Zekâi’nin fıkrasıdır.

Aziz Üstadım;
Bu elîm hâdisat hususunda sabır ve tevekkülden bahsetmek, bilirim ki, zaiddir. Esasen bizim gibi hayatın cüz’î ıztırabından ah ü enîn eden kemterlere, sabır ve tevekkül gibi define-i saadet ve necâtın kıymetini siz öğrettiniz. Hamd olsun, günden güne bu kelimelerin mefhumunu daha iyi kavrıyoruz ve takdir edebiliyoruz. İlk zamanlarda, yani Nurlara çok uzak olduğumuz gaflet zamanlara, hayatta, hâdisatta, herşeyde sabır ve tevekkül bizlere zahiren acı ve kabil-i hazım değil gibi geliyordu, öyle görüyorduk. Fakat bu hususatı bihakkın telkin ve tenvir buyuran Üstadımızın irşadı, bizim nazarımızda sathî ve zahirî şeyleri silmektedir. Bu fakirin ve günahkârın en ziyade medar-ı süruru olan birşey varsa, o da ancak akıl ve fikir ve bahr-ı muhit-i kebirden bir katre nisbetinde kalb gözüyle hakikî nurları görüp muvakkat bir an ve zaman için mütelezziz olmasıdır.

Sevgili Üstadım; hamd olsun, kardeşlerimiz fikren ve ruhen hal-i terakkidedirler. İnşaallah, mânen ve nazar-ı İlâhîde de terakki ediyorlar. Yirmi Yedinci Mektup gittikçe coşan berrak bir şelâle gibi çağlamaktadır. Yegâne arzum ve emelim, tarîk-i selâmet saliklerinin kesretini ve elimizdeki mecmua-i hakaikin daha çok kıymetli ve temiz ellerde dolaştığını görmektir. İnşaallah, zaman bu mukteza-yı hak ve hakikati icra edecektir. Acizleri, bu ümit ve intizarla hayırlı âkıbeti Cenâb-ı Haktan temenni ediyor. Ve şimdilik gayyûr, sadık, müttakî ağabeylerim ve kardeşlerimin meziyetleriyle ve temiz kalbleriyle ve hüsn-ü niyetleriyle iftihar ediyorum. Nurlarla, projektörlerle, semavî yıldızlarla ezelî bir iman gibi mânevî toplarla mücehhez olan sefine-i mâneviyemizin şu zamanın dalgalarından, kasırgalarından âzâde kalmasını Cenâb-ı Hallâk-ı Âlemden yalvarırken, müteveccih olduğumuz, hilkat-ı âlemlere bâis ve bâdî olan iki cihan serveri, âcizlerin senedi Cenâb-ı Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin ve etbâı ezvacının sefinemizin erkân ve etbâıyla müttefik olduğu ümit ve imanını besliyorum. Acizleri ise, mânen her an zarar ve ziyan içinde bir taraftan ıslah-ı hal edememiş, hasara uğrayan mukaddes bilgilerin tashih ve takviyesine muhtaç, diğer taraftan nefsin hücumuna mâruz ve huzuzatına müptelâ, öbür taraftan günahlarına mukabil olmayan cüz’î bir ubudiyetin saadet-i ebediyeyi bihakkın temine kâfi gelemeyeceğinden korkup kusurlarımın cezasının tahayyülünden an bean müzmahilim. Bizler kendi ubudiyetimiz ve bu nâkıs hizmetimizle bize delil, bir mürşid ve bir şefî olmadıkça saadet-i ebediyeye vasıl olmak ne kadar uzak! Heyhât, hayat-ı dünyeviye düm düz değil. Hissiyat-ı beşeriye tebeddüle pek müstaid.

Aziz Üstadım; madem ki bizi talebeliğinize ve kardeşliğinize, hattâ kabule lâyık olmayan vatandaşlarınızı ve mecruhları huzurunuza ve arkadaşlığınıza kabul buyurdunuz. Ve bizim yaralarımıza devâ olacak semavî eczahane-i kudsiyeden ilâçları bize gösteriyor ve istimal ediyorsunuz. Lütfen şu âciz talebelerinizin feryatlarına acıyarak bir an evvel bizi tedâvi edin de yaralarımız kabuklansın, kurusun. Ondan sonra esas mühim vazifelerimizi ifâ etmeye başlayalım. Bizim yaralarımıza devâ olacak iksirler ve tiryaklar sizde mevcut iken şifâyı ve delâlet-i âliyelerini zât-ı fâzılânelerinden umarız.
Sefine-i mâneviyenizin ilânat müvezzii talebeniz
Zekâi

• • •
Önceki Risale: ( 192 ) / Sonraki Risale: ( 194 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz
ah ü enîn eden : ah deyip inleyen
âkıbet : netice, son
aziz : izzetli, çok değerli
bihakkın : hakkıyla, gerçek anlamıyla
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz’î : küçük
define-i saadet ve necât : kurtuluş ve mutluluk hazinesi
elîm : acı ve sıkıntı veren
emel : arzu, istek
esasen : asılında
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan söz
fıkra : kısa yazı
fikren : düşünce olarak
gaflet : dalgınlık, dünya ile ilgili şeylere dalma
gayyûr : gayretli, hamiyetli, çalışkan
hâdisat : hâdiseler, olaylar
hal-i terakki : ilerleme, gelişme hali; ilerlemiş
hamd : şükür ve övgülerini sunma
hususat : hususlar, konular
hüsn-ü niyet : güzel niyet, iyi düşünce
icra etme : yerine getirme
inşaallah : Allah dilerse
intizar : bekleme
irşad : doğru yolu gösterme, rehberlik
kabil-i hazım : hazmı mümkün, sindirilebilir
katre : damla
kemter : itibarsız, eksik anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
kesret : çokluk
mânen : mânevî olarak
mecmua-i hakaik : hakikatler kitabı
medar-ı sürur : mutluluk kaynağı
mefhum : bir sözden çıkarılan mânâ
meziyet : üstün özellik
mukteza-yı hak ve hakikat : hak ve hakikatin, doğru ve gerçeğin gereği
muvakkat : geçici
mütelezziz : lezzet alan
müttakî : Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan
nazar : bakış
nazar-ı İlâhî : Allah’ın nazarında, katında
nisbet : oran
Nurlar : Risale-i Nur
ruhen : ruh olarak
sadık : bağlı, doğru
salik : yol alan, ilerleyen
sathî : sığ, yüzeysel
takdir etme : belirleme; değer ve lüzumunu anlama
tarîk-i selâmet : esenlik, güven yolu
telkin buyuran : zihinde yer ettiren, fikir veren
temenni etme : dileme, isteme
tenvir buyuran : aydınlatan
terakki etme : ilerleme, gelişme
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
yegâne : tek
zahiren : dış görünüş itibariyle
zahirî : dış görünüşe ait
zaid : fazlalık
ziyade : çok, fazla
âciz : güçsüz
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
an be an : her an, sürekli
âzâde : serbest, özgür
aziz : izzetli, çok değerli
bâdî : sebep, vesile
bâis : sebep
bihakkın : hakkıyla, gerçek anlamıyla
Cenâb-ı Hallâk-ı Âlem : âlemin yaratıcısı olan, çokça ve sürekli olarak yaratan Allah
Cenâb-ı Peygamber : yüksek şeref sahibi olan Peygamber Efendimiz
cihan serveri : dünyanın baş tacı
cüz’î : ferdî, az, sınırlı
delâlet-i âliye : yüce yol göstericilik
devâ : ilâç, çare
eczahane-i kudsiye : mânevî ve kutsal eczane
erkân : reisler
etbâ : tabi olanlar, emri altındaki kişiler
ezelî : başlangıcı olmayan
ezvâc : eşler
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
heyhât : ne yazık ki
hilkat-ı âlem : âlemin yaratılışı
hissiyat-ı beşeriye : insanî hisler, duygular
huzuzat : zevkler, lezzetler
ıslah-ı hal etme : hâlini ıslah etme, düzeltme
ifâ etme : yerine getirme
iksir : tesirli ilaç
ilânat müvezzii : ilânlardan, duyurulardan sorumlu olan, onları dağıtan
istimal etme : kullanma
mânen : mânevî olarak
maruz : uğrama, tesirinde ve karşısında olma
mecruh : mânevî olarak hasta olan, yaralı olan
mevcut : var
mukabil : karşılık
mukaddes : her türlü kusur ve eksiklikten yüce, kutsal
mücehhez : donanmış
müptelâ : bağımlı
mürşid : doğru yol gösteren, rehber
müstaid : hazır; istidat ve kabiliyet sahibi
müteveccih olma : yönelme
müttefik : ittifak etmiş, birleşmiş
müzmahil : perişan olmuş, dağılmış
nâkıs : eksik, noksan
nefis : insanı kötüye yönelten duygu
Nurlar : Risale-i Nur
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk, âhiret mutluluğu
sefine : gemi
sefine-i mâneviye : mânevî gemi
semavî : semada olan, gökte olan
sened : dayanak
şefî : şefaat eden
tahayyül : hayal etme
tashih : düzeltme
tebeddül : değişme, değişim
temin : sağlama
tiryak : derman, ilâç
ubudiyet : Allah’a kulluk
vasıl olmak : ulaşmak, varmak
zât-ı fâzılâneleri : yüksek zâtınız
Yükleniyor...