Hâfız Ali’nin fıkrasıdır.

Üstad-ı Âlîşânım Efendim Hazretleri;
On bir nükteyi hâvi Mirkatü’s-Sünne’yi istinsaha muvaffak oldum. Bu ziyadar lem’a şu zamanda şirkle imanın ve kötüyle iyinin temyiz ve tefriki için öyle bir gevher (cevher) mihenk ki, memdûhu gibi gözler hakikatini görmekte ve akıl hakikatine ermekte hayran ve âcizdirler. Zaten şu zamanın pek şiddetli zulümatını yırtacak, zıddının pek fevkinde bir nûr-u lâyezâlî, Cenâb-ı Hakkın rahmetinden ümit edilirdi.

1 اَلْحَمْدُ ِللّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى O nur, bilfiil risale-i Nur’da nebeân ettiği, her aklı başında olanlarca görülüyor. Değil böyle en büyük bir hakikati izah ve tefsir eden bir risale, hattâ bir ferdi ikaz için yazılan bir mektubun bile, her meşrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor.

Ey aziz Üstad, bizler nasıl şükretmeyelim, nasıl minnettar olmayalım ki, Cenâb-ı Hak, şiddetli muhtaç olduğumuz dünyanın o koca güneşi gibi, Kur’ân güneşinin hakikî bir müfessirine bizleri kavuşturdu. Nasıl salât ü selâm olmasın ki, ol hazret-i sipeh-sâlâr-ı enbiyâ olan Şâh-ı Levlâke ki, bizlerin görmez gözlerimizi nuruyla şûledâr edip, tarîk-i müstakime sevk eyledi. Nasıl duagû olmayalım, ol Hazret-i Dellâl-ı Kur’ân’a ki, isyanımıza bakıp, bizleri halka-i irşadından hariç ve hal-i aslîmizde bırakmadı ve inşaallah iki cihanda da bırakmayacaktır.

Sevgili Üstad, her iki parçayı istinsah ederken kalbime geldi ki, asıllarını taklit etmeyeyim. Zira, üzerlerinde zahir olan ezhâr-ı tevafuku, cilve-i bedâyi başka tarzda kendini nasıl gösterecek dedim. Ve takdim-i âcizânem olan iki nüshadaki san’at-ı bedîa, akıl ve istidad-ı beşerden pek uzak bir tarzda, gûya tezgâhında ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhur ettiğini gösteriyor. Ve şu zamanın akıldan uzak eblehlerine mânen diyorlar ki, “Bizim halen üzerimizde tecellî eden cilve-i cemâli, aklınızla ölçemezsiniz. Yalnız gözleriniz varsa görebilirsiniz.”

Evet, baharda zeminin yüzünde san’at-ı Rabbaniyeyle her tarafta sündüs-misâl çiçeklerin açılmaları; cüz’î şuuru olan kimse, bir Kadîr-i Mutlak olan Zât-ı Zülcelâlden başkasına veremez. Öyle de, risaleler umumiyetle Kur’ân ömrünün asırlar senelerinden on dördüncü asır nevrûz-u sultânî misillû bir baharı taşıyorlar. Arı kadar aklı olan, bu baharda bu çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharı görmeyen ehl-i basîrete ne denir? Ve görüp de kendini kışta zemherire atana ne denir? Heyhât… kendine zîşuûr ve ehl-i fikir ve ehl-i basiret süsü verenlere!

Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur’ânî elmaslarla, o koca baharın mübeşşirisin. “Cenâb-ı Hak, maksut ve muradınıza nâil buyursun. Âmin” duasıyla dest ü dâmen-i muallâlarını öperim, Efendim Hazretleri.
Fakir talebeniz
Ali

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin ihsânıdır.
Önceki Risale: ( 200 ) / Sonraki Risale: ( 202 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz
aziz : izzetli, çok değerli
bilfiil : fiilen, gerçekte
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cevher-i mihenk : ölçü cevheri
cihan : âlem, dünya
cilve-i bedâyi : benzersiz san’atların tecellîleri, görüntüleri
duagû : dua okuyan, dua eden
ezhâr-ı tevafuk : tevafuk çiçekleri
fevkinde : üstünde
fıkra : bölüm, kısa yazı
hakikat : asıl, esas
hal-i aslî : asıl, gerçek hâl
halka-i irşad : irşad halkası; doğru yol gösterme halkası
hariç : dış, dışarı
hâvi : ihtiva eden, içine alan
hazret : saygıdeğer; saygı ve hürmet maksadıyla büyüklere verilen ünvan
Hazret-i Dellâl-ı Kur’ân : Kur’ân’ı ilân eden, tanıtan, hizmet eden
hazret-i sipeh-sâlâr-ı enbiyâ : peygamberlerin en büyüğü, önderi olan Hz. Muhammed
inşaallah : Allah dilerse, izin verirse
istinsah : nüshasını çıkarma, yazarak çoğaltma
izah eden : açıklayan
memdûh : övülmüş
meşreb : hareket tarzı, metod
minnet : şükran duyma, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etme
Mirkatü’s-Sünne : On Birinci Lem’a; Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uymanın dereceleri, basamakları
muvaffak : başarılı olma
müfessir : Kur’ân ayetlerini çeşitli yönleriyle yorumlayan
nebeân etme : fışkırma, kaynama
nûr-u lâyezâlî : hiç yok olmayan, devamlı nur
nükte : ince ve derin anlamlı söz
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
salât ü selâm : Peygamberimiz (a.s.m.) için yapılan dua ve niyaz
sevk eyleme : yönlendirme, gönderme
Şâh-ı Levlâk : yaratılanların şahı, kainatın yaratılış sebebi Hz. Muhammed (a.s.m.)
şirk : Allah’a ortak koşma
şûledâr : alevli, alevlenmiş
şükretme : verdiği nimetlerden dolayı Allah’a teşekkürlerini sunma
tarîk-i müstakim : doğru olan yol
tefrik : ayırma
tefsir eden : açıklayan, yorumlayan
temyiz : ayırt etme
Üstad-ı Âlîşân : şanı yüce üstad
zahir : açık, âşikar
zira : çünkü
ziyadar : nurlu, ışıklı
zulümat : karanlıklar
âmin : “Allah’ım kabul eyle”
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cilve-i cemâl : güzellik görüntüsü, yansıması
cüz’î : az, küçük, ferdî
dest ü dâmen-i muallâ : yüksek el ve etek
ebleh : ahmak, akılsız
ehl-i basîret : gerçeği kalple anlayan kişiler
ehl-i fikir : fikir ehli, düşünürler
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
gûya : sanki
hazret : saygıdeğer; saygı ve hürmet maksadıyla büyük zâtlara verilen ünvan
heyhât : eyvah; yazık, ne yazık
istidad-ı beşer : insan kabiliyeti
istifade etme : faydalanma, yararlanma
Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
maksut : istek, arzu
mânen : mânevî olarak
misillû : benzeri, gibi, aynısı
murad : irade edilen, istenen
mübeşşir : müjdeleyici, iyi haber verip sevindiren
nevrûz-u sultânî : sultan nevruzu; Osmanlı Devletinde bizzat sarayın organize edip sultanın da katıldığı ve coşkuyla kutlanan bahar bayramı; 21 Mart
nüsha : kopya
risaleler : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un bölümleri
san’at-ı bedîa : güzel, benzersiz san’at
san’at-ı Rabbâniye : herşeyin Rabbi olan Allah’ın san’atlı bir şekilde yarattığı varlıklar
sündüs-misâl : ipekli kumaş gibi
şuur : bilinç
takdim-i âcizâne : âciz bir şekilde sunma
tecellî : belirme, görünme, yansıma
umumiyetle : genellikle
vezn-i kasdî : kasıtlı, bir hedefe yönelik yapılan ölçü
Zât-ı Zülcelâl : haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah
zemherir : şiddetli, yakıcı soğuk
zîşuûr : şuurlu, şuur sahibi
zuhur etme : belirme, görünme
Yükleniyor...