Zeki Zekâi’nin fıkrasıdır.

Aziz ve sevgili Üstadım;
Üç haftaya yakın bir zaman oluyor ki, size mektup yazamadım. Her zaman olduğu gibi, şu günlerde dairede vazifenin çokluğu dolayısıyla, pek kıymetli olan uhrevî vazifelerim geri kalıyor ve bu cihetle teessürüm kâfi gelmiyormuş gibi, bu hafta içinde işittiğim pek acı, elîm bir haber, bir sâika gibi beni beynimden vurdu. İşittim ki, Üstadım yılanların hücumuna mâruz kalmış.

Ah, Üstadım! Vakit vakit tehacümlerine, taarruzlarına mâruz kaldığımız bu menhus hainlerin zulmünden ne zaman âzade kalacağız? Bu mülhid mütecavizler, haddini tecavüz etmeye başladılar. Artık tecavüzün bu derecesi fazladır. Bu itibarla, muazzam bir bârika-i hakikatin zuhuru yaklaştığı iman ve itikadı, bizi tesellî ediyor. Ne zaman ki, tahribat ve istibdad haddini aştı, uçurum kendini gösteriyor. “Büyük felâketler, güler yüzlü intibahlar doğurur” derler ki, pek musîb bir söz. Herhangi bir hükûmet zulmü ve istibdadı arttırdı; mazlum milletler istiklâlini kazanıyor. Şu asırda dinsizlik ve tahribat fazlalaştı. İnşaallah, mazlum ve mâsum ehl-i imanın yüzü gülecek. Parlak bir hakikat güneşi tulû edecek.

Aziz Üstadım; nâkıs kalemim, âciz lisânım, hissiyatıma tercüman olamıyor. Her dindaş gibi, benim de kalbim aziz imanımın aşkıyla çarpıyor. Hamdolsun, damarlarımızda dolaşan kan, binler senelik ehl-i hak ve imandan, irsen intikal etmiş bir mayadır.

Sevgili Üstadım; öyle anlar geliyor ki, hayat çok alçalıyor. Biz insanlar o derece eğilmek mecburiyetinde kalıyoruz. Bu fikrimle, nefsim hesabına bir hisse-i gurur aramıyorum. Menhus ve mülevves ellerin temiz bileklerimizi sıkması, sabır taşını çatlatacak kadar müellim bir hal değil midir? Tahribatın en müthiş zamanında hastalanan insaniyeti mânevî ilâçlarla tedavi etmeye çalışırken, bize musallat olan hâinlere mukabele etmek, acaba zavallı bir milletin sürükleneceği uçuruma sed çekmek için, çekilecek mezahim ve meşâk, hayatın ind-i İlâhîde makbuliyeti için sabretmek, son dereceye kadar tahammül etmek… bu fikir fakirin hayli düşüncesi neticesi bulabildiği bir hakikat...

Sevgili Üstadım; şu günleri, düşünceler ve elemler içerisinde geçiriyorum. Hâdiseyi birkaç ağızdan birbirini tutmayan rivayetler gibi, dallı budaklı olarak işittim. Bendenize hâdisenin cereyanı hakkında lütfen bir haber veriniz. İnsan cünun getirecek!

Sevgili Hocam; siz herkes için, beşeriyet için, zararlı olan tahribat ve âfâtın önünü almak için, gece gündüz çalışınız, kendinizi tehlikeye atın da, acı acı tahkirata mâruz kalın! Hayır, aziz Üstadım, hayır! Yüce dâhî, hayır! Sizin nasibiniz bu değil. Size verilecek mükâfat bu olamaz. Bu hâletler, olsa olsa üç-beş dinsizin ve birtakım Cehennem yolcularının çılgınlığıdır. Bu hale sabretmek ve ehemmiyet vermemekle, pek yüce mükâfatlara mazhariyetler kesb ediyorsunuz. Siz asla ve kat’â müteessir olmayın. Ne kadar vahşiyâne ve zâlimâne olursa da, dönüp arkanıza bakmayın. Size açılan mânevî âlemlerin kapılarına doğru ilerleyin. Yürüyün, yürüyün, tâ nâmütenâhi yürüyün. Gittiğiniz yerlerde, uzaklaştığınız âlemlerde bizim gibi yaralı, âciz, zaif, pür-kusur, kemter biçareler için de, müebbed bir istirahat ve saâdet yatağını hazırlayın.
Zekâi

• • •
Önceki Risale: ( 183 ) / Sonraki Risale: ( 185 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz
âzade : serbest, özgür
aziz : çok değerli, izzetli
bârika-i hakikat : hakikat parıltısı
dindaş : din kardeşi
ehl-i hak ve iman : hak ve doğru yolda olan, Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler, mü’minler
elem : acı, keder
elîm : acı veren, üzücü
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
had : sınır, yetki
haddini tecavüz etme : haddini aşma, kendi yetkisini aşma
hakikat : gerçek, doğru
hamd : şükür, övgü
hisse-i gurur : gurur hissi
hissiyat : duygular, hisler
ind-i İlâhî : Allah katında
insaniyet : insanlık
inşaallah : Allah dilerse
intibah : uyanış
intikal : geçme, ulaşma
irsen : miras olarak, irsiyet yoluyla
istibdad : baskı ve zulüm
istiklâl : bağımsızlık
itikad : inanç
lisân : dil, ifade
makbuliyet : kabul edilmişlik
mâruz kalma : birşeyin etkisine uğrama
mâsum : günahsız, suçsuz
mazlum : zulme uğramış
menhus : uğursuz, kötü
meşâk : eziyetler, sıkıntılar
mezahim : zahmetler, sıkıntılar
muazzam : azametli, çok büyük
mukabele etmek : karşılık vermek
musallat : sataşan, saldıran
musîb : isabetli, doğru
müellim : elem veren, keder veren
mülevves : kirli, bulaşık
mülhid : dinsiz
mütecaviz : haddini aşan, başkasının hukukunu çiğneyen
müthiş : dehşet veren, korkutan
nâkıs : eksik, noksan
nefis : bir kimsenin kendisi
rivayet : bir sözü anlatma, nakletme
sâika : şiddetli ses, yıldırım
sed çekmek : engel olmak
taarruz : saldırı
tahammül etmek : dayanmak, katlanmak
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tecavüz : saldırı
tehacüm : hücum, saldırı
tulû etme : doğma
zuhur : belirme, görünme
zulüm : haksızlık, eziyet
âciz : güçsüz
âfât : afetler, musibetler
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
aziz : çok değerli, izzetli
beşeriyet : insanlık
biçare : çaresiz
bilumum : bütün, genel
cereyan : hareket, oluşum
cünun : delilik, çıldırma
dâhî : eşine ender rastlanır hârikulade zekî, fetânet ve hikmet sahibi
ehemmiyet : değer, önem
emel : arzu, istek
eyyâm-ı mübareke : mübarek günler
fıkra : bölüm, kısa yazı
hâdise : olay
hâlet : durum, hâl
Hallâk-ı Âlem : âlemlerin yaratıcısı olan Allah
husul : meydana gelme
hürmet : saygı
iştiyak : arzu, istek
kat’â : asla, kesinlikle, hiçbir zaman
kemter : daha aşağı, daha kıymetsiz, çok değersiz
kesb etmek : kazanmak, çalışarak elde etmek
kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık
mağfiret : bağışlama
mâh-ı gufrân : mağfiret, bağışlanma ayı
mâruz kalma : birşeyin etkisine uğrama
mazhariyet : ayna olma, bir nimete erişme
mecruh : yaralanmış, yaralı
meşru : dine uygun, helâl
mübarek : bereketli, hayırlı
müebbed : sonsuz
mükâfat : bir hizmet, başarı veya iyiliğe karşı verilen karşılık
müştak : arzulu, çok istekli
müteessir olma : üzülme
nâmütenâhi : sonsuz
nasib : pay, hisse, kısmet
nasihat : öğüt
nebatat : bitkiler
niyaz etme : yalvarma, isteme, dua etme
pür-kusur : çok kusurlu
saâdet : mutluluk
tahkirat : tahrikler, hakaretler
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
telkin : fikir aşılama, öğüt verme
temenni etme : isteme, dua etme
vahşiyâne : vahşice
zâlimâne : zâlimce
Yükleniyor...