olan
hakikat-i hal : asıl durum, gerçek vaziyet
hâlet : durum, hâl
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân’a hizmet
ibraz edilme : gösterilme
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
iktisad : tutumluluk
kamer : ay
kanaat : nasibine razı olma, yetinme
lillâh için : sırf Allah için
mağrib : batı
mübarek : bereketli, değerli
Recep : Hicrî takvime göre yedinci ay
riya : gösteriş, başkalarına iyi görünme
semâvât : gökler
serâser : baştan başa, her taraf
sevk etme : yöneltme
suret : şekil, biçim
sükûnet : sakinlik, sessizlik
sür’at : hız
Şaban : Hicrî takvime göre sekizinci ay
şâkulen : dik olarak
şems : güneş
şimal : kuzey
takiben : takip ederek
teyid etmek : desteklemek, doğrulamak
ziya : ışık
zulmet : karanlık
âli : yüce
azamet : büyüklük
azîm : büyük
feza-yı nâmütenâhi : sonsuz uzay boşluğu
gurub eden : batan
halâs : kurtulma, kurtuluşa erme
hâlet : hâl, durum
hâvi : içine alan
hayat-ı ebediye : sonsuz hayat, âhiret hayatı
hiç ender hiç : baştan sona hiç olan
istihdam etmek : çalıştırmak
işâ : yatsı vakti
Kadîr-i Kayyûm : sonsuz kudret sahibi olan, herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve dilediği gibi onları idare eden Allah
kamer : ay
kat’î : kesin
mağrib : akşam vakti
mahv u nâbud : eseri kalmayacak şekilde yok olma
metin : sağlam, kuvvetli
muazzam : azametli, çok büyük
muntazam : düzenli
musahhar etme : boyun eğdirme
mübarek : bereketli, değerli
mücerreb : denenmiş, tecrübe edilmiş
müzeyyen : süslü
necat : kurtuluş, selâmet
nefis : insanı daima kötülüğe, haram olan zevk ve isteklere yönelten duygu
nizam-ı âlem : âlemin düzeni
râkip : binmiş, binen
saray-ı kâinat : kâinat sarayı
sefine : gemi
sekene : bir yerde oturanlar, sakinler
seyyârat : gezegenler
şems : güneş
takvim-i semâvî : gök takvimi
tesir : etki
tulû eden : doğan
vasıta : aracı
zahir olmak : görünmek
âcizane : güçsüz bir şekilde
Aleyhisselâm : Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (peygamberler hakkında söylenir)
âli : yüce
arz etme : söyleme, ifade etme
beyan buyurulan : açıklanan
biçare : çaresiz
cezmetme : kesin karar verme
cidden : ciddî olarak
cüz : bölüm, kısım
delâlet : delil olma
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur”
emr-i celîl : sonsuz derecede haşmet, heybet ve görkem sahibi Allah’ın emri
fâide-bahş : fayda veren, faydalı
feyz : ihsan, bereket
hasbelbeşeriye : insanlık icabı olarak
hasıl etme : meydana getirme
i’câz : mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
ifâdât : ifadeler
kanaat : inanma, razı olma
lâfız : ifade, kelime
menba : kaynak
mevcut : var
mu’cizât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu’cizeler
muazzez : aziz, değerli
muhtasar : kısa, özet
muhterem : saygıdeğer
mübarek : bereketli, değerli
münasebet : alâka, ilgi
müteessir etmek : etkilemek, üzmek
nâtık : konuşan, söyleyen
nükteli : ince ve derin anlamlı
Peygamber-i Zîşân : şanlı peygamber; Hz. Eyyub (a.s.)
Sûretü’n-Nasr : Nasr Sûresi; Kur’ân’ın 110. sûresi
sülüs : üçte bir
şümul : kapsamlılık
tahassüsât : hisler
tenbih : ikaz, uyarı
tevafukat : birbirine uygun gelişmeler
uhrevî : âhirete dair, yönelik
vird-i zebân : devamlı yapılan zikir
vürud : geliş, gelme
yakîn : kesin ve doğru bilgi
zahir olan : görünen, ortaya çıkan
alelhusus : özellikle, en çok
başkatip : baş yazıcı
beyt-i kıymettârî : değerli beyit; şiirde iki mısradan oluşan bölüm
biçare : çaresiz
bid’akârâne : dine zarar verecek yeni âdetleri dine mal etmeye çalışarak
Dellâl-ı Kitab-ı Mübîn : bütün hakikatleri açıklayan Kur’ân-ı Kerimdeki gizil sırları insanlara duyuran; Said Nursî
ehl-i hak ve hakikat : hakikatlere ulaşmak için tarikat berzahına uğramayarak, sahabe mesleğinde olduğu gibi doğrudan Kur’ân’ın gösterdiği yoldan gidenler
eyyühe’l-Üstâdü’l-A’zam : ey büyük Üstad
felillâhilhamd : Allah’a hamd olsun
fıkra : kısa yazı
hâdim : hizmetçi
hasbelkader : kaderin sevkiyle, elden geldiği kadar, kaderin bir takdiri olarak
hücum : saldırı
iade-i afiyet : sağlığına kavuşmuş
ihâtalı : kapsamlı
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme
ilh. : ilâ âhir, sonuna kadar
imâ etme : göz ucuyla hafifçe işaret etme
inşaallah : Allah dilerse
irâe etme : gösterme
mânidar : anlamlı
masdar-ı feyz : bereket, nimet kaynağı
mâsiyet : günah, isyan
mazhar olma : ayna olma, nail olma
merbutiyet : bağlılık
merkez-i menbâ : kaynağın merkezi
mesâib : musibetler, belâlar
metin : sağlam, kuvvetli
muhakkak : gerçekliği kesin olarak bilinen
mukarreb : yakın dostlar
musibet : belâ, dert, felâket
mutantan : tantanalı, gösterişli
mutlak : kesin
müntesip : intisap eden, bağlanan
müteessir : etkilenen, üzülen
niam-ı İlâhiye : Allah’ın nimetleri
Nurlar heyeti : Risale-i Nur
sâfiyet : temizlik, arınmış olma
sair : başka
şâkirîn : Allah’a şükredenler
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde
tazarru eyleme : dua etme, yakarma
tefe’ülnâme : hayra yorma yazısı
ulvî : yüce
umum : bütün
zahiren : dış görünüş itibariyle
zikrolunan : anılan, belirtilen
Yükleniyor...