Hulûsi Beyin fıkrasıdır.

Aziz ve muhterem Üstadım;
Nurların intişarında berk gibi bir sür’at lâzım gelirken cüz’î bir betâetten her zaman esefle bahsettiğim, malûm-u âlîleridir. Yakın vakitte bazı müştaklar daha söz dairesine iltihak ettiler. Kalbime gelen bir ihtarla keyfiyet-i intişarı düşündüm ve şu hakikatleri hissettim, hattâ kani oldum:

Mübarek Sözler ve Mektuplar tamamen olmasa bile bu muhitte de hem de yazılmadan hayli intişar etmişler. Civar diğer vilâyet kazâlarında, bu âsârı görmek ve işitmek isteyenler çok varmış. Fesübhânallah, bu kadar cüz’î ve nâkıs hizmetten bu derece faide elde edilmesi de gösteriyor ki, bu Sözler ve Mektuplar hakikaten “Nur” isminin tecellîleridir ki, suhuletle intişar ediyorlar. Bu hal karşısında hayretle tefekkürde iken, Bismillah ismini alan Birinci Söz, hatırıma getirildi. Ve şöyle düşünmeye başladım. Dünyaya arkasını çeviren Üstad, Hazret-i Gavs’ın teşvikiyle belki delâletiyle Kur’ân’ın gayr-ı mekşuf bir hazinesinden Bismillah ile giriyor, Kur’ânî tarlaya Bismillah diyerek Sözler tohumunu ekiyor, Furkanî bahçeye Bismillah diyerek nurlu Mektuplar çekirdeğini dikiyor. Emr-i İlâhîye imtisâlen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarları şüphesiz harika-âsâ olur.

Birinci Sözdeki temsilde seyahat eden mütevâzi zât, tamamen Üstadımızdır. Nebat, ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök, damarları nasıl Bismillah tesiriyle, yer altında sert taşı toprağı delip, geçiyorsa, aynen onun gibi, Bismillah ile mevkî-i intişara vaz olunan Sözler de, harika bir tarzda arza yayılıyor. Ve en münevver ve mükemmel meyve olan beşerin mü’minlerinin kalblerine nüfuz ediyorlar. Bu bid’atların kesreti ve muharriplerin bolluğu devrinde Bismillah ile gars olunan Nur fidanının yaprakları olan, diğer Sözler ve Mektuplarla, bu kudsî fidanın dal ve budakları olan Hizbü’l-Kur’ân ve bu hizbin esası ve seyyidi olan muhterem Üstad da bir hıfz-ı gaybîye mazhar bulunuyorlar.

Şems-i Risaletten gelen Kur’ânî Nurların evvelen Üstada ve buradan da biz biçarelere, bizlerden de diğer müştaklara, ilh. intikal etmekte olduğunu tasavvur ettim. “Elhamdü lillâh” dedim. Mühim bir rüyamda arz ettiğim vecihle, Sözlerinizin mü’minlere intişarına küçük cemaatiniz inayet-i İlâhiyle âhize, vasıta olmuşlar.

1 كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللّٰهِ sırrına mazhariyetle mânevî galebeyi temin, merkezdeki mürşidlerine müteveccih ve murakıp küçük bir halka-i tevhidi teşkil edenler gibi, bu küçük cemaatinizin herbiri arkasında, bir nisbet-i mütezâyide-i muntazama ile artan, mahrut şeklinde zümre-i muvahhidîni görür gibi oldum. Allahu ekber dedim. Bu kudsî tasavvuru, kardeşlerimize aşağıdaki levhayla daha ziyade izaha çalışacağım. Bu nurlu tefekkür, bana büyük bir ümit bahşetti. Muallim Cudî’nin kasidesindeki şu mısraı da derhatır ettirdi.

Cem etti kabâil ve şuûbu
Mevlâya muhabbeti müsellem
Bir kıbleye bağlandı kulûbu
Sallâllahü aleyhi ve sellem.

İşte, ittibâ-ı sünnete HAŞİYE pek büyük ehemmiyet veren muhterem Üstadımız da, bu asırda 2 اَلْعُلَمَاۤءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاۤءِ sırrınca, içlerine saçılan nifak tohumu yüzünden, hergün biraz daha tevhidi bırakanları, bir kıbleye bağlamak için, Sözler ve Mektubat namındaki Nurlu eserlerle ehl-i imanı irşada çalışıyor. Küffara, hattâ cin ve şeytanlara dahi, mebde-i nüzulündeki gibi, nusûs-u Kur’âniyeyi ilan ediyor. Mahfî i’câzı izhar ediyor.

Vahdetü’l-vücuda dair olan risaleyi mühim zâtlara okuduktan sonra, bir sevk-i mâneviyle, ihtiyarsız, bir yere daha gittim. Orada vahdetü’l-vücud meşrep sahibi âlim bir zâtı hazır buldum. 3 Vahdetü’l-vücud hakkındaki mektubu okudum. Daha doğrusu, ihtiyarsız olarak okudum. Müstemî olan o mühim âlim, bidayette cüz’î itiraz parmağını uzatmak istedi. Sonuna kadar dinlemesini ihtar ettim. Tamamen okuduktan sonra, o zât hayretinden Sözler’in büyüklüğünü ve “Bu zamanda böyle büyük kelâmı acaba kim yazabilir?” diye merakı ve suali üzerine, Kur’ân’ın feyzine mazhar olan Üstadımızı haber verince, o zât tamamıyla arz-ı teslimiyet eyledi.

İşte, ihtiyarım olmayarak bu acip tesadüf ve teslimiyette kader-i İlâhînin bu cilvesi, dâvâmıza sadık bir burhan ve tesadüf oyuncağı olmadığımıza büyük bir delildir. اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ 4
Hulûsi

• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Nice az topluluklar, nice kalabalık topluluklara Allah’ın izniyle galip geldiler.” Bakara Sûresi, 2:249.
HAŞİYE : Hulûsi’nin tekerrür etmiş min haysü lâ yeş’ur bir kerâmet-i ihlâsiyesi şudur ki: Yeni yazılan ve daha ona gönderilmeyen risalelerin mevzuunu teşkil eden bir esası mektubunda yazar. Âdeta istiyor. Çok defa olduğu gibi, şimdi de, ittibâ-ı sünnete dair Mirkatü’s-Sünne’ye sarih bir surette bir hiss-i kablelvuku ile talep ediyor. Said
2 : “Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdırlar.” Buharî, İlim: 10; Ebû Dâvud, İlim: 1; İbn-i Mâce, Mukaddime: 17; Dârimî, Mukaddime: 32; Müsned, 5:196.
3 : Elâzizli Hacı Şevket Hoca.
4 : “Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kàdirdir.” Bakara Sûresi, 2:20.
Önceki Risale: ( 202 ) / Sonraki Risale: ( 204 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
arîza : isteklerini arz etme, dile getirme
arz : sunma
âsâr : eserler
aziz : çok değerli, izzetli
berk : şimşek
betâet : ağır olma, yavaşlık
Bismillah : Allah’ın adıyla
civar : çevre, yakın bölge
cüz’î : ferdî, az, küçük
delâlet : işaret
emel : arzu, istek
esasen : aslında
esef : üzüntü, acı
fakir : muhtaç anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
fesübhânallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” anlamında, hayret ve hayranlığı ifade eden bir söz
fıkra : bölüm, kısa yazı
gayr-ı mekşuf : keşfedilmemiş
hâk-i pâ-yi ekremî : mübarek, değerli ayağın tozu
hakikaten : gerçekten
ihtar : hatırlatma, ikaz
iktifa eyleme : yetinme
iltihak etme : katma
intişar : yayılma
kani olma : belli bir kanaate ulaşma
kazâ : ilçe
keyfiyet-i intişar : Risale-i Nur’un neşredilmesinin nasıl olacağı
malûm-u âlîleri : siz yüce şahsiyetin bilgisi dahilinde
meâl : açıklama
muhit : çevre
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
mübarek : bereketli, değerli
müştak : arzulu, çok istekli
nâkıs : eksik
Nur : bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan Allah
Nurlar : Risale-i Nur
pür-kusûr : çok kusurlu
sâlifü’z-zikr : bahsi geçen, belirtilen
suhulet : kolaylık
takdim-i huzur-u fâzılâne : yüksek huzurunuza sunma
tecellî : görünme, yansıma
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme
teşvik : şevklendirme, isteklendirme
vilâyet : il
âhize : alıcı
Allahu ekber : Allah en büyük ve en yücedir
arz etme : söyleme, ifade etme
arz : dünya
beşer : insan
biçare : çaresiz, zavallı anlamında, tevazu ifadesi olarak “ben” yerine kullanılan bir söz
bid’at : dinin aslında olmayıp sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamalar
Bismillâh : Allah’ın adıyla
cemaat : topluluk
elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun
emr-i İlâhî : Allah’ın emri
evvelen : ilk olarak
Furkanî : hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’a ait
galebe : üstün gelme; gâlip olma
gars olunan : dikilen
halka-i tevhid : tevhid halkası
harika-âsâ : harika
hıfz-ı gaybî : gizli koruma
hizb : devamlı okunan dua
Hizbü’l-Kur’ân : Kur’ân’dan alınmış bazı âyetlerden oluşan dua kitabı
ilh. : ilâ âhir, sonuna kadar
imtisâlen : uyarak
inayet-i İlâhî : İlâhî yardım, Allah’ın yardımı
inkişaf : açılma, gelişme
intikal : anlama, kavrama
intişar : yayılma
kesret : çokluk
kudsî : kutsal
Kur’ânî : Kur’ân’a ait
mahrut : koni
mazhar bulunma : sahip olma, erişme
mazhariyet : elde etme, erişme
mevkî-i intişar : yayılma yeri, konumu
muharrip : tahrip eden, bozan
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
murakıp : denetleyen, kontrol eden
mü’min : iman eden; Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan
münevver : nurlu, aydın
mürşid : irşad eden, doğru yolu gösteren
müştak : arzulu, çok istekli
mütevâzi : alçakgönüllü, gösterişsiz
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nebat : bitki
nisbet-i mütezâyide-i muntazama : düzenli olarak artan bir oran
nüfuz etme : etki etme
seyyid : efendi
Sözler : Risale-i Nur
Şems-i Risalet : peygamberlik güneşi
tasavvur : düşünme, hayal
temin : sağlama
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tesir : etki
teşkil eden : oluşturan
vaz olunan : konulan, yerleştirilen
vecih : şekil, tarz
zümre-i muvahhidîn : Allah’ın birliğine inananların oluşturduğu topluluk
âlim : ilim sahibi, bilgili olan
asır : yüzyıl
bahşetme : sunma, verme
bidayet : başlangıç
cem etme : toplama, bir araya getirme
derhatır ettirme : hatıra getirme
ehemmiyet : değer, önem
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen herşeye inanan kimseler
Elâzizli Hacı Şevket Hoca :
haşiye : dipnot açıklayıcı not
hiss-i kablelvuku : birşeyi olmadan önce hissetme duygusu
i’câz : mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
ihtiyarsız : irade dışı, istemeden
irşad : doğru yol gösterme
ittibâ-ı sünnet : Hz. Muhammed’in sünnetine uyma
izah : açıklama
izhar etme : açıklama, gösterme
kabâil : kabileler, aşiretler
kaside : övgü şiiri
kerâmet-i ihlâsiye : ihlâsın neticesi olarak meydana gelen kerâmet
kulûb : kalpler
küffar : kâfirler, Allah’a ve Allah’ın kesin olarak bildirdiği şeylere inanmayanlar
mahfî : gizli
mebde-i nüzul : inmeye başladığı zaman
meşrep : hareket tarzı, metot
Mevlâ : efendi, koruyucu, sahip, Allah
mevzu : bahis, konu
min haysü lâ yeş’ur : ummadığı bir tarzda, beklemediği şekilde
Mirkatü’s-Sünne : Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine uymanın basamakları, dereceleri; On Birinci Lem’a
muhabbet : sevgi
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
müsellem : doğruluğu şüphesiz kabul edilmiş
müstemî olan : dinleyen
namında : adında
nifak : münafıklık, ikiyüzlülük
nusûs-u Kur’âniye : Kur’ân’ın hüküm bildiren âyetleri
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sallâllahü aleyhi ve sellem : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
sarih : açık
sevk-i mânevî : mânevî sevk, yönlendirme
suret : biçim
şuûb : halklar, milletler
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme
tekerrür : tekrarlanma
teşkil eden : oluşturan
tevhid : birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve buna inanma
vahdetü’l-vücud : “Allah’ın varlığı o kadar mükemmeldir ki, diğer varlıklar Ona göre bir gölge gibidir ve ‘varlık’ adını almaya lâyık değiller” tarzında bir tasavvufî görüş
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...