Galib’in Fârisî fıkra

(Kerâmât-ı Gavsiye münasebetiyle yazmış.)
 
كِيسْتَمْ مَنْ چُو يَكِى عَاجِزُو بِى تَابُ وزَبُونْ ... دِلْحَزِينْ سِينَه پُرْ آلامُ و سَرَمْ مَسْتِ جُنُونْ

اَزْ غَمِ فِرْقَتِ دِلْدَارِ بَسِى پُويَنْدَمْ ... كَسْ نَمِى بُوَدْ دِلِ زَارِ مَرَا رَاهِنُمُونْ

سَالَهَا دَرْ اَلَمِ هَجْرِ پَرِيشَانْ بُودَمْ ... نَهَ يَكِى يَارِ مُوَافِقْ نَهَ يَكِى جَامِ سُكُونْ

رَاهِ بِيهُودَىُ مَنْ گُمْ شُدَه بُودْ آنِ بَآنْ ... دَرْ سَرَمْ شَوْقِ جُنُونْ بُودْ شَبُ و رُوزِ فُزُونْ

عَاقِبَتْ دَسْتِ قَضَا هَادِئِ بِهْبُدَمِ شُدْ ... هِمَّتِ زُمْرَهِ مَرْدَانِ خُدَا جِلْوَ نُمُونْ

چِه نَوَازِشْ كِه: دِلَمْ يَافِتَه دَرْسَايَهِ پِيرْ ... شُدَمْ اَلْحَاصِلْ اَزْدَوْلَتُ و لُطْفَشْ مَأْمُونْ

بَخْتِ نَاسَازِ مَرَا سَازِئِ اَقْبَالِ رَسِيدْ ... دِلِ بِيچَارَهِ مَنْ شُدْ زِفُيُوضَشْ مَمْنُونْ

نيِسْتْ عَجَبْ خَاكِ سِيَهْ لَعْلِ شَوَدْ دَرْپِيشَشْ ... نُورِ حَقَّسْتْ هَمَانْ اِينْ نَهَ فِسَانَه نَهَ فَسُونْ

دَرْ زَمِينِ اَهْلِ حَقْ اَنْوَارِى تَجَلاَّىِ خُدَاسْتْ ... پيِشِشَانْ مَاضِىُ وآتِى هَمَه يَكْ نُقْطَهِ نُونْ

 
آنْچِه مَاضِيِسْتْ بِخَوانَنْدِ بَدِلْ هَمْچُوكِتَابْ ... حَالُ وَآِتِى هَمَه يَكْ شِيوَه شَوَدْكُفُّ و كُمُونْ

دِلِ شَانْ آيِينَهِ اٰيَتِ لَوْحِ مَحْفَوظْ ... زَانْ سَبَبْ نِهَانْ اَزْدِلْ شَانْ كُنْ فَيَكُونْ

اٰنْچِه دِيدَنْدُو بِكُويَنْدْ خُدَا آمُوزَدْ ... آلَتُ و قُدْرَتِ حَقَّنْدْ مُكَمَّلْ مَوْزُونْ

هَانْ دَرْ نُسْخَهِ تَوْرَاتْ ثَنَاىِ مَحْمُودْ ... هَانْ دَرْ لَوْحِ زَبُورْ وَصْفِ مَسِيحَا اَفْزُونْ

وَصْفِ اَصْحَابِ مُحَمَّدْ هَمَه دَرْ اِنِجِيلَسْتْ ... اِينْ چِه بِنِيشْ هَمَه اَزْوَحْىِ خُدَاىِ بِيچُونْ

بَازِ دَرْ اَهْلِ وَلاَيَتْ تُو بِينِى اِينْ رَازْ ... دَادَه اَزْ خَبَرِآتِى پَيَامِ مَقْرُونْ

خَبَرِ كُلْشَنِى مِى دَادْ جَلاَلِ رُومِى ... شَيْخِ اَكْبَرْ خَبَرِ مِصْرِى دِهَدْ اَمْرِ بَكُونْ

اَحْمَدِ جَامْ دِهَدْ اَزْ اَحْمَدِ فَارُوقِى خَبَرْ ... مَنْ كُدَا مَشْ بِشُمَارَمْ كِه زِاَعْدَادِ فُزُونْ

هَرْيَكِى كُفْتَهْ خَبَرْ رَمْزُو اِشَارَتْ كَرْدَنْدْ ... پِيشيَانْ اََزْ پَسِبَانِ دَادَه نِشَانِ سَيَكُونْ

بَاخُصُوصْ مَرْدِ خُدَاحَضْرَتِ عَبْدُ الْقَادِرْ ... غَوْثِ اَعْظَمْ قُطْبِ دَائِرَهْ كُنْ فَيَكُونْ

 
پِسْ اِشَارَتْ دِهَدْ اَزْحَالَتِ آتِى جِهَانْ ... هَرْچهِ دِيدَ سْتْ بِكُفْتَسْتْ بَيَانِ مَسْنُونْ

كُفْتِ دَرْ نَظْمِ تَجَلّٰى كِه شَوَمْ حِرْزِ مُرِيدْ ... اَزْ شَرُو فِتْنَه نِكَهْبَانِ مُرِيدَمْ مَأْمُونْ

كَرْدَه اَزْ فِتْنَهِ جَنْكِيزُو هُلاٰكُو اِخْبَارِ ... بِنْكَرَدْلِيكِ رُمُوزِ سُخَنَشْ تَا بِكُنُونْ

خَبَرِ فِتْنَهِ اِينْ دَوْرِ زُنُطْقَشْ پَيْدَا ... يَافِتَه اَزْ رَمْزِ اُو اَرْبَاب يَقِينْ سَرْفُزُونْ

فِتْنَه دَوْرِ كِنُونْ چُونْكِه زِحَدْ اَفْزُو نَسْتْ ... زِشِرَارِ شَرُّو فِتْنَه شُدَه جَيْحُونِ هَامُونْ

اَهْلِ دَانِشْ هَمَه سَرْجَيْبِ قَبَامِيْكَرْدَنْذ ... عَرْصَهِ دِينِ زِمَرْدَانْ شُدَه خَالِى مَشْحَونْ

دِيدَهِ دَهْرِنَدِيدَسْتْ بَدْبِينْ دَغْدَغَه هِيچْ ... مِى رَوَدْرُودِ فِرَاتْ خَلْقِ هَمَه تَشْنَه نُمُونْ

دَرْهَمَه هِيچْ عَصْرِ فِتْنَهِ اِينْ دَوْرِ نَبُودْ ... اَكْثَرِ خَلْقِ شُدَه حَالِ زَمَانْرَا مَفْتُونْ

مُلْحِدَانْ رُوزُ شَبِ اِيجَادِ فِتَزْ مِى كَرْدَنْدْ ... زَهْرِ خَنْدَ نَكُنَدْ بَلْكِه بِكِرْيَدْ مَجْنُونْ

بَرْبَدِينْ فِتْنَه اُو شَرْ حَضْرَتِ اُسْتَادِ سَعِيدْ ... جَبْهه بِكِرِفْتْ خُوشَامَرْدِ سَعَادَتْ مَقْرُونْ

تِيغْ سَرْتِيزِ شُدَه دَرْكَفِ اُوچُونْكِه قَلَمْ ... كِلْكِ اُوزُمْرَهِ اِلْحَادِ هَمَه كَرْدَه زَبُونْ

هَيْبَتِ دِينِ زِكُفْتَارِ خُوشَشْ پَيْدَا شُدْ ... هَرْكِه اِينْ نُورِ نَبِينَدْ شَوَدْ اِذْعَانَشِ دُونْ

 
كِلْكِ اُسْتَادِ اَزْلَدُنْ بَسْطِ حَقَائِقْ مِيكَرْدْ ... تَااَبَدْ اَزْفَيْضِ عَيَانَشْ هَمَه جَانْ نُورِ عُيُونْ

بِفَرْمُودِ مَكَرْ حَضْرَتِ غَوْثْ ... دَرْحَقِّ حَضْرَتِ اَسْتَادِ شَوَدْ اَصْلِ مُتُونْ لاَتَخَفْ قُلْهُ

حَبَذاَ رَمْزِ كِه كُفْتْ حَضْرَتِ عَبْدُ الْقَادِرْ ... نِعْمَ ذَانُطْقِ كِه كَرْدَسْتْ سَعِيدِ سَعْدِ نُمُونْ

آنْ كِه دِيدَسْتْ پِسَنْدَسْتِ بَيَانْ مِى كَرْدَسْتْ ... حَقْ پَسَنْدَ سْتِ شَوَدْ تَشْنَهِ فَيْضَشْ اَفْزُونْ

بَعْدَ زِينَ غَالِبِ بِيچَارَه دُعَا مِى كُويِيمْ ... بَادْ رَاضِى زِسَعِيدْ ذَاتِ خُدَاى بِيچُونْ

هِمَّتَشْ عَالِىُو فَيْضَشْ هَمَه اَعْلاَ بَادَا ... بِدِهَدْ حَضْرَتِ حَقْ نَشْئَهِ غَيْرِ مَمْنَونْ

تَافَلَكْ دَائِرُواِينْ اَرْضِ هَمِى شُدْ سَائِرْ ... عَظَّمَ اللّٰهُ لَهُ اْلاَجْرَ وَقَرَّتْهُ عُيُونْ
غالب
Açıklaması:

1- Kimim ben? Ben, gönlü kırık, sinesi dertlerle dolu, başında delilik sarhoşluğu (olan) âciz, güçsüz zavallı biriyim.

2- Gerçek dosttan (sevgiliden) ayrı olmanın üzüntüsünden çok gezip dolaştım, (lâkin), benim inleyen gönlüme yol gösterici (rehber) kimse yoktu.

3- Yıllarca ayrılığın eleminden perişandım, ne kafamın dengi bir dost, ne de sükûnet verecek bir (marifet) kadehi (vardı).

4- Günden güne gidişatım daha da çıkmaza giriyordu, (öyle ki), gece gündüz başımdaki cinnet arzusu artıyordu.

5- Neticede, (Allah’ın) takdir eli iyiye, doğruya gitmeme hidayet etti, Allah dostlarının himmeti yüz gösterip imdada yetişti.

6- Gönlüm pîrim sayesinde huzur buldu, hülâsa, onun lütuf ve inayetinin saadetine nail olarak emniyete kavuştum.

7- Bahtsızlığıma, iyi talih imdada yetişti, biçare gönlüm onun feyzinden mennun oldu.

8- Onun nazarı ile kara toprak yâkuta dönüşürse garipsenmez, (zira), onun bu nazarı, Hakkın nurudur, efsane ve sihir değildir.

9- Ehl-i hak zemininde, Allah’ın tecellisinin nurları vardır, geçmiş ve gelecek onların nazarlarında bir “nun”un noktası gibidir.

10- Geçmişte olanı, gönüllerinde bir kitab gibi okurlar, hâl ve gelecek hepsi aynı şekilde, onların derûnundadır.

11- Onların gönülleri, levh-i mahfuzda (mevcut) âyetlerin aynasıdır, o sebepten “Ol” deyince “olur” sırrı gönüllerinde gizlidir.

12- Gördüklerini ve söylediklerini (onlara) Allah öğretiyor, (onlar), Hakkın mükemmel ve ölçülü kudreti ve aletidirler.

13- İşte Tevrat sahifelerinde Mahmud’un övülmesi ve işte Zebur sahifelerinde Mesih’in ziyadesiyle vasfı.

14- Hz. Muhammed’in ashabının vasfı hepsi İncil’dedir, hepsi eşi ve benzeri olmayan (Allah’tan gelen) ne güzel görüşlerdir.

15- Bu sırrı, ehl-i velâyetten her zaman görürsün, gelecekten ve halden haber vermişlerdir.

16- Celâl-i Rumî, Gülşenî’nin haberini veriyordu, Şeyh-i Ekber ise, Mısrî’nin haberini verir...

17- Ahmed-i Camî, Ahmed-i Fârukî’den haber veriyor, ben hangisini sayayım, zira, sayılmayacak kadar çoktur.

18- Her biri bir haber söylemiş, remz ve işaret vermişlerdir, eskiler, sonra gelenlerden “olacak” diye müjde verdiler.

19-20- Özellikle, Allah adamı Hz. Abdülkadir, Gavs-i Âzam, “ol” der “olur” dairesinin kutbu, cihanın geleceğinin haberini vermiş, her ne görmüş ise münasib bir beyanla söylemiştir.

21- Parlak bir nazımla, “Kötülük ve fitneden müridimi koruyan emin bir sığınak olurum.” dedi.

22- Cengiz ve Hülâgu’nun fitnesinden bahsetmiş. Onun sözünün remzi günümüze kadar bakıyor.

23- Bu devrin fitnesinin işareti, Onun sözlerinden anlaşılıyor. Yakîn ehli, Onun remzinden birçok sır bulmuştur.

24- Bu devrin fitnesi, haddinden fazla olduğundan dolayı, kötülerin şer ve fitneleri Hâmûn (çölünün) Ceyhûn’u (nehri) gibi olmuş.

25- İlim ehli, hepsi derin derin düşünüyorlardı, din sahası Allah dostlarından bomboştu.

26- Feleğin gözü, (böyle) bedbinlik dolu bir kargaşa (ortamı) görmemiştir. Fırat nehri akıp durduğu halde, halkın tümü susuz görünüyor.

27- Hiçbir asırda, bu asrın fitnesi mevcut değildi, halkın çoğu asrın (kötü) gidişatına kapılmıştı.

28- Mülhidler gece gündüz fitne çıkarıyorlardı. Mecnun gülmez, aksine, ağlardı.

29- Bu fitne ve şerre karşı Hz. Üstad Said cephe aldı, saadet vesilesi ne mutlu insandır O.

30- Onun elindeki kalem, ucu keskin olmuş kılıç gibidir. Onun kalemi, mülhidler güruhunun hepsini zebûn ve perişan etmiştir.

31- Dinin heybeti, Onun hoş sözlerinden (yeniden) ortaya çıkmıştır. Bu nuru görmeyenin anlayışı kıt olur.

32- Üstad’ın kalemi, ilm-i ledün hakikatlerini açıklıyordu. Onun açık feyzi, tâ ebede kadar, bütün canlıların göz nurudur.

33- Hz. Gavs, meğer “Korkma, onu söyle!” diye buyurdu, (bu söz) Hz. Üstad hakkındaki metinlerin aslı olur.

34- Hz. Abdülkadir’in söylediği remz ne güzeldir, sa’d yıldızı görünümünde olan Said’in yapmış olduğu beyan ne güzeldir.

35- Görüp beğendiği şeyi beyan ediyordu. Hakkı beğenen (ve tutan) Onun feyzine fazlası ile teşnedir.

36- Bundan sonra, ben, biçare Gâlib dua ediyorum, benzeri olmayan Hûdanın zâtı, Said’den razı olsun!

37- Himmeti yüce, feyzi daima en yüce olsun! Hz. Hak, Ona kesintisiz bir neşe versin!

38- Felek döndükçe ve bu arz hareket ettikçe, Allah Onun ecrini yüceltsin ve gözü aydın olsun!

Galib

• • •
Önceki Risale: ( 193 ) / Sonraki Risale: ( 195 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
arz : yeryüzü
beyân : açıklama
bîçâre : çaresiz
ebed : sonu olmayan sonsuzluk
ecr : sevap, karşılık
felek : gök, semâ
feyiz : ilim, irfan, mânevî gıda; bereket
hak : doğru, gerçek
hakikat : doğru, gerçek
himmet : gayret, çalışma; mânevî yardım
Hudâ : Rab, Allah
Hz. Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
asır : yüzyıl
bedbin : ümitsiz, karamsar
emin : emniyetli, güvenilir
felek : talih, baht; zaman, devir
fitne : azgınlık, bozgunculuk; toplum düzeninin ve asayişinin bozulması
gidişât : durum, hâl, vaziyet
güruh : grup, topluluk
had : sınır, yetki
heybet : saygıyla beraber korku duygusunu uyandıran hâl, haşmet
mevcut : var olan
mülhid : dinsiz
arz : yeryüzü
beyân : açıklama
bîçâre : çaresiz
ebed : sonu olmayan sonsuzluk
ecr : sevap, karşılık
felek : gök, semâ
feyiz : ilim, irfan, mânevî gıda; bereket
hak : doğru, gerçek
hakikat : doğru, gerçek
himmet : gayret, çalışma; mânevî yardım
Hudâ : Rab, Allah
Hz. Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
ilm-i ledün : akıl veya nakil yoluyla değil, kalple ve doğrudan Allah’tan öğrenilen ilim
neş'e : sevinç
remiz : gizli, ince işaret
sa’d yıldızı : Jüpiter veya Çoban yıldızı da denilen Venüs gezegeni
teşne : istekli, hevesli
mürid : bir mürşide, rehbere talebe olan
nazım : diziliş, tertip
remz : gizli, ince işaret
saadet : mutluluk
şer : kötülük
yakîn ehli : kesin ve doğru bilgi sahipleri
zebûn : güçsüz, kuvvetsiz
ilm-i ledün : akıl veya nakil yoluyla değil, kalple ve doğrudan Allah’tan öğrenilen ilim
neş'e : sevinç
remiz : gizli, ince işaret
sa’d yıldızı : Jüpiter veya Çoban yıldızı da denilen Venüs gezegeni
teşne : istekli, hevesli
baht : tâlih, kısmet
bîçâre : çaresiz
cinnet : delilik
Ehl-i Hak : doğru ve hak yolda olan kimseler
elem : acı, keder
Fârisî : Farsça
feyz : ihsan, bağış
fıkra : bölüm, kısım
gidişat : hâl, vaziyet
Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
hidâyet : doğru yolu göstermek
himmet : mânevî yardım
hulâsa : kısaca
inâyet : yardım, ihsan, iyilik
Kerâmât-ı Gavsiye : Seyyid Abdülkadir-i Geylâni’nin kerâmetleri
lûtuf : iyilik, ihsan, bağış
mârifet : Allah’ı tanıma, bilme
nazar : bakış, görüş
nun : Arap alfabesinin yirmi beşinci harfi
pîr : önder
saadet : mutluluk
sîne : göğüs
sükûnet : durgunluk, sakinlik
takdir : Allah’ın ezelî ilmiyle belirlemesi
tâlih : kısmet
tecelli : yansıma, görünme
tercüme : çeviri; bir sözü bir dilden başka bir dile çevirme
yâkut : çeşitli renklerde olan değerli süs taşı
zemin : yer
zira : çünkü
Yükleniyor...