Vezirzâde Küçük Mustafa’nın fıkrasıdır.

Ey sevgili Üstadımız, ey nurların mazharı ve nâşiri;
Cenâb-ı Hak, sizi bu memlekete göndermiş, tâ ki dalâlete giden ruhlar, senin neşrettiğin Nurlarla kurtulsun. Cenâb-ı Hakka gece ve gündüz secde-i şükran etsek, bu nimetlerin şükrünü ödeyemeyeceğiz.

Ey Üstadım; ben ümmîyim. Sair kardeşlerim gibi malûmatlı değilim ki, Risale-i Nur’a karşı hissiyatımı dilimle ifade edeyim. Fakat, inşaallah, sadakatte ve muhabbette ve irtibat-ı ruhîde kardeşlerime yetişmeye çalışacağım. Uyanık âleminde ifade-i meram edemeyen dilime bedel, uyku âleminde ruhumun diliyle, mahiyetini anlamadığım ve size karşı merbutiyetime delâlet eden bir-iki vak’aarz edeceğim:

Birincisi: Bundan bir buçuk sene evvel, ticaret için, iki günlük mesafede olan bir köye gitmiştim. O esnada dünyanın içyüzü bana göründü. Hem fâni, hem zindan hükmünde olduğundan, bir nefret geldi. Bana bu fâni dünyadan, bâki bir âleme yol gösterecek bir Üstad, Cenâb-ı Haktan istedim. Ve dedim ki: “Öyle bir Üstada rast gelsem, söz veriyorum ki, ona tam hizmetkâr olacağım.”

İşte, ben bu halde ve bu niyazda iken, o gece gayet şirin ve güzel, bilmediğim bir şehirde gayet güzel, dünyada misli bulunmaz ziynetli bir at üstünde, siz Üstadımı ona binmiş, garptan şarka doğru beş-altı metre yüksekte, şehrin üstünde uçarken selâmınıza durduk, selâmınızı aldık. O esnada uyandım, şehadet getirdim. Şükrettim ki, istediğim Üstadı bulacağım. İki ay sonra ziyaretinize geldim.

İkinci vakıa: Rüyada, bir şehirde gayet kesretli askerler ve cephane görüyorum. Biz de, güya o askerlerdeniz. Dedim: “Ya Rabbi, bu askerlerin kumandanı kimdir?” Niyaz ettiğim vakit, karşımızda yüksek bir saray zuhur etti. O sarayın içerisine girdim ki, kumandanı göreyim. Baktım ki, parlak bir çay akıyor. O çayı takip ettim. Baktım, şubelere ayrılıyor. Devam ettim. Tâ menbaına kadar gittim. O askerlerin kumandanı, o suların sahibini buldum. Yani Üstadımızı, iki adamla başında namaz kılarken gördüm. Ben de o sudan abdest aldım, namaza dahil oldum. Kalbimin hareketiyle, dilimin şehadetiyle uyandım. Cenâb-ı Hakka şükrettim ki, Üstadımızı bize gösterdi.
Hizmetkâr ve talebeniz
Mustafa

• • •
Önceki Risale: ( 179 ) / Sonraki Risale: ( 181 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

arz : söyleme, ifade etme
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
bedel : karşılık
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
delâlet eden : delil olan, gösteren
esnâ : an, zaman
evvel : önce
fâni : geçici
fıkra : kısa yazı
garp : batı
gayet : çok
havale etme : gönderme
hissiyat : duygular, hisler
hizmetkâr : hizmetçi
ifade-i meram : maksadı ifade etme
irtibat-ı ruhî : ruhsal bağlanma, ruhsal münasebet
kasır : eksik, noksan
mahiyet : asıl, içyüz
malûmatlı : bilgili
mazhar : birşeyin göründüğü, ortaya çıktığı yer
merbutiyet : bağlılık
mercî : başvurulan, müracaat edilen yer
mesafe : uzaklık
misil : benzer, eş
muhabbet : sevgi
mükâleme : karşılıklı konuşma
müncer olma : sözün çekildiği, varıldığı yer, nokta
nâşir : neşreden, yazıp yayan
neşretme : yayma
nimet : iyilik, lütuf, ihsan
niyaz : dua, yalvarıp yakarma
sadakat : bağlılık, doğruluk
sair : diğer, başka
secde-i şükran : şükür secdesi
şark : doğu
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
şükür : nimeti veren Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek
tecavüz : haddi aşma, saldırma
tefsir : açıklama, yorum
teskin : sakinleştirme, rahatlatma
ümmî : okuma yazma bilmeyen
vak’a : vakıa, hadise, olay
zâlim : zulmeden, acımasız
ziynetli : süslü
Yükleniyor...