Hulûsi Beyin fıkrasıdır.

Bu hafta Otuz Birinci Mektubun Yedinci Lem’asıyla Üçüncü Lem’asını, hazine-i Mektubata ilâve ve muhibbân ve müştâkana tilâvet eylemekle, vesâtat-ı âliyenizle, bir lütf-u azîm-i İlâhîye daha mazhar olduğumdan dolayı Kerîm, Rahîm, Bâkî-i Zülcelâl’e yüz binler hamd ve şükür eylemekte ve sevgili Üstadımı rızâ-yı Samedânîsine ve vazife-i meşkûre-i mâneviyesinde devamlı, nüfuzlu, şümullü muvaffakiyetlere mazhar buyurmasına, abîdâne tazarru ve niyazlarda bulunmaktayım. Bu biçare ve isyankârdan çok dua beklediğinizi emir buyuruyorsunuz. Ben o dergâh-ı âliye ancak bir nevi i’câzının izharına Fahru’l-Âlemîn, Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn, Seyyidü’l-Mürselîn (sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretlerinin en büyük mu’cizesi olan, tâ kıyâm-ı saate kadar hükmü ve i’câzı bâki olacağına iman ettiğim Kur’ân’ın nurları delâletiyle ve Üstadımın mübarek isimlerini, vesile-i kabul olmak üzere kullanarak iltica edebiliyorum. Hiç mümkün müdür ki, bu eşiğe yüzümü sürerken, “Ya Rab, Üstadım Said Nursî Hazretlerinden razı ol, dâreynde muratlarını hasıl kıl” diye yalvarmayayım? Asla ve kat’â! Bu bir vazife olmakla beraber, kanaatçe İnşaallah vesile-i icabe-i duadır.

Aziz Üstad, sadîkınız zaif ruhu, bu fâni hayatta olduğu gibi, bâki ve sermedî hayatta da inşaallah ulvî ruhunuzun cenâh-ı şefkatinden ayrılmayacaktır, ayrılamayacaktır ve ayıramayacaklardır.

Evet, gayr-ı kabil-i inkârdır ki, bu fâni hayatın dağdağaları arasında, havas ve letâif her zaman müştakı bulundukları münevver ve muhteşem âyineye bakamıyorlar. Fakat o meşgaleden feragat edildiği anda, yine Nur bütün haşmetiyle arz-ı dîdar ediyor. Bu zamanlarda hiç ayrılık hissetmiyorum. Hattâ ihtilâf-ı mekânı da tesirsiz görüyorum. Yedinci ve Üçüncü Lem’aların bura postahanesine vürûdu, Ramazan’ın on birine tesadüf ediyor. Bir gün postada kalmasına karşılık tutulursa, her bir Lem’a, bu mübarek ayın başından onuna kadar birer gün almışlar ve
1 اَوَّلُهُ رَحْمَةٌ olan aşr-ı ûlâ-yı Ramazan’da mahall-i maksuda vâsıl olmuşlardır. Müftülük ilânına göre tam onuncu gündedir. Dördüncü ve Sekizinci Lem’aları da bu mâh-ı gufrânın on dördüncü günü aldım. Posta bir gün evvel geldiğine ve bir gün de postada kalışına veya birinci makama sayılırsa, bu nurlu eser de, sanki Ramazan’ın her gününde bir Lem’a alarak, yerini bulmakla, hem bu adetlerin boşuna konulmadığına, hem de 2 اَوْسَطُهُ مَغْفِرَةٌ olan aşr-ı sâni-yi Ramazan’da yazıldığı mahalle yetişeceğine sarahat derecesinde delâlet ediyor.

Şu saatte şuaâtını gözüme sokan güneş gibi, bu kadar nurlu ve zahir hakaiki, mahzâ bir inayet-i İlâhî olarak bu biçareye gösterilen bu mübarek eserlerden, bu Nurların bihavlillâh gurupsuz tulû ettikleri mahalle, Utarid ve Zühre gibi maddeten ve mânen yakın bulunan Hizbü’l-Kur’ân’a dahi hafız, sadık, halis ve salih kardeşlerimin daha çok esrar anlayacaklarına şüphe etmiyorum.

Madem ki, merkez-i feyze en uzak bulunan âciz bir kardeşlerinin mübarek eserler hakkındaki duyguları, kendilerinin de lâyıklı, mânâlı çok değerli ihtisaslarını beyana vesile oluyor. İnşaallah, bu hareketleri hizmet-i Kur’ân’dan mâdud olur. Âli huzurunuzda kardeşlerimle biraz konuşmak istiyorum.

Kardeşlerim, bu biçarenin Nurlarla iştigali üç devreye ayrılmıştır.

Birincisi: Üstad Hazretleriyle ilk teşerrüf etmek saadetine nail olduğumdan itibaren intişar etmiş olan eserleri, kendim için istinsah etmek.

İkincisi: Yine muhterem Üstadımın emirlerine imtisalen, Sözler’in, muhtelif tabaka-i nâsa tesirleri ve kabil-i cerh, lâzımü’t-tashih, mucib-i itiraz cihetleri olup olmadığı hakkında, kasır aklımla anlayabildiğim kadar ve kısa görüşümle seçebildiğim kadarını arz eylemek ve bütün fırsatlardan istifadeyle, din kardeşlerime faideli olmak, onlara da bu Nurları göstermek, dikkat-i nazarlarını celb etmek, kalbî ve bâtınî yaralarına merhem eylemek emeliyle, ihtiyarsız ve manevî bir tesir altında âsâr-ı Nuru aşkla okumak.

Üçüncüsü: Yine aziz ve müşfik Üstadımın emirlerine mutâvaatla, bildiğiniz veçhile herbirisi bir türlü letâfet ve belâgat ve celâdette ve çok kolaylıkla akıllara hayret verecek tarzda intişar etmekte olan nurlu âsar hakkındaki ihtisaslarımı arz eylemek ve bizzat veya kardeşlerim namına, bazı Kur’ânî müşkilât ve tereddüdatı makam-ı feyze takdim ederek, bu tarikle hem müşkilin halline, hem de sâil ile birlikte, diğer kardeşlerin de istifadelerine âcizâne hizmet eylemek. Denizden katre mesabesindeki bu Kur’ânî hizmetten dolayı, bu biçareye bir kıymet atfetmeyiniz. Çünkü maalesef hiç liyakatım olmadığını ben çok iyi biliyorum.

3 لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ âyet-i celilesi ümit vermemiş olsa, isyanımın nihayetsizliği karşısında çıldırmak işten bile değil.

Öyleyse, aziz kardeşlerim, bu zavallı kardeşinize hayır dua buyurmanızı bilhassa rica ediyorum. Kur’ân hesabına bakılırsa, o zaman belki bazı güzellikler görünebilir. Bu da, sevgili Üstadımızın buyurdukları gibi, Kur’ân’ın güzellikleri ve menba-ı kevserden gelen Nurların lâtifliği bu hususu temin etmişlerdir. Hîn-i sabâvetimden beri, en ziyade menfûrum, fe-lillâhi’l-hamdu yalan söylemektir. Onun için hakikati ifade ettiğime emin olabilirsiniz ki, yukarıda arz ettiğim üç safhada ihtiyar ve tesadüf yoktur. Hâkim olan, bir dest-i gaybî ve kader-i İlâhîdir. Bunu hissediyordum. Kader-i İlâhîyi izaha lüzum yok. Dest-i gaybın da Gavs-ı Âzam Sultan-ı Evliya Bâzü’l-Eşheb, Seyyid Abdülkadir-i Geylânî (kuddise sırruhu’l-âlî) Hazretleri olduğunu son defa öğrenmiş olduk.

Fakat muhterem Üstadımın âli aflarına istinaden şunu ilâve edeyim ki, Gavs-ı Âzam Hazretlerinin keramet-i gaybiyeleri, sarahaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerini göstermektedir. Çocukluğundan beri harika tercüme-i hali tetkik edilecek olursa görülür ki, bu zâtın vücudu sırf Kur’ân ve iman hesabınadır. Ondandır ki, o harika hâlâta mazhar olmuş biz biçareler, bu şem’in pervanesi oldukça, hizbü’l-Kur’ân namına Hazret-i Gavs’ın himmet ve duasına ve cedd-i zîşânı Peygamberimiz (sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretlerinin şefâatine, iltimasına ve nihayet Münzilü’l-Kur’ân’ın affına, himâyesine mazhar olacağımıza da şüphe edilmemek lâzımdır.

Allahü Zülcelâl Hazretleri cümlemizi muhafaza buyursun. Âmin. Dâreynde bâis-i necâtımız olan bu hizmeti bilkülliye terk edecek olursak, o zaman helâkimiz muhakkaktır. Madem ki elimizde ma’fuv olduğumuza dair senedimiz yok. Bâis-i feyzimiz Üstadımız Hazretlerinin bizlere şefkatından dolayı, keramet-i gaybiyeden haber verdikleri müjdeler, yalnız şevkimizi ve şükrümüzü arttırmaya vesile olmalı. İsimlerinin sarahaten zikredildiğini bildirmekle beraber, gösterdikleri âli feragat, cümlemiz için nazar-ı ibretle görülmeli ve cidden taklit olunmalıdır.

Yine emirlerindendir ki, bizler hizmetle muvazzafız, mükellefiz. Neticeyle değil. Bu Nurlu hizmette bizleri birleştiren Allahü Zülcelâlden niyazım, haşirde de livâ-yı Muhammedî (a.s.m.) altında haşir ve cem olmaklığımızdır. اَللّٰهُمَّ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ 4

Müsaadenizle sadede geliyorum:

Otuz Birinci Mektubun Yedinci Lem’asına esas olan üç âyet-i celilenin tefsiri harika bir tarzdadır. Bilhassa İkinci Vecihle Birinci Vechin ikinci ihbar-ı gaybî ciheti, işitilmemiş bir surettedir. Bu Mektubun Üçüncü Lem’ası ki, 5 كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ âyetinin meâlini ifade eden 6 يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى cümlelerinin gösterdikleri iki hakikatten çok büyük feyiz aldım. Gariptir ki, bu mübarek eser, 7 لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّ âyet-i celilesiyle başlamakla, sanki bu fakirin gördüğü rüyaya bir işaret yapıyor ve diyor ki: Senin rüyanda gördüğün kamer, bu âyette bahis buyurulan rüyanın sahibi, İki Cihanın Fahri (sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem) Hazretlerinin bir parmak işaretiyle ve izn-i Hakla inşikak etmiştir. Şems onun hatırı için, On Dokuzuncu Mektupta beyan buyurulduğu üzere, bir saat hareketsiz görünmüştür, gibi mu’cizatını hatırlatarak, “Ey gafil, ittibâ-ı sünnet et!” diyor. Bu rüyayı nakleden mektubumda, Otuz Birinci Mektubun Birinci ve İkinci Lem’alarıyla, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Birinci Remzinin Birinci Makamından gelen feyiz neticesi, ihtiyarsız yaptığım tâbirin sonunda yazmış olduğum 8 كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyet-i celilesinin bir nevi i’câztefsirini beyan buyurmakla, mektubuma gayet lâtif ve çok muhteşem bir cevap verilmiş oluyor. Otuz Birinci Mektubun Dördüncü Lem’asının Birinci Makamı “Minhâcü’s-Sünne” denmeye hakikaten lâyıktır.

Birinci nükte: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmetine şefkatinin derecesini ve bihakkın şefîu’l-müznibîn olduğunu göstermekle beraber, Süleyman Efendi merhumun Mevlid-i şerifindeki,

Tıfl iken ol diler idi ümmetin,
Sen kocaldın, terk edersin sünnetin


vecizesini hatırlatmakta ve ol Hazrete ümmet olanlara, sünnetlerine riayet lüzumunu ehemmiyetle ders vermektedir.

İkinci nükte: Cenâb-ı Peygamber (sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretlerinin nesl-i mübareklerinin, ilâ yevmilkıyâm Hz. Hasan ve Hüseyin’den (radıyallahü teâlâ anhümâ) geleceklerini ve istikbalde çok mübarek zevâtın da bu meyanda zuhur edeceklerini nazar-ı Nübüvvetle gördükleri için, bu iki hafîdine bütün o nurlu zâtlar hesabına şefkat göstermesi öyle bir tariftir ki, beşerin düşünmesiyle yazılmasına imkân yoktur.

Üçüncü nükte: Nass-ı kat’î ile sabit ve hadis-i Nebeviyle müberhen Âl-i Beyte muhabbete işaret etmekte, bu vazifeyi ifâya davet eylemektedir. Çünkü, İslâmiyet bir vücutsa, bu vücudun belkemiği, muhakkak Âl-i Beyt ve başı her zaman Kitabullahtır.

Dördüncü nükte: Şîaları ilzam edecek kadar kuvvetli bir derstir. Bu şümullü dersten gaye ne olduğu, sonunda mükemmelen icmal edilmiştir. 9 وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا emr-i celiline tevfikan, bütün mü’minler tevhide çağırılmıştır. Keramet-i Gavsiyenin işaratını teyid eden remizleri defaatle okudum. Bu müjdeler hamd ve şükrümü arttırmıştır. Zenbilli Ali Efendinin hale çok uygun olan fıkrası hoşuma gitti. Lâtif tefe’ülünüz 10 خِتَامُهُ مِسْكٌ kabilinden olmuştur.

Evet, Kur’ânî bahçede her zaman başka renkte, başka letâfette, başka tesirde hakikî cennet çiçekleri açılıyor. Bu mezherenin bülbülünü ve onun gönülleri teshir eden nağmesini dinleyen, meşk eden yoldaşlarına, dâreynde selâmet ve saâdet ve muvaffakiyetler temenni ve niyaz eylerim.

Şairin zamana muvafık bir beyti:

Bir mevsim baharına geldik ki âlemin,
Bülbül hamuş, havz tehî, gülistan da harâp

Ben de derim:

Öyle bir bid’alar devrindeyiz ki İslâmın,
Bir bülbülü, bir gülistanı kalmış Kur’ân’ın.

Keramet-i Gavsiyeyi henüz kimseye okuyamadım. İçinde bu biçareden bahsedilişi, okumak hususunu düşündürüyor. Mübarek Ramazan HAŞİYE bir an evvel bu isyankârların kadir-nâşinasların elinden yakayı kurtarmaya çalışır vaziyette, süratle elimizden gitmektedir. İmam Ömer Efendi geçen sene, “Ramazanın Hikmetleri” eserinin Ramazan ayı geçtikten sonra gelişinden, benim gibi müteessir olmuştu. Bu Ramazan’ın birinci Cuma hutbesinde, ben de hazır olduğum halde, yüzlerce cemaate, bu nurlu hikmetlerden birkaçını hemen aynen okudu. Bu anda bu fakirde husule gelen şükür hislerini tarif edemeyeceğim.

اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى 11

Hulûsi

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Evveli rahmet, …” el-Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:94-95.
2 : “Ortası bağışlanma, …” el-Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:94-95.
3 : “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.” Zümer Sûresi, 39:53.
4 : “Dualarımızı kabul et, ey Rabbimiz. Herşeyi hakkıyla işiten de, herşeyi hakkıyla bilen de ancak Sensin.” Bakara Sûresi, 2:127.
5 : “Onun zâtından başka, her şey yok olup gidicidir. Hüküm ve hükümranlık Onundur; siz de Ona döndürüleceksiniz.” Kasas Sûresi, 28:88.
6 : Bâkî Sensin, ey Bâkî. Bâkî Sensin, ey Bâkî.
7 : “And olsun ki, Allah, Resulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti.” Fetih Sûresi, 48:27.
8 : “Onun zâtından başka, her şey yok olup gidicidir.” Kasas Sûresi, 28:88.
9 : “Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sım sıkı sarılın; ayrılığa düşüp dağılmayın.” Âl-i İmran Sûresi, 3:103.
10 : “Ardında nefis bir koku bırakır.” Mutaffifîn Sûresi, 83:26.
HAŞİYE : Gariptir ki, Hulûsi’nin bu sözünü belki yirmi defa tekrar etmişim. Süleyman gibi dostlar şahittirler. Demek bir hakikat var ki, ikimizi böyle söyletmiş. Said
11 : Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.
Önceki Risale: ( 180 ) / Sonraki Risale: ( 182 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

arz-ı dîdar : kendini gösterme, güzelliğini gösterme
asla ve kat’â : asla, kesinlikle öyle değil
aşr-ı ûlâ-yı Ramazan : Ramazanın ilk on günü
aziz : çok değerli, izzetli
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
bâki : devamlı, ölümsüz
cenâh-ı şefkat : şefkat yönü
dâreyn : iki dünya; dünya ve âhiret yurdu
delâlet : delil olma, gösterme
evvel : önce
fâni : geçici
feragat etme : hakkından isteyerek vazgeçme
gayr-ı kabil-i inkâr : inkâr edilemez
Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn : âlemlerin Rabbi olan Allah’ın en sevdiği kul, Hz. Muhammed (a.s.m.)
hasıl kılma : meydana getirme
haşmet : büyüklük, görkem
havas : hisler, duygular
i’câz : mu’cize oluş; bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
ihtilâf-ı mekân : mekân farklılığı
iltica : sığınma
inşaallah : Allah dilerse
kanaatçe : kanaat olarak, fikirce
kıyâm-ı saat : kıyamet
letâif : lâtifeler; insanın mânevî yapısındaki ince duyular ve duygular
mahall-i maksud : hedeflenen, varılmak istenen yer
mâh-ı gufrân : günahların bağışlandığı ay
meşgale : meşguliyet, iş
mu’cize : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâl ve hareket
murat : kasıt, amaç
mübarek : hayırlı, değerli
münevver : aydın, aydınlanmış
müştak : arzulu, çok istekli
sadîk : çok bağlı ve güvenilir dost
sallâllahü teâlâ aleyhi ve selem : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
sermedî : daimi, sürekli
Seyyidü’l-Mürselîn : peygamberlerin reisi, efendisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
tesadüf etme : rastlama, denk gelme
tesirsiz : etkisiz
ulvî : yüce
vâsıl olma : ulaşma, kavuşma
vazife : görev
vesile-i icabe-i dua : duanın kabulüne vesile, sebep
vesile-i kabul : kabul sebebi
vürûd : gelme, ulaşma
yâ Rab : ey Rabbim; ey herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ım
âciz : güçsüz
âli : yüce
âsâr-ı Nur : Risale-i Nur Külliyatı
aşr-ı sâni-yi Ramazan : Ramazanın ikinci onuna ait günler
aziz : çok değerli, izzetli
bâtınî : görünmeyen, içsel
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
beyan : açıklama, anlatım
biçare : çaresiz
bihavlillâh : Allah’ın güç ve iktidarıyla
celâdet : yiğitlik, kahramanlık
cihet : yön, taraf
delâlet etme : delil olma, gösterme
dikkat-i nazarını celb etmek : dikkatini çekmek
emel : arzu, istek
esrar : sırlar
gurup : batma
hafız : ezberleyen
hakaik : hakikatler, asıl ve esaslar
halis : ihlâslı, samimî ve temiz
Hizbü’l-Kur’ân : Kur’ân’dan alınmış bazı âyetlerden oluşan dua kitabı
hizmet-i Kur’ân : Kur’ân hizmeti
ihtisas : hisler, duygular
ihtiyarsız : irade dışı
imtisalen : uyarak, tabi olarak
inayet-i İlâhî : Allah’tan gelen ihsanlar, yardımlar
inşaallah : Allah dilerse
intişar etme : yayılma
istinsah etmek : yazarak çoğaltmak, kopyasını çıkarmak
iştigal : meşgul olma
kabil-i cerh : çürütülebilir
kalbî : kalbe ait, kalple ilgili
kasır : eksik, noksan
lâzımü’t-tashih : düzeltmesi gerekli
letâfet : güzel, hoş
mâdud : addedilen, sayılan
mahzâ : sırf, katıksız olarak
merkez-i feyz : feyzin, bereketin merkezi
mucib-i itiraz : itiraz sebebi
muhtelif : çeşitli
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
mutâvaat : gönüllü olarak yapma, uyma, boyun eğme
mübarek : değerli
müşfik : şefkatli
nail : ulaşan, erişen
saadet : mutluluk
sadık : bağlı, doğru
salih : dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden
sarahat : açıklık
şuaât : nurlar, ışıklar
tabaka-i nâs : insan tabakası, sınıfı
teşerrüf etmek : şereflenmek, saygı görmek
tulû : doğma
Utarid : Merkür, güneşe en yakın olan gezegen
veçhile : şekilde
vesile : aracı
zahir : açık, görünen
Zühre : Çoban Yıldızı; Venüs
âcizâne : âciz bir şekilde
âli : yüce
arz eylemek : söylemek, ifade etmek
âyet-i celîle : yüce âyet
aziz : izzetli, değerli
Bâzü’l-Eşheb : kır renkli, ak doğan; Abdülkadir-i Geylânî’nin bir lâkabı
biçare : çaresiz
bilhassa : özellikle
dest-i gaybî : görünmeyen el
fe-lillâhi’l-hamdu : Allah’a hamd olsun
Gavs-ı Âzam : büyük gavs, yardımcı
hakikat : asıl, gerçek, doğru
hâkim : hükmeden, idareci
hal : çözme, halletme
hâlât : durumlar, haller
hîn-i sabâvet : çocukluk dönemi
husus : konu
ihtisas : hisler, duygular
ihtiyar : istek, irade
intişar etmek : yayılmak
istifade : faydalanma, yararlanma
istinaden : dayanarak
izah : açıklama
kader-i İlâhî : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması
katre : damla
keramet-i gaybiye : gelecekle veya hiç kimsenin bilmediği bir şeyle ilgili Allah’ın bir ikramı olarak gösterilen keramet, verilen haber
kuddise sırruhu’l-âlî : yüce sırrı mübarek ve temiz olsun; büyük veliler için kullanılır
Kur’anî müşkilât : Kur’ân-ı Kerimde anlaşılması zor olan yerler
lâtiflik : güzellik, hoşluk
liyakat : lâyık olma
makam-ı feyz : feyiz makamı, bereket makamı
mazhar olma : ulaşma, erişme
menba-ı kevser : Cenneteki Kevser nehrinin kaynağı
menfûr : kendisinden nefret edilen, sevilmeyen
mesabe : derece
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
müşkil : zor mesele, problem
namı : ad
nurlu âsar : nurlu eserler; Risale-i Nur Külliyatı
rica etme : ümit etme, isteme
safha : aşama
sâil : soru soran
sarahaten : açıkça
Seyyid : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) torunu Hz. Hasan’ın soyundan olan kimse
Sultan-ı Evliya : velilerin sultanı, reisi
şem’ : mum, ışık
takdim etme : sunma
tarik : yol
temin etmek : sağlamak
tercüme-i hal : biyografi; bir kişinin hayat hikâyesi
tereddüdat : tereddütler
tesadüf : rastlantı, rastgele
tetkik : inceleme, araştırma
vücud : varlık, var oluş
ziyade : çok, fazla
âli : yüce
Allahü Zülcelâl : sonsuz büyüklük, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
âyet-i celile : büyük ve yüce mânâlar içeren âyet
bâis-i feyz : feyiz, bereket sebebi
bâis-i necât : kurtuluş sebebi
bilkülliye : tamamıyla, büsbütün
cedd-i zîşân : şanı yüce olan ata, dede
cem : toplama
cihet : şekil, yön
dâreyn : iki yer; dünya ve âhiret yurdu
feragat : hakkından isteyerek vazgeçme, fedakârlık
haşir : öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma ve hesaba çekilme
helâk : mahvolma, yok oluş
himâye : muhafaza etme, koruma
himmet : yardım, mânevî destek
hizbü’l-Kur’ân : Kur’ân taraftarları
ihbar-ı gaybî : bilinmeyen gayb âleminden veya gelecekten haber verme
iltimas : yardım etme, arka çıkma
keramet-i gaybiye : gelecekle veya kimsenin bilmediği bir şeyle ilgili Allah’ın bir ikramı olarak gösterilen keramet, verilen haber
livâ-yı Muhammedî : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sancağı
ma’fuv : affedilmiş, bağışlanmış
mazhar : ulaşma, erişme
meâl : açıklama
muhafaza buyurma : koruma
muhakkak : gerçekliği kesin olarak bilinen
muvazzaf : görevli
mükellef : yükümlü, sorumlu
Münzilü’l-Kur’ân : Kur’ân’ı indiren, Allah
nam : ad
nazar-ı ibret : ibretle bakış
niyaz : duâ, istek
saded : asıl mevzu, asıl bahsedilen şey
sallâllahü teâlâ aleyhi ve selem : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
sarahaten : açıkça
suret : şekil
şefaat : günahların bağışlanması için, peygamberlerin ve Allah katında makbul kişilerin, Allah’ın izniyle aracılık yapması
şükür : nimeti veren Allah’a karşı minnet duymak, teşekkür etmek
tefsir : açıklama, yorum
zikretme : anma, açıklama
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âyet-i celile : büyük ve yüce mânâlar içeren âyet
beyan buyurulma : açıklanma, anlatılma
beyan : açıklama, anlatım
bihakkın : hakkıyla, gerçek anlamıyla
cihan : dünya
fahr : övünme, övünç kaynağı
feyiz : ilim, irfan, mânevî gıda
gafil : âhireti ve Allah’ı düşünmeyen ve sorumluluklarından habersiz olan
i’câzlı : mu’cizeli olan, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakan
ihtiyarsız : irade dışı, istemeden
inşikak : bölünme, ayrılma
ittibâ-ı sünnet : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnetine, söz, fiil ve hareketlerine uyma
izn-i Hak : varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan yüce Allah’ın izni
kamer : ay
kocalma : yaşlanma, ihtiyarlama
latîf : güzel, hoş
merhum : ölmüş ve rahmete kavuşmuş
Mevlid-i Şerif : Süleyman Çelebinin yazdığı, Peygamberimizin (a.s.m.) doğumunu ve hayatını anlatan manzum eser
Minhâcü’s-Sünne : sünnet yolu; Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uyma metodu; Dördüncü Lem’a
mu’cizat : mu’cizeler; Allah tarafından verilip, peygamberlerin gösterebilecekleri harika işler
mübarek : değerli, hayırlı
nakleden : aktaran
nevi : çeşit
nükte : ince ve derin anlamlı söz
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
riayet : gözetme, kollama
sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
sünnet : Peygamberimizin (a.s.m.) söz, emir ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şefîu’l-müznibîn : Allah’ın izniyle günahkârlara şefaatçi olacak olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
şems : güneş
tâbir : yorum
tefsir : açıklama, yorum
tıfl : çocuk
ümmet : Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler
vecize : kısa ve özlü sözler
Âl-i Beyt : Peygamberimizin (a.s.m.) âilesi ve onun soyundan gelenler
Cenâb-ı Peygamber : şeref ve yücelik sahibi olan Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
defaat : defalarca
emr-i celil : yüksek mânâlı emir
fıkra : bölüm, kısım
hadis-i Nebevi : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hadisi, mübarek söz, fiil ve hareketi
hafîd : torun
hamd : övgü, teşekkür
icmal edilme : özetlenme
ifâ : yerine getirme
ilâ yevmilkıyâm : kıyamet gününe kadar
ilzam etme : susturma
istikbal : gelecek
işarat : işaretler
kabil : gibi, benzer
Keramet-i Gavsiye : Seyyid Abdülkadir-i Geylâni’nin kerâmeti
Kitabullah : Allah’ın kitabı, Kur’ân
latîf : güzel, hoş
letâfet : güzellik, hoşluk
meyan : ara, aralık
mezhere : çiçeklik, çiçek bahçesi
muhabbet : sevgi
muhakkak : gerçekliği kesin olarak bilinen
mü’min : iman eden; Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
mübarek : değerli
müberhen : hakkında kesin deliller gösterilen
mükemmelen : en iyi ve mükemmel bir şekilde
nass-ı kat’î : kesin delil ve senet; Kur’ân ve sahih hadisler gibi
nazar-ı Nübüvvet : Peygamberlik bakışı
nesl-i mübarek : mübârek nesil
nükte : ince ve derin anlamlı söz
radıyallahü teâlâ anhümâ : Allah onlardan razı olsun
remiz : gizli, ince işaret
sallâllahü teâlâ aleyhi ve selem : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Şîa : Şiîler
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
şümullü : kapsamlı
tefe’ül : bir kitabı rastgele açarak denk gelen yeri okuma ve o kısmı kendine hitap ediyormuş gibi kabul etme
tevfikan : uygun olarak
tevhid : birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve buna iman etme
teyid eden : destekleyen, kuvvet veren
zevât : zâtlar, kişiler
zuhur etme : görünme, ortaya çıkma
beyit : iki mısradan oluşan şiir
biçare : çaresiz
bid’a : aslen dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şeyler
cemaat : topluluk
dâreyn : iki yer; dünya ve âhiret yurdu
evvel : önce
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
gülistan : gül bahçesi
hakikat : gerçek, doğru
hamuş : sessiz, susmuş
harâp : tahrip edilmiş, yıkılmış
haşiye : dipnot açıklayıcı not
havz : havuz
hikmet : sebep, sır, gaye
husule gelen : meydana gelen
hutbe : Cuma ve bayram namazlarında minberden okunan Allah’ın emir ve buyrukları
isyankâr : isyan eden, başkaldıran
kadir-nâşinas : kadir, kıymet bilmeyen
Keramet-i Gavsiye : Seyyid Abdülkadir-i Geylâni’nin kerâmeti; Sekizinci Lem’a
meşk eden : öğrenen, öğrenmek için çalışan
muvaffakiyet : başarı
muvafık : uygun
mübarek : bereketli, hayırlı
müteessir olma : etkilenme, üzülme
nağme : güzel ses, ahenk
saâdet : mutluluk
selâmet : esenlik, güven
süratle : hızla
şükür : verdiği nimetlerden dolayı Allah’a teşekkürlerini sunma
tehî : boş
temenni ve niyaz eyleme : isteme ve dua etme
teshir eden : boyun eğdiren
vaziyet : durum, hal
Yükleniyor...